- 1698 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEKTEN DÜŞLER ARASINDA
Ne farkı vardı şimdinin geçmişin geleceğin. İnsan her şeyi şimdi olarak yaşamıyor muydu.Yalnızlığının hınzır uğultusunu susturamadı. Uzaklarda kalan dostlarının yüzlerini silemedi.Yabancı bir eskimonun bir zencinin insanın gözlerine, topraklarına yabancılığı kadar ezikti. Yurdu, evi zaman zaman içinden çıkamadığı duyguları sırtında kulunç, ayaklarında kramp oluyordu.
Yüreğindeki yapraklanmış ağlamalara hâkim olamadı. Gün geçtikçe çekginleşti. Alışamadı diğer insanların hayata alıştığı kadar. Başından beri yabancıydı. Her gün her an değişik dünyalara gidip geliyordu. Bekleyişi uzadı uzadı. Her akşam hüznünü tüllendirdi, sokak kalabalıklarından kaldırım uğultularında, yarım ağız gülüşmelere uzak kaldı. O unutulmuşluğun kendisi idi. Kendi kendine dönmekten içinde düşünmenin, konuşmanın önüne geçemiyordu artık. Unutulmuşluğunun derbederliğini yaşıyordu. Gittiği memleketlerden dönemiyordu. Arayanı soranı yoktu. İnsan aranmayı hatırlanmayı istemez miydi. Ne zaman biri beni hatırlayacak diyordu. Ne zaman.
Bir gün sonunun akşamında, başka bir gününün öğleden sonrası aynı mıydı. Yada farkı neydi. Sokaktaki seslerle kendine geldi.Yüzyıllardan beri sürüp gelen pis gerginlik kafasında bedeninde idi. Uykuyla uyanıklık arasında oluşuna nerede ise alışacaktı.
Ey azra boy kızın bakışı. Dalince yârim .Bırak dilberliğini. Dilberde vefâ olmazmış, sevenini kendisine tutulanı hor görür, âşığı yerden yere vururmuş. Bir kere gül açılmıştır gayrı, utangaçlığını kaybetmiştir. Arıların, kelebeklerin açan güllerin kırmızı yapraklarına, öz tozuna konmaması düşünülemez. Sen açılıp saçıldın. Saçların kıvrım kıvrım. Söyle yalan mı. Muğla’nın sahilleri denizleri bunu bilmiyor mu.
O anda düşlerim kanatlandı. İkimizde Konya’da Hz. Mevlana’nın huzurundaydık.Toplum, insan yeniden inşâ ediliyordu.Türkler akın akın Anadolu’ya geliyorlardı. Henüz Müslüman olmuşlardı. Bir metamorfoz hadisesi yaşıyorlardı. Anadolu karma karışıktı.Türklerle Rumlar arasında bir çekişmedir alıp başını gitmişti. Bir kalablığın arasındaydım. Bütün sevenleri huşû ve edeple ona bakıyorlar dudaklarının arasından çıkacak ipekten kelimeleri bekliyorlardı. Düşlere, hayallere, fikirlere, şiire gem vurulamaz. Sen bu günkü esvaplarınla dalince, dal gibi narin ve nazik yapılıydın. Saçların bukle bukle sapsarı açık boynundan sarkarak bağlanmış bir altın kuyruktu. Ben ne halde idim. Farkında değildim. Hangi sanatkâr yazabilir tükenişini kendini. İnsan kendini tarif edememenin paradigmasını yaşar. Kendini dağıtır, payeder. Eşya ve hadiseye serpiştirir.Yere,göğe, çiçeklere selâtin câmilerin sütûnlarına , saat tıkırtılarına, kızların gözlerine.
Ogün ben sadece bir dilenci idim.Sevgilinin yanında sultanın huzurunda. Zaman yeniden kuruluyor, Asya olduğu gibi Çalap’ın kudretiyle Anadolu’ya taşınıyordu. Alp erenler kendilerine düşeni , başbuğlarının buyruğunu yaşıyorlardı. Ve asırlar sonra bu alış veriş devam edecekti.
Tan vakti idi.Işık göze yakın, gözün muhtaç olduğu eşyanın yüzü, varlığın özüne açılan kapı. Uzayıp giden bitmek bilmeyen yol. Evler kaldırımlar erler yuvalarını biliyor tanıyor.Işık peşi sıra çekip gidiyor erlerini. Adaletin özgürlüğün tâ kendisi. Kendisi olma mücadelesi veren gözlerimizin ve kalbimizin ihtiyacı.
Ey yarasa. Sen karanlıkta daha da özgürsün.Işık zor gelir sana. İçine ışık düşenler başkalarını da ışığa götürmek isterler.Güneşsiz resim tablo olmaz. Ben bu seyyidle o sultanı bir saymıştım. Her dem taze her an değişikti. Onun gülden yüzü ressamı âciz bırakmıştı. Sultanın yüzünü portresini tuvaline bir türlü yerleştirememişti.Görüntü günümüzdendi. Rüzgar yamaçları ağmıştı. Genç toy bir delikanlı melek yüzlü biri sana gönderdiğim mektuba el koydu. Melankoli idim. Sağına soluna baktı kimseye çaktırmadan zarfı cebine indirdi. Sen yoktun. Hışımla arkasını döndü kantine inen merdivenin sağ yanında cama yaslandı. Zarfı açıp çatık kaşlarıyla kağıda baktı. Çok çirkinleşmişti yüzü. Çünkü sen ve ben vardık satırlarda. Dayanamadı kıskandı.Suratı mosmor oldu. Bedeni kaskatı kesildi. Ne yapacağını şaşırdı. Biliyordu ki hayat kendinin dışında akıp gidiyordu. En kestirdiğide sana denk değildi. Acemî âşık ayrıntıları, sırları keşfedemezdi. Acı ve aşk sevgiyi çağırır. Daha da yaklaştırır.
Birden hatırladı ki efsaneye göre çolpan, Ülker yıldızına âşık bir genç kızdır. Ülker de çolpan için yanıp tutuşmaktadır. Fakat bir türlü birleşememektedirler. Birbirlerine yaklaştıklarında o kadar heyecanlanırlar ki nefeslerinin şiddetlenmesi ve göğüslerinin kabarması denizlerdeki dalgaları oluştururdu. Mektubu çalan toy çaylak, bu dalgalardan denizin kıyıyı dövmesinden, suların reşhalarından ürktü. Bu aşk çağlayanının şelalesini anlayamadı. Anlayamazdı da.
Müntesipleri, sevenleri, hayranları sultanı bir Eyyûp sabrıyla bekliyorlardı. Yüzlerinde, hallerinde şikayetten, sıkıntıdan bir çizgi, bir titreşim bile yoktu. Sen evet sen hayret derecede mûnisleşmiştin.Dünyaya
yeni inivermiş bir periydin. Kendini anlamaya çalışıyordun. Meselenin farkına varmak için küçüklü büyüklü, kadınlı erkekli kalabalıkta gözlerini gezdirdiysen de sultanı gördüğün zaman, bakışların kandil kandil ılgıtlaşıyor hatta donuklaşıyor, ağzın gülleşiyordu. Mantığının çalışmaz hale geldiğini ben fark edebiliyordum. Ama elimden bir şey gelmezdi.Herkes şehvetten, nefretten ,kinden arınmış bir ruhanî idi âdeta.Bakışlarındaki güzellik, Fırat’ı daha da sarhoş ediyor çaresiz bekletiyordu.
Sultan kendi sevenlerini süzdü,bir kul bir kula ancak bu kadar merhametli, sevgili olabilirdi .Herkes kendini, haddini biliyordu. Ellerinde gül, ağzında gül,bakışlarında gül vardı.Lâleleri,menekşeleri,papatyaları gülleriyle de olsa incitmek istemiyordu.
İşte tazelik senindir. Nefesinle diriltmiştin her dem tazeliğin sürüp gelmiş,devam edip gidecektir.Dirilişin ve ışığın elleriyle. Çağırıyorum şairleri, hatipleri, tebliğcileri durmayın ışığın erlerinin aydınlık ikliminin destansı şiirlerini söyleyin. Dalga dalga halkın içine,kalplerine, kafalarına yol açın. Bekleyişin adı ışığın, dirilişin kendisidir.
Düşlerin peşinden koşturma, o düş sen ol. Biliyorum, bu çağın sarışın dansözlerinin bedenlerini kabullenemiyorsun.
Aşk şiirlerinden, mektuplardan başka ne kaldı elimizde. Biz seninle hep samimi olmak istedik. Ama gel gör ki durumu... Her geceyi yaşarken biraz daha bilinmez biraz daha yaşlanmış oluyorsun. Dünyanın en hüzünlü yüreğinde güneşin batısında gecenin başlangıcında yalnızca seni düşünerek geziyorum.. İçimdeki yanılgıları o bilmiyor sen bildin de ne oldu.
Bekleşenler dingin avlunun gölgesinde neden orada olduklarını unutup herkes kendi âlemine daldığı an sultan kapıda belirmiş hafif bir kımıldamayla herkes dikkatleşmişti. Sense şenlikten çıkmanın heyecanı içindeydin.
Sultan o tatlı sesiyle başladı cümlelerine. Dakikalar bir süt yudumlaması gibi geçip gidiyor bakışlarıda her hangi bir duraganlık yoktur.İşte o cümleler gelip kulaklarına çarptı, dalgalandı.
-İnsan tedbirli davranandır.On düşünür , tartar, ölçer, biçer bir konuşur. Dışa karşı basit içe karşı derin açılım yapar.
-İyi değerleri iyi tanımalı , fıtrî derinleşmeyi tam yapabilmeli. Ütopya gibi bir barış huzur yaşıyoruz. Abartılı konuşmak bize size yaraşmaz.
-Hislerimizi tatmin edelim derken kalbinize zarar verebilirsiniz.
-Mayasında samimiyet, hassaslık olmayan işlerde başarılı olmaz.
-Bizim gücümüz merhameti sonsuz Calab’tandır. İnayet kaynağı bu okulda toplanmamızdandır.
-Ubudiyet insanı başkalarını da düşünür, bütün insanlığı, tüm canlıları, her şeyi.
-Çoğalmanız esas olmalı komşulara karşı insanca davranmalı.Planlı hareket etmeli, kalp kırmamalı.
-Tenkitleriniz kırıcılıktan uzak olmalı.
-İnsanları helak eden dilleridir.
-Kim kendini Yaradan ‘ına vermiyorsa Yaradanı onun kalbini maleyanî şeylerle doldurur.Yeise düşmemeli dun himmet olmamalı.
-Kilitli oda yoktur.
-Büyük şahsiyetler, komutanlar , şairler, hatipler, hocalar, sanatkarlar Medenîdir, Medînelidir.Çölden az sanatkar çıkmıştır.Köyler zayıftır.
Ben biliyorum ki insanlar başladıkları işlerin yıl dönümünü kutlamalıydılar,bu günü not etmeli defterime yazmalıydım.İçimizde samimi ve yeniden inanma yoksa gevşeklik gösterebilirdik.Bu insanların içinde israf yoktu diye düşündüm.İçinde bulunduğu durum ve bütün durumları anlayan insan iktisatlıdır. Zan altında kalacak davranışa girmek çaylaklıktan başka ne olabilirki.
Bu topluluğun huzuru vardı. Hesabını veremeyecekleri eşyaları ve malları yoktu. Sükûnet burada başlıyordu.
Nihayet sultan gülden cümlelerle tatlı konuşmasını tamamladı.Geldiği kapıdan vedalaşarak geri döndü.Dinleyicilerde kapıdan bir bir çıkarak dağıldılar.
Ey özlemlerin dile getirildiği sevgili.Sana söz bitmez. Şimdi yalnızlığını susturabilirdi ve tam zamanıydı.
YORUMLAR
Bulunduğun mekandan bulunduğun mekana;selam olsun.
Satır aralarında gezindim az önce.Seni bazen kendinle söyleşirken,bazen bir kalem sahibinin kelimeler ve cümlelerle dans ettiğini,bazen siemli olduğunu,bazen bir dede korkut misali dolaştığını,bazen de bir bilge misali kendini dağıttığını gördüm.Kim bilir belkide yanıldım.Yanılmadığım şey ise bu yazının pek çok konuya hitab etmesi...Saygıdeğer hocam dualarımdasın.
bu günkü esvaplarınla dalince, dal gibi narin ve nazik yapılıydın. Saçların bukle bukle sapsarı açık boynundan sarkarak bağlanmış bir altın kuyruktu. Ben ne halde idim. Farkında değildim. Hangi sanatkâr yazabilir tükenişini kendini. İnsan kendini tarif edememenin paradigmasını yaşar. Kendini dağıtır, payeder. Eşya ve hadiseye serpiştirir.Yere,göğe, çiçeklere selâtin câmilerin sütûnlarına , saat tıkırtılarına, kızların gözlerine.
öykü ile deneme karması bir yazı oluşmuş...beğeni ile okudum.Yine şiirinizde olduğu gibi özgün tanımlama ve betimlemeleriniz dikkati çekiyor. Yazmaya devam, saygılar.