- 770 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BU ÇOCUK BENİM DEĞİL
“Ölüm bir gün kapımızı çalacak, biliyorum…”
BİRİNCİ BÖLÜM
Güneş bulutların arasından henüz sıyrılmamıştı. Sabahın ayazı soluğumu kesiyordu. Adımlarımı hızlandırdım.Geç kalmamalıydım.Hastane bahçesine geldiğimde gün bulutlardan uzanmış aydınlık bir sabahı kucaklamıştı.İ.Ü.Tıp Fakültesinin bahçesinde koşturuyordum.Nefes nefese büyük camlı kapıdan içeri girdiğimde hasta yakınları ve hastaların telaşlı bekleyişleri daha şimdiden başlamıştı. Mesai henüz poliklinik memurlarını koltuklarına oturtmamıştı.
Göz bölümüne geldiğimde sırada 13 kişi vardı. Yarım saat ayakta bekledikten sonra numaramı almıştım. Saat 08:30 u gösterirken muayene olacağım göz doktorunun kapısına yakın uzun tahta sıraya oturdum.10 dakika olmamıştı ki, yanıma bir kadın ve kucağında dokuz aylık mavi gözlü bir bebeği ile oturdu. Bir süre sonra bebek benim saçlarımı eliyle kavrayıp çekince canım çok yanmıştı. .
Tam annesine,`lütfen çocuğunuza sahip çıkar mısınız..`diyecek oldum ki, kadın hıçkırıklarla bana;
-` Lütfen bana yardım eder misiniz?Çocuğumu 5 dk tutarsanız, şu kulak boğaz gişesinden muayene fişi alıp geleceğim.` dedi.
Kızgınlığım geçmişti. Yerini şaşkınlığa bıraktı!...30 yaşlarında modern görüşlü bu kadına `hayır!`diyemedim.
-` Eğer işiniz uzun sürecekse, bende göz sıramı bekliyorum. çabuk gelin.`Dedim ve sürekli`anne,anne..`diyen çocuğu kucağıma aldım.
Annesi muayene fişini almaya gidince, korktuğum olmadı. Çocuk annesinden ayrılınca ağlayacak sanmıştım. Gözüm üç alana gidip gelmekteydi şimdi de...Hem göz doktoru kapısında yazılı olan kırmızı numaratöre, hem uzaklaşan çocuğun annesinin gidiş istikameti hem de, oramı buramı minik parmaklarıyla yoklayan kucağımdaki dokuz aylık çocuğa...Endişeli bekleyiş sürüp giderken yanımdaki boş alana hastanın biri oturup biri kalkıyor ve kucağımdaki çocuğa gülümseyip,
-`Ne güzel bir çocuk.Allah bağışlasın! Kaç aylık?...`sorularına muhatap oluyordum.
Tabi bende her seferinde;
-`Benim çocuk değil.Bilmiyorum.Annesi bana bıraktı.Az sonra gelecek...`gibilerinden yanıt veriyordum.
İşte tam o sırada korktuğum başıma geldi! Göz muayene odasının kapısı açıldı ve bir hemşire göründü.
-` Göz sırasını bekleyen hastalar lütfen kayıt için gelin.`
Ne yapacağımı şaşırmıştım! Çocuğun annesi de henüz gelmemişti. Ya ben doktorun yanındayken gelirse?! Ya kadın çocukla beni göremeyince paniğe kapılırsa?!Endişeli soruları içimde hem sorup hem yanıtlarken hemşireye numaramı ve sevk kağıdımı uzattım. Yarı gövdem kapıdan dışarıda dururken, hemşire hanım sordu.
-` Yaşınız ve adresiniz lütfen?`
-` Şey hemşire hanım bu çocuk benim değil.Annesi bana emanet bıraktı da.Ben ne yapacağımı şaşırdım. Sıramı da kaybetmek istemiyorum...`
Gibi sözlerimi sıraladığımda hemşire tepkisizce yanıtladı.Hatta birazda sesini yükseltip kızdı da...
-` Hanımefendi ben size yaşınızı ve adresinizsordum.Kucağınızdaki çocuğu sormadım..`
-` Şeyy, özür dilerim hemşire hanım! Aklım bu çocuğun annesine takıldı da. Tam yarım saat oldu gelmedi...Şaşırdım kaldım!Yaşım 35.Taksim, Sıraselviler...`
Arkamda sırada bekleyen hastalardan sabırsız sesler yükselmişti bile.Öyle ya, kimsenin zamanını çalamazdım. İşim bitince yine tahtadan bekleme sırasına oturdum.Çocuk gülücükler atıyor ve yanağımı öpüyordu. Kısa sürede alışmıştı bana. Hatta alışmaktan öte,
-` Anne, anne..`Diye saçlarımı çeliştirip her gelip geçenin dikkatlerini de üzerimizde topluyorduk. Zaman bekleyenlere uzun gelirmiş. Bir yarım saat daha geçince, göz doktorumun bulunduğu odaya tekrar girdim. Hemşire hanıma rica edecektim.
-` Hemşire hanım, ben bu çocuğun annesini nasıl bulabilirim?.Ya ben buradayken kadın paniğe kapılır bizi kaybederse?Sizden ricam bu çocuğu hastane polisine teslim etseniz...`Hemşire hanım gülümsedi. Yüzünde alaycı bir ifade belirdi.
-` Bu çocuk gerçekten sizin değil mi?`
-` Hayır, benim değil.Tanımadığım bir kadın bana bırakıp kulak burun boğazdan numara alıp geleceğini söyledi.`
Hemşire inanmamıştı sözlerime…
-` Peki , bu çocuk sizin değilse neden size sürekli anne diyor?Benimle dalga geçmiyorsunuz değil mi?`
Tanrım, Çıldıracak gibi olmuştum!Olacak iş değildi? Orada bekleyen insanlar merakla çevreme toplandılar.Bir anda toplanan küçük kalabalığın dikkat odağı olmuştum!
-` Ben az sonra buradayım hemşire hanım…Müracata gidip anons yaptıracağım. Lütfen sıram geçince bana yardım edin..`dedim ve uzaklaştım oradan.
Kucağımda ki çocuk salya sümük beni öpüyor ve yüksek sesle gülücükler atıyordu.Önce kulak boğaz burun bölümünde sıra bekleyen kalabalığa baktım. Uzun kuyrukta bekleyenleri bir radar gibi gözlerim taradı. Bu çocuğun annesi yoktu
İKİNCİ BÖLÜM
Hastanenin koridorları aslında dar değildi. Hasta ve ziyaretçilerin gidiş geliş güzergahı aynı çizgide olunca daralmıştı. Kucağımdaki dokuz aylık çocukla yürümem iyice zorlaşmıştı. Kollarımda taşıdıkça ağırlaşıyordu. Uyuştuğunu hissettim…
Nereye baksam, kıvırcık siyah saçlı kadını görememiştim. Alt katta aramam bitmiş, üst katları dahi kolaçan etmişti gözlerim. Nafile, yoktu, yoktu! Çaresiz geldiğim yöne, geri döndüm.
Göz polikliniği önüne geldiğimde, bankta üç kişi kalmıştı. Onlara zoraki tebessüm edip, sordum.
- “ Sizin numaranız kaç? “
İçerdeki hastadan sonra ben girecektim. Derin bir soluk aldım. Ve oturanların hemen yanına iliştim. Kucağımdaki çocuktan ses çıkmıyordu. Nedenini merak ettim. Eğilip yüzüne baktığımda uyumuş olduğunu gördüm. Eğilip hafiften öptüm bu miniği. Ne de masum uyuyordu. Yumuşak teninde gül kokusu duyumsamıştım.
Hala, “şimdi gelir…” umuduyla, bakışlarım kadının uzaklaştığı koridordaydı. Ama, ne gelen vardı ne de ondan bir iz! Kucağımda ki bu çocukla ne yapacaktım? İşte bütün mesele buydu. Bu düşüncelerle boğuşurken ben, karşımdaki kapıda hemşire hanım göründü. Bana doğru, “gel” işareti yaptı.
Hemen kalktım. İçeri girdiğimde, gözlerim loş ortama alışmak için birkaç saniye kırpıştırdım. Işıklı bir taç giymiş gibi karşımda duran göz doktoru, “ evet, sıradaki hasta gelsin!” dedi.
Kucağımdaki çocuk, bu sese gözlerini açtı. Ne olduğunu, nerde olduğunu anlamamıştı. Ve bastı feryadı, figanı!
- “ Anneee, anneeeee…”
Panikledim! Hem kendini kucağımdan aşağıya atmaya çalışıyordu, hem de benim saçlarımı çekiştiriyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Tanrım bu bir kabus muydu? Hemşireye rica ettim.
- “ Lütfen, az tutabilir misiniz? Hala çocuğun annesi gelmiş değil..”
Ve kucağına verdim çocuğu. Doktorun olduğu alana yürüdüm. Ve göz muayenesi için hazırdım. Ardımda hala çocuğun çığlıkları ve ne yapacağını şaşıran hemşireyi kısa bir süre unutup, sandalyeye oturdum…
Muayene işlemi bitmişti ki, kapı ardına kadar açıldı. Gün ışığı birden içeri dolmuştu. Kapıda iki polis göründü. Hemşire hem kucağındaki çocuğu sallıyor, hem de bakışlarıyla beni işaret ediyordu.
Polislerin gelmesine çok sevinmiştim. Yüzümdeki endişe ifadesi yerini huzura bırakmıştı. Öyle ya, sonunda bu çocuğu devletin güvenliğimizden sorumlu tuttuğu memurlara emanet edecektim. Bende iş yerime yetişecektim…
Ama bu düşüncelerimde yanıldığımı on beş dakika sonra anlamış oldum. Polis memurlarıyla göz odasından çıktık. Tabii hemşirenin kucağındaki mavi gözlü çocukta bana havale olmuştu. Çocuk sakinleşmişti. Hemşire hanım, ağlamasın diye eline, ilaç firmalarının reklamı olan plastik bir oyuncağı tutuşturmuştu. Bunda da başarılı olmuştu. Çocuk hala merakla elindeki Ninja kaplumbağasını evirip çeviriyordu.
Hastane bahçesinde ilerlerken, polis memurlarına sordum.
- “ Şimdi nereye gidiyoruz? İşimiz uzun sürer mi? İşe yetişmeliyim…”
Memurlardan uzun boylu, sarışın olanı,
- “ İfadenizi verdikten sonra baş komiserimize kalmış artık. “ dedi.
Bahçedeki polis ekip aracına birlikte bindik. Çapa İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne varana kadar, kimse konuşmadı. Kucağımdaki çocuk yeniden uyumuştu…
Emniyette beni şaşırtan olayı hiç unutmayacağım. Komiserin odasına girdiğimde, siyah deri koltuklarda oturan 35 yaşlarında mavi gözlü bir kadın, yerinden fırladı! Bastı çığlığı!..
- “ Yavrummm, canımmmm, ciğerimmm! Sonunda kavuştum. Yarabbimmm, seni yaradana kurban olurum kurbannn! Çok şükür Allah’ı mm!”
Tüylerim diken diken olmuştu! Olduğum yerde apışıp kaldım! Kucağımdaki çocuk, annesi olduğunu öğrendiğim başka bir kadın tarafından, bir çiçeği kopartır gibi alınmıştı. Bu ne iştir, anlamamıştım!
Komiseri eliyle oturmamı işaret etti. Ve kontrollü bir sesle sordu.
- “ Bu çocuğu neden kaçırdınız?”
- “ Neee, siz ne diyorsunuz?! Ne kaçırması, komiser bey! Ben saatlerdir bu çocuğun diğer annesini arıyordum. İsterseniz hastanedeki hemşireye sorabilirsiniz. Lütfen, ortada bir yanlış anlaşılma var. “
Komiserin yüz ifadesi yoktu sanki.
- “ Hanımefendi, hemşireler sizi ihbar etti zaten. Çocuğun annesi de sizden şikayetçi. Neden kaçırdınız?”
- “ Hala kaçırdınız diyorsunuz! Sizi anlamış değilim. Ben nasıl kaçırabilirim. Bu çocuğun annesi bana dedi ki...”
Ne anlatmaya çalıştıysam ve ne kadar benim çocuklarım var, ben devlet memuruyum…Dediysem de orada bulunanları inandırmaya yetmemişti, açıklamalarım. Tanrım, çıldırmak işten bile değildi!
Üstelik çocuğun gerçek annesi, benden şikayetçiydi.
SON BÖLÜM
Hayatımda hiç karakola gelip ifade vermeyen ben saatlerce, “bu çocuğu nerden, nasıl, niçin aldın,?” sorularıyla becelleştim. Aklıma birden, iş yerime telefon açmak gelmişti! Ve beni ayrı bir odada sorgulayan polis memuruna, adeta yalvarırcasına;
- “ Ne olur, memur bey, iş yerime telefon açmama izin verin. Müdürlüğüme burada olduğumu bildirmeliyim.”dedim.
Polis memuru, bu isteğimi sanki duymazlıktan geldi.
“ Hanımefendi neden bu çocuğu emniyetimize getirmediniz?”
Allah’ım! Adam kırık plak gibi takılmıştı sanki. Saatime baktığımda tam üç saat karakolda olduğumu düşündüm. Mesai bitmişti. Beni her akşam almaya gelen eşimi düşündüm. Bekleyecekti beni. Boşuna bekleyiş, olacaktı!
Ağzım kurumuştu. Dilim şişmiş gibiydi. Konuşamıyordum. Su istedim. Hastanede gördüğüm cam sürahilerin aynısıydı. Altı geniş boynu uzun ve ince, yeşile çalan rengi vardı. Suyu bardağa döküp, bana uzatan memura, “teşekkür” edip, içmeye başladım.
Boğazımdan aşağıya yuvarlana yuvarlana inen yudumları yutmakta önce zorlanmıştım. Su içme işlemi bitince, sorgulama sil baştan yeniden başlamıştı. Sırtımdan aşağıya sırsıklam olmuştum. Bulunduğumuz oda, boğucu bir sıcaklıkla doluydu sanki…
Omzuma değen elle, sarsıldım! Bir anda nerede olduğumu kavrayamamıştım. Gözlerimi açmakta zorlandım. Yerdeydim. Çömelmiştim. Dizlerimin bağı çözülmüştü, sanki! Ayağa kalkamadım. Omuzlarımdan tutan ellerin sahibi eşimdi. Beni sıkıca tutup kendine doğru çekti.
- “ Kalk canım. Doktorlar seni çağırıyor. İçeri girmelisin!”
Yavaş, yavaş ilerledim. Kapıda genç bir asistan durmaktaydı. Gülümsüyordu. Anlam veremedim. Adımlarım içeri girmek istemiyordu. İçerde nasıl bir görüntüyle karşılaşacağımı bilemiyordum. Az önce bir düşten uyanmıştım! Şimdi sanki boyut değiştirmiştim. Yavaş adımlarla içeri doğru süzüldüm. Ardımda beni gözü yaşlı bekleyen eşimi bırakmıştım…
Gözlerim kamaşmıştı. Tanrım burası çok aydınlıktı! Ölmüş müydüm! Nerdeydim? Burası neresiydi? Karakolda değil miydim? O polisler nerde?
Bir sürü soru aklımdan belleğimde elenirken bir sızı gibi ciğerimi yakan o ses kulağıma ulaştı. Dört yaşındaki oğlumun sesiydi bu!
- “ Anneee, neden ağlıyorsun?”
Gözlerimden boşalan yağmurlara engel olamıyordum. Odada bulunan hiçbir şey şimdi net görünmüyordu… Bulanıktı. Düşer gibi oldum. Beyaz gömlekli biri kolumdan tuttu. Ve;
- “ Lütfen, ağlamayın artık. Bakın oğlunuz üzülecek…” dedi.
Sesimi ben bile zor duymuştum.
- “ Peki, sağ olun!”
Bakışlarım beyaz çarşaflı yatağa uzandı. Oğlum kolunda serum, burnunda oksijen maskesiyle yatmaktaydı. Küçük yatakta tamamen çıplaktı. Göğsünde hala, defibrilatör etkisiyle kızarmış izleri durmaktaydı. Yüzü mosmordu. Ama gülümseyen gözlerle bana bakmaktaydı, ellerini uzatmak istedi. Doktorlardan biri engel oldu. Öyle ya, serum takılı kolu, hareket etmemeliydi.
Bu anın görüntüsü unutulur gibi değildi. Baş asistan olduğunu sonradan öğrendiğim doktor Fatih gülümsedi.
- “ Geçmiş olsun! Oğlunuz kurtuldu. On dakikalık “ kardiyak arrest” i atlattı. Bu bir mucize! Verilmiş sadakanız varmış. Üniversitenin literatürüne geçecek oğlunuz. Dua edin bu vaka hastanemizde gerçekleşti. Helikopterle gelseydiniz, oğlunuzu kurtaramazdık! “
Ne söyleyebilirdim ki? İlahi bir andı bu an! Hastaneye oğlumun göz muayenesi için gelmiştik ve kucağımızda bayılmıştı. Son duyduğum şey, acildeki doktorun kucağına aldığı anda duyduğum ses olmuştu!
- “ Bu çocuk ex olmuş!”
Ve kulaklarıma inanamıyordum. Olduğum yere çöküp kalmıştım. Gözyaşlarım sicim sicim yüzümden, göğsüme akmaktaydı. Omzuma değen bir el oldu. Başımı kaldırdım ağlayan bir kadındı. Yaşı 35 gösteren, mavi gözlü bir kadındı bu!
- “ Allah’ın dediği olur. Ben dün dokuz aylık çocuğumu kaybettim. Allah size de sabır versin! “
Suskundum! Eşim yere çömelip, başını başıma dayayıp, hıçkırmaya başladı. Gözlerimi yumdum, acilin duvarları başıma yastık olurken, içimden fısıldamıştım!
- “ Allah’ım! Demek ki, dört sene oğlumu bize emanet verdin. Şimdi bu emaneti geri aldın!..Ama bu çok büyük bir acı!..Ve çok büyük bir boşluk!..Buna nasıl dayanacağımı bilmiyorum?..Ne olur, bu acıya dayanabilmem için, bana metanet ver!..Ne olur!..”
Emine Pişiren
10 Ağustos 1992 / İstanbul
Not: ` Bu yazının Tüm hakları Yazarı Emine pişirene aittir. Bu yazının Emine Pişiren’e ait olduğu Noterden tarafımdan onaylattırılmıştır. Yazıdaki bilgiler yazardan yazılı izin alınmadan; kısmen veya tamamen hiçbir şekilde kullanılamaz.”