- 902 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PARANOYAK
Elektronik gereçlerin ayağa düştüğü çağımızda,iletişim ve bildirişim denilen etkinlik alanının hayatımızı bu kadar zapt u rapt altına alacağını(hatta aldığını),çok geç fark ettim.Şoklanmış gıda gibi vakumlu poşete girmiş,durdu duracak kadar ağır işleyen bir toplum hayatının ürünü olan ben;ülkemin içe göre,içerideki rekabete yetecek düzeyde biçimlendirilmiş beyin kıvrımlarımla ve kıt bütçemle ne kadar çaresizdim!
Her şey üstüme üstüme geliyordu. Önce hanımla,merdaneli çamaşır makinesini
‘otomatik’ olanıyla değiştirmek hususunda tartıştım. O bana,bu yeni makinenin, mevcut olanından ne üstünlükleri bulunduğunu sayıp döktükçe:
“Yahu Hanım!” diye hiddetleniyordum. “O da makine,bu da makine...İkisi de çamaşır yıkamayacak mı sonuçta?”
İkna olmadığımı görmüşse,bu kez kadınca bir sezişle kavradığı “iç rekabet” ,
silahını kullanıyordu:
“Şu sümsük Yusuf Bey bile almış karısına... ‘Karıcığım,yeter ki,sen rahat et.’ demiş!”
Bunu söylerken öyle bir ‘dişi’ oluyordu ki,eğer isteğini yerine getirmezsem karımın, biraz sonra “bir sümsük Yusuf Bey’e doğru,ellerimin arasından kayıp gideceği kuruntusuna kapılıyor;helak oluyordum.
Nitekim ‘siyah-beyaz’dan ‘renkli’ televizyona geçişimiz de böyle oldu!
Oğlum,ders çalışmaya gittiği arkadaş evinde görüp imrenmiş. Akşam eve geldiğimde bana demediğini koymadı. Ben, ‘lambalı’ radyonun bile duvardaki yüksekçe bir yerde ayaklı rafla koruma altına alındığı,üstüne nakışlı elişi bezlerin örtüldüğü bir uzak zamanın düz mantığıyla:
“Olmaz!” diyordum. “İşte televizyon...Siyah-beyaz neyine yetmiyor?Biz televizyon la mı büyüdük? Otur,dersine çalış önce!”
Günlerce bana surat etti. Baktım olmayacak,Ragıp Bey’den duymuştum,bir renkli
cam satılıyormuş ayaklı;siyah-beyaz televizyonun önüne koydun mu,al sana renkli!..
Bari onu alayım,dedim;belki razı ederim hergeleyi. Getirdim,koydum ekranın önüne.
Büyük bir buluş yapan mucit edasıyla çağırdım hanımı,oğlanı. Hanım,Allah var, pek
garipsemedi. Hatta,oğlanı ikna etmek için;
“Eh,fena olmadı. Eskisinden iyi. Bir tek yeşil bölge adamların yüzüne gelince komik oluyor. Hani ‘Uzay Yolu’ndaki ‘Volkanlı’ gibi!” dedi,gülerek.
Lakin en zoruma gideni,oğlanın ağzını yana kaydırarak aşağılayan ve alaycı gülümsemesi oldu. Salondan çıkarken bana;
“Hüsamettin TV,renkli yayına başlamış bulunmaktadır!” demesin mi?
Kan beynime sıçramış.Hanım önüme geçmese,çiğneyecektim hergeleyi.
* * *
Meğer benim çekeceğim azap bitmemiş! Hanıma,oğlana cep telefonu;model beğenmedim, kameralı,mp3’lü isterim;hazır kart,faturalı hat,kontör yükle-kontörüm bitti;bilgisayar- internet bağlantısı;kredi kartı-hesap özeti,ek kart limiti az,bir şey alamıyorum...
talepleri,sızlanmaları makineli tüfek gibi üstüme boşalmaya başlayacakmış da haberim
yokmuş!
İşte o zaman,piyasa aktörlerinin özellikle kadınları ve çocukları nasıl sinsice ve
ustaca kullandıklarını fark ettim. Para sayıp aldığımız,gönüllü tutsağı olduğumuz,
üstümüze çevrilmiş silah kadar tehlikeli ‘televizyon’un şu meşhur ‘reklam kuşakları’
gözümü açtı:
“Eskisini getirin,yenisini götürün!”
“Bu fırsat kaçmaz,şimdi alın üç ay sonra ödemeye başlayın!”
“Bu otomobil sizi uçuracak! Siz de ayağınız yerden kesilsin istiyorsanız...”
“Mobilya alana balayı bedava!”
“Size özel ev kredisi.Gelin kendi evinizde kiracı olun!”
Her reklamda aile bütçemize dikilmiş ‘fırıldak gözler görme’ hastalığı,bende ‘kıt bütçeyle-bol istek arasında pestil hali’ yakınmasıyla başladı.Havada uçuşan kartlar,kulak çınlamasına benzer ‘cırt’ sesleri uykularımı kaçırıyordu. Hanım,doktora gitmemi istedi.
İlk ve son kez bir isteğini itirazsız kabul ettim.Gerçekten,hasta hissediyordum kendimi çünkü.
* * *
Muayene ücreti karşılığı 200 YTL isteyen beyaz önlüklü adamın üzerine uçup ‘yanağı kızarırsa utanır belki’ diyerek yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdığımda, bu hastalığım için ‘kronikleşmiş’ paranoya raporunu alacağımı nerden bilebilirdim?