BOŞLUK
Şeyda, içindeki can sıkıntısını nerelere sığdıracağını bilemiyordu ve sonunda kendini sokaklara atmıştı. Gecenin ürkütücü sessizliği içinde boş caddelerde yürümeyi kendine zevk edinmişti. Gündüzü, güneşi sevmiyordu. Karanlığın ruhuna verdiği hazzı günün hiçbir renginde bulamıyordu. Dünyada herkese karşı içindeki nefret duygusu günden güne büyüyordu. Gerçeklerden korkuyor, sevmediklerini sevme ihtimali ona mani oluyordu. Aydınlığı bu yüzden sevmiyordu; gündüzlerin kendisine düşman olduğunu düşünüyordu. Sanki saklamak istediği gizlerin bir bir gün yüzüne çıkacağından korkuyordu. Geceleri uyumuyor ancak sabaha karşı güneş şafakta asılı kaldığında uykuya dalıyor ve tüm gününü uykuda geçiriyordu. Güneşin doğuşuyla içinde bir şeyler battığını hissediyordu ve yorganı kafasına çekmekten gayrı yapacağının olmadığına bir kere kendini inandırmıştı.
Dünyayla, insanlarla, hayatla, doğayla, var olan her şeyle bir mücadele halindeydi. Şeyda, karmaşayı sevmiyordu, hayatını karmaşık yapan her ne olursa ona savaş açıyordu. Kargaşaya doğduğu ilk günden beri hasım kesilmesi normaldi. Takvimler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Şeyda dünyaya gelmişti. Bu yüzden kimi zaman ihtilâlin soğuk yüzü kimi zaman da hırçın yüzü belirirdi ikliminde. Koca bir kargaşanın içinde, ölüme doğru koşmanın hayata doğru yürümekten daha gerçek olduğu zamanlarda, tüm haksızlıklara inat açmıştı dünyaya gözlerini. Ama daha sonraları dünyaya gelişini kendisine yapılmış büyük bir haksızlık olarak görecekti.
Etrafını çepeçevre saran karmaşıklıklardan yavaş yavaş kurtuluyordu. Yıllar önce boşanan anne ve babasının hükmünden kurtulmuştu. İkisini de hayatını allak bullak eden iki varlıktan öte görmüyordu. Onlara kendisine daha basit bir hayat veremediklerinden dolayı kızıyordu ve sonunda ikisinden de kurtulmayı seçmişti. Annesiyle ayda bir kez ya görüşüyor ya görüşmüyor; babasının da sağ olduğunu her ay düzenli olarak hesabına yatan paradan anlıyordu. Mutsuz bir evliliğin gölgesinde büyümek, büyüyememek daha doğrusu… Yaşadığı buydu tam olarak. O yüzden evlenmek ve çocuk sahibi olmak gibi bir düşünce aklının köşesinden bile geçememişti. Kendi çektiklerini başkasına çektiremezdi. Aşka, sevgiye inancı yoktu; inanç kavramı hayatında hiçbir şey ifade etmiyordu. Bir filmin sonunu bekler gibi yaşıyordu hayatı…
Geleceği düşünmenin, yarın ne olacağını bilmeye çalışmanın da insanın doğasında büyük bir karışıklığa yol açtığını düşünüyordu. Okuduğu resim bölümünü bıraktı bu yüzden. Çizdiği her şey sorgusuz sualsiz, hesapsız olmalıydı. Sanki ruhundaki derin boşluğu kalem vuruşlarıyla dolduracağına inanmıştı; beyaz bir kâğıda o şekil veriyordu ya; kendisine de böyle hükmetmek istiyordu. Yaşadığı hayatın anlamsızlığı onu bilinmezliklere sürüklüyordu. Bu zamana kadar kimseye ne inanmış ne de güvenmişti. Hayatının basitleştirmesi için böyle olması gerektiğine inanıyordu. İnsanlar kolayı zorlaştıran, gerçeği yalanlaştıran, dünyayı karmaşanın girdabına iten sefil yaratıklardı onun gözünde. Acizlik duygularını nasıl tatmin edeceğini bilmeyen bir sürü ahmak… Sevmiyordu insanları…
Olabildiği kadar sıradandı. Güzelliğiyle değil sıradanlığıyla dikkat çekiyordu. Kendini hapsettiği gizemli bir kutunun içinde yaşamaya çabalayışları onu çekici kılıyordu. Yalnızlığı seviyordu, keşke insanları kendinden uzak tutma ihtimali olsaydı. Bunu çok isterdi. Zaten hiç arkadaşı yoktu. İnsanların tuhaf bakışlarını hissediyordu üzerinde, bir deliye bakar gibiydi kendisine çevrili gözler… Doğruydu belki de deliydi! Akıllılık değildi ki zaten yaşamak. Bir Şeyda’ydı gerçekten… Aşk’ın bilinmezliğinde dolanıp duran bir Şeyda’ydı o. Bazen öyle derin bir uçurumda hissediyordu ki kendini; varlığından ve var edenden şüpheye düşmüşlüğü bunun ispatıydı. O zaman İstanbul hesapsız kalabalığında dolaşmak istiyor, sonra vazgeçiyordu. Başıboşluğun ve çaresizliğinin ilacını nerde arayacaktı bilmiyordu. Hayatta her şey zıttıyla birlikte var edilmişti; hayat ölümle, gerçek yalanla, güzel çirkinle… Peki, o zaman derdin dermanı neredeydi? Böyle yaşamak ne kadar manasızdı. Acaba hayatı anlamlı kılan bir şeyler var mıydı herhangi bir yerde? Ölüm müydü hayatı değerli kılan, bilmek istiyordu.
Kararlıydı; tek derdi yaşamaya mecbur edildiği hayat denen şu kahredici günlerdi, o zaman bunun bir çaresine bakmalıydı. Hayatını karmaşıklaştıran her şeyi başından def etmişti ama aslında hayatın kendisi kocaman bir karmaşaydı. Nefes alıp verdiği her saniye sevmediği insanlara benzemekten korkar olmuştu. Hayatı o derece basite indirgemişti ki artık hayatından sürgün edeceği bir şey kalmamıştı, kendinden başka… Artık ondan da kurtulmanın vakti gelmişti.
Yine gecenin eşiğinde elinde kalem kâğıt resim çiziyordu. Ruhunda bir isyan bayrağı dalgalanıyordu; kime ve niye isyan ediyordu, bilmiyordu. Ve hiç bilemeyecekti. Hayat değildi yaşanması gereken, asıl ölüm yaşanmalıydı. Bu daha basitti. Ölümün en gerçek yaşandığı zamanlarda dünyaya gelişiydi belki onun içindeki ölüm arzusunun sebebi. Neden bilmiyordu ama tan ağarırken ölmek istiyordu. Sanırım gecenin zifiri karanlığının öldüğünü ört bas etmesinden korkuyordu, çünkü bu zamana kadar hayatını gizlemişti. Şafak vaktini beklemeliydi ölmek için. Daha basit olmaz mıydı ölüm o zaman? Ölümün ardında da yaşayacağı karmaşaları merak ediyordu. Yaşayanları hayat denen kargaşaya terk eden acaba ölüleri nereye atacaktı? Nasıl bir şeydi ölüm? Hayattan azat oluyordu; her zerresi tuhaf bir duyguya teslim olmuştu. Mutluluk dedikleri bu muydu yoksa? Keşke hayattan kurtulmanın dışında gerçek bir manası olsaydı ölmenin, son kırıntılarını yaşıyordu canlılığının… O ölüme koşarken yaşama merhaba diyenler var mıydı acaba tıpkı kendisi gibi? Güneşin doğuşu bir zihnin son çırpınışlarına eşlik ediyordu.
Yirmi beş senenin ardında geriye kalan heba olmuş bir ömürdü. Bir de bembeyaz sayfaya çizilmiş sonsuzlukta asılı cansız bir beden… Sallanıyordu…
ÇAĞLAYAN
YORUMLAR
Yirmi beş senenin ardında geriye kalan heba olmuş bir ömürdü. Bir de bembeyaz sayfaya çizilmiş sonsuzlukta asılı cansız bir beden… Sallanıyordu…
Kurgusu güçlü olan bir hikaye, ne yazık ki insanımızı bunalımlar içerisini inanaç yoksunu olarak yittiler.
Tebrik,takdir ve selamlarımla..........