vâv
Herşey bir fark edişle başladı. Ne varsa dünyada zaten vardı.
Bana ayan kılınan yani ile fark ettim onu ilkin. Bir fark edişle onun nice çilelerden geldiğini gördüm.
Gözlerinde ki kaverenginin beyaza bulaşmasından değildi hayatında ki akla karanın karışmışlığına olan inancım.
Ellerinin üzerinde ki derin kırışıklıklar değildi.
Başını sanki çok uzun yollardan gelmiş bir bilge gibi ağır ağır kaldırışını fark ettim mesela. Garip bir dürtü ile doldu içime. Aşka dair değildi fark edilen, onu insan kılan yanlarını, belki de kendisinin bile farkına varamadığı bir hisle hissettim.
İbrahimi bir dua gibi girivermişti kapıdan ağır ağır.
Ben o an ismail olmaya ne kadar da razıydım? Ardında hacerler vardı belki, yollarını gözleyen.
İsmail ağlayınca koşmak Hacere, tevekkül İbrahime düşmüştü... Ağlamalıydım. En az İsmail kadar ağlamalıydım.
Bir çocuk gibi büzülen dudaklarım değil yüreğimdi. Bir vâv’ın ağızdan çıkmadan önce dilde hâfi bir hırıltı vermesi gibi, derinden bir hırıltı geldi ilkin. Onu maddi olarak bana ayan kılan şeyin sesi değil bakışı olmasını isterdim.
Olmadı.
Bir vâv ile dünyama ayân oldu. Sessiz, kibar, birilerini incitmekten korkan eda ile çıkıvermişti ağzından. Kelimenin bütününü duymamıştım.
Duyduğum vâv idi... Tamam eyleyendi adımı vâv .
Ben değil miydim ki hayatı vâv üzerine kurulan. Bu kadar aşina iken vâv’a elbet bunda da bir hayır vardı. Adı ne idi bilmiyordum.
Bana vâv olarak doğmuştu. vâv kalacaktı.
Müennes ya da müzekkerdi. Kimin umurunda idi....
Bi-gâne insanlara tamah etmiştimdi. Vakti zamanında. İster idim cahilce. Bi-gâne olmayı. Lakin o anda vakıf olduğum sır ile bildimdi. Sır ancak gâm sahibi olanlara helaldi.
Benim haram olanla ne işim olsundu. Sırrın ne olduğunu zerre kadar merak ediyorsam ALLAH o anda canımı alsındı.
Yeter ki beni peşinden sürüklesindi. Yaşı hayli geçkindi. Ama çokda uzun değildi aldığı yol. Onu buralara getiren ne idi bilmiyordum. Merak da etmiyordum. İnsanın merak dürtüsünden arınmasını ilk o anda yaşadım.
Anlatmayı deniyorum ya, aslında hislerimi bilgilerim tetiklemişti. Ben bir taklit ediciydim en çok.
O anda İsmail olmayı istemiştim gerçekten, hissederek. Lakin şimdi Nihâde olmayı dileyişim, acıya talip oluşum hep Na-zan’ın yüzünden.
Büyük bedeller ödemeyince cefan da sefan da büyük olmuyor. Büyük oynamalısın hayatı. Büyük bedeller ödemelisin ki hayalin de , hayal kırıklığın da büyük olsun.
Ki büyük olsun tecrüben de. Senden geriye bir isim kalmasa da, senden ileriye belki bir şeyler kalmış ola.
Hep büyükler peşinden koşmak isteyişmden bütün bu eza.
Zamanın yıpratmadığı gençlik günlerimde vardı benimde, yine zamanın törpülemediği gençlik heveslerim.
Gördüğüm hayaldi belki ama titreyen sesi ile adımı zikretti. O anda siniverdim oracığa. hayallerden düşüvermiştim gerçeğin en içine...
Beni görmemişti o. Beni sormuştu. Kim olduğunu bilmediğim o, beni sormuştu.
Karşısında ki kimse onu incitmekten çekinircesine. Sesini olabildiğince alçaltıp kimseyi buna şahit tutmak istemezcesine.
En çok da adımı sakınırcasına. Benim adımı ondan ve sormak zorunda olduğu kişiden başka kimsenin duymamasını istercesine.
Adım ona helal miydi? Değildi elbet. Ama benim adımı en çok ondan duymak sindirmişti içime.
Bunca yıldır her duyduğumda dönüp baktığım adımı, bunca zamandır futursuzca söylediğim adımı, nasılda bambaşka bir bâbda söylemişti. Utanmıştım.
Bu ad bana aitti de , ben bunca değerli olduğunu bilememiştim.
Nasıl sonradan idrak ettim orada olduğumu. Beni soranın az sonra karşısına nasıl çıkacaktım. Yoktum. Yok demişlerdi.
Emaneti var ben de iletin demişti. Olmaz demişlerdi. İletemeyizdi.
Onun haberi olmadan ona ait bir şey alınmaz demişlerdi.
Nasıl da değişmişti yüzü. Nasılda ezilmişti. Zaten kapıdan girişi bambaşka bir pişmanlığı söylüyorken, omuzuna çok daha fazlasını alıp çıkmıştı.
Bana ulaşmayı istemişti bunca zaman. İlk defa toplamışken tüm cesaretini, olan olmuştu. Kırılmıştı yine. Olsundu.
Bedeli büyük olmayınca hakkı verilmezdi aşkın.
Aşktı evet.
O bana benden çok yakın olarak aşıktı.
Sessizdim. Umursamazdım.
ALLAH bilsindi, ben ona karşı kayıtsızdım. Ama aşkına hayrandım.
Benden, ondan ziyade bir aşka en az onun kadar hayrandım. Aşık olduğu kişiyi ben ile sınırlarken, ben onun aşık olduğu kadına hayrandım. Bir daha görmedimdi.
Sesini duymamıştım zaten öncesinde, bir daha da duymamıştım. Hala arada bir görünen bir silüettir. O bana ben ona bunca uzakken, bilirim ağladığım gecelerde bana en çok dua edenimdir.
Yağmurlar yağıyordu o çıktığında. Elinde şemsiyesi vardı. Şemsiyeye rağmen sırılsıklamdı. Ipıslaktı. O ıslaklık daha nasıl nitelensindi ki.
Öyleydi işte... adı vâv’dı onun. Değilmi ki ben onu vâv olarak bildimdi.
Değilmi ki vâv cümlede hep olan ama arada yuvarlanandı. Vâv kelimelerin ömrünü uzatırdı. O benim gönlümü uzatmıştı.
Görünmüyordu. Ama her kelimenin sonunda bir vurgu yapıyordu.
Vâv’dı...
aşk’ın içinde onun esamesi yoktu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.