- 490 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOLCULUK 1
YOLCULUK 1
Ramazan Bayramı arifesiydi, düşünceli bir şekilde tren yolu üstgeçidinin merdivenlerini tırmanıyordum. Mübarek gündü, oruçluydum ve sırtımda nerden baksan yirmi beş kilo ağırlığında yük vardı. Üstelik çok yorulmuştum. Bacaklarım artık iflasın eşiğine gelmişti. Hemşerimin isteğini kıramamış ailesine gönderdiği öteberiyi de memlekete götürmek üzere yanıma almıştım. Ama aldığıma da pişman olmuştum. Öteberi deyip geçmeyin tam yirmi kilo çekiyorlar. Beş te bizimki etti sana yirmi beş kilo, ama ne yapacaksın söz verdik bir defa.
Taksi bulamamış çok uzun bir mesafeyi sırtımdaki yükle birlikte yürümüştüm. Bu nedenle yirmi beş kiloluk yük bana yüz kilo gibi gelmeye başlamıştı. Bayram öncesiydi ve sokaklar çok kalabalıktı. Herkesi bir panik havası sarmış, sanki insanlar yürümeyi unutmuştu. Bir koşuşturmadır gidiyordu. Sokak satıcılarının bağrışları beynimin içinde zonkluyor, yorgunluğun verdiği azap bacaklarımı titretiyor, memlekete dönüş vasıtası bulamamanın verdiği kaygı ise içimi kemiriyordu.
Merdivenler önümde uzadıkça uzuyor, ulaşılması imkânsız bir hedef haline geliyordu. Son bir gayretle kalan basamakları tırmanıp karşı tarafa geçerek, ayaklarımı titrete titrete merdivenlerden aşağıya indim. İniş çıkışa göre çok kolay olmuştu. Diğer taraftaki durağa vardığımda, uzuvlarımın çoğunu hissetmez olmuştum. Burada şehirlerarası çalışan otobüsler duruyor, yolcu alıyordu. Hani belki yolcunun biri gelmemiştir de beni de alır umuduyla gelmiştim buraya.
Sırtımdaki yükü aşağı indirdim. Birden başım dönmeye başladı. Tansiyonum artımı azaldı mı bilmiyorum ama ben, vurgun yemiş bir eski zaman sünger avcısına dönmüştüm sanki.
Yorgunluğuma birde baş ağrısı eklenmişti. Kulaklarım da hala sokak satıcılarının bağrışları uğulduyor, beynimin içindeki damarlar sanki merkez kaç etkiyle yerinden fırlayan parçacıklar gibi dışarıya doğru fırlayıp uçup gitmek istiyordu.
Sırtımı durağın kenarına yaslayıp, oraya, kıyıcığa, kaldırım taşının üzerine yığılı verdim. Gözlerimi kapattım içim geçmişti ama bayıldım mı yoksa yorgunluktan mı uyudum bilmiyorum. Kendime geldiğimde, ancak birkaç dakika geçmişti. Telaş içinde oraya buraya koşuşturan kalabalığın beni fark ettiğini zannetmiyorum. Herkes yorgun ve stres içinde koşuşturuyor, bir an önce alışverişini tamamlayıp evine gitmek istiyordu. Kimsenin kimseyi fark edecek durumu, fark etse bile ilgilenecek vakti yoktu.
Saatlerce durakta bekledim. Her gelen otobüse umutla baktım. Ama hepsi çok doluydu. Hatta birçoğu kapasitesinden çok daha fazla yolcu almıştı. Bazı otobüsler bagaja dahi yolcu bindiriyordu. Bazıları ise koridorlara küçük plastik oturaklar koymuş, yolcuları bunlara oturtup taşıyorlardı. Bayram üstü olduğundan bu duruma kimse itiraz etmiyor. Herkes halinden memnun bir an önce memleketine, ailesinin yanına ulaşmak istiyordu. İnsanlar yirmi saatlik, yirmi beş saatlik mesafelere bu durumda gitmeye razıydılar.
Benim gideceğim yol çok uzak değildi. Memleketime altı saatte gidecektim. Ayakta da giderdim o yolu fark etmezdi ama firmaların hiç biri bu durakta durmuyordu ki. Çaresizlik içinde beklemeye devam ediyordum. Bu arada akşam ezanı okundu. Yanımda getirdiğim su ve bisküvi lerle orucumu açtım. Birkaç saat daha bekledikten sonra, çok eski bir otobüs yaklaştı durağa. Sakarya, Bilecik, Eskişehir diye bağırdı açılan kapıdan başını uzatan küçük muavin.
- Oğlum dedim bu araba Eskişehir’e varır mı?
- Tabi ağabeycim dedi küçük muavin. Fırtınadır bu otobüsün adı. Tam yirmi beş yıldır hiç durmadı. Bir gün bile aksatmadı işini. Bu yolları çok iyi bilir fırtınadır o fırtına.
Bu otobüsün beni Eskişehir’e ulaştırabileceğine inanmıyordum. Ama binmekten başka da çare yoktu.
- Peki dedim kaça götürüyorsun Eskişehir’e ?
- Elli milyon ağabeycim dedi muavin.
- Ne yaptın sen oğlum, dedim. En kral firma otuz milyona götürüyor. Sen bizi elli milyon’a götüreceksin bu külüstürle, reva mı bu? Dedim.
- İşine gelirse ağabey, dedi küçük muavin.
- Peki bu kadar çok paraya götürdüğünüze göre ne hizmet veriyorsunuz?
- Bizim hizmetimiz sizi ailenize ulaştırmak, dedi hazır cevap küçük bacaksız.
Çaresiz otobüse bindim. İçeriye şöyle bir göz gezdirdim. Otobüsün içi dışı kadar eski görünmüyordu. Ama yeni arabalarla da kıyaslamak mümkün değildi. Klima yoktu üstelik tamamına yakını doluydu. Ve içerisi çok havasızdı. Yolculardan birinin akşam yemeğinde, yediği sarımsağın kokusu otobüsün her yanını sarmıştı. Kusmamak için kendimi zor tuttum. Bu arada gözlerim otobüsün içinde oturabileceğim bir yer arıyordu. Şoför tarafında önden üçüncü sırada bir kişilik yer vardı. Çift sıra koltuğun birinde yaşlı bir amca oturuyordu. Diğer koltuğu bana gösterdi, küçük muavin.
Gittim yaşlı amcaya selam verdim, hayırlı yolculuklar diledim yanına oturdum. Ama yaşlı amca benden tarafa, hiç bakmadı. Onun çoktan içi geçmişti. Gece uykusunu yarılamıştı bile. Benim yanına oturduğumu fark etmedi. Beş dakika sonra muavin yanıma damladı.
- Ücreti alayım ağabey!
Çıkardım elli milyon uzattım çocuğa.
- Oo! Ağabey bu para olmaz.
- Neden olmuyor?
- Elli milyon senin için, birde bagajın var. On milyonda onun için alacağız.
Bu cevaba çok kızmıştım. Çok sert bir şekilde avazım çıktığı kadar bağırdım. Sesime uykuya geçmiş olan birçok yolcu uyandı.
- Hangi firma bagaj parası alıyor, kardeşim.
- Biz alıyoruz, diye cevap verdi küçük canavar.
Oracıkta sıkı verecektim boğazını, kendimi zor tuttum. Ve biraz daha sakin bir sesle.
- Yok, kardeşim, olmaz vermem. Veremem siz fırsatçısınız. Ben fırsatçılara para
kaptırmam dedim. Bir yandan da yolculara bakıyor onlardan destek bekliyordum.
Ama bu destek bir türlü gelmiyordu. Birkaç saniye sonra; arkadaki koltuklardan kirli sakallı yüzleriyle, hapis kaçkını dizi film kabadayılarına benzeyen iki adam kalkarak yanıma geldi.
Çocuğa zorluk çıkarma kardeşim, başımızı ağrıtma, yoksa senin için iyi olmaz, dedi daha iri olanı.
- Ben zorluk çıkarmıyorum. Hakkımı arıyorum dedim.
- Hakkını burada arama dediler, iki kaçkın hep bir ağızdan.
Anlaşılan bunlarda aynı şirkettendi. Kimse de bu duruma ses çıkarmıyor. Bana destek olmuyordu. Verdim 10 milyon bagaj parasını. Onlarla tartışacak ne gücüm nede cesaretim kalmıştı. Sopa yemediğime şükretmem gerekiyordu, herhalde. Ben yerime oturduktan sonra kirli yüzlü adamlar koltuklarına döndüler. Bu arada araba ise ondan beklemediğim bir performansla yoluna devam ediyordu.
Yorgunluğun etkisiyle birkaç dakika sonra sızmışım. Bir ara araba sarsıldı uyandım. O anda sırtıma bir el dokundu. Sakarya’ya geldik dedi, yanımdaki ihtiyar amca. Hadi inelim! İhtiyara ben burada inmiyorum, Eskişehir’e gideceğim dedim.
- Fakat nasıl olur bu araba Eskişehir’e gitmiyor ki dedi ihtiyar adam.
- Ben olur mu amcacığım, Eskişehir parası verdim ben dedim.
- Bu arada afacan muavin biz Eskişehir’e gidiyoruz bey amca yolcuyu alalım hemen kalkıyoruz dedi.
Ben ihtiyar adama:
- Gördün mü amca gidiyormuş dedim.
İhtiyar adam yinede sen dikkat et yavrum bunlara güven olmaz dedi.
- Daha ne olacak bey amca, olan zaten oldu bundan daha kötüsü olamaz ya dedim yaşlı amcaya.
İhtiyar olur oğlum olur daha kötüsü de olur, diyerek otobüsten indi.
İhtiyar amca gidince otobüste tek başıma kaldığımı fark ettim. İçime kurt düştü. Ya gitmezlerse diye düşündüm içimden.
Ama biraz sonra şoför otobüse binince boşa paniklemişim dedim kendime. Afacan muavin ve kirli yüzlü adamların daha iri olanı da bindi otobüse. Tekrardan bu otobüsle Eskişehir’e varabilir miyiz diye geçirdim içimden. Ama Sakarya’ ya kadar geldiysek Eskişehir’e de gideriz dedim, kendi kendime.
Bu arada otobüs hareketlendi dört yola kadar geldi. Otobüste toplam dört kişiydik. Saat’te epeyce geç olmuştu. Yola çıkalı on saati geçmiş ben ise daha Sakaryalarda sürünüyordum. Ben bunları düşünürken otobüs birden durdu ve kirli yüzlü adam yanıma gelerek, inebilirsin geldik dedi.
- Ben nereye? Dedim, o
- Yolun sonuna dedi.
- Ben daha Eskişehir’e en az üç saat var dedim, o
- Biz geldik dedi. Buradan sonra başka arabayla gidersin. Vazgeçtik Eskişehir’e gitmeyeceğiz.
Kandırılmıştım. Ama paranın kalan kısmını istemeye cesaret bile edemeden, dört yolda otobüsten indim. Gecenin on ikisi olmuştu. Bu saatte otobüs bulabilir miydim? Bulsam da beni alırlar mı? Diye kendi kendime sorular yöneltiyordum. Yaşlı amca haklı çıkmıştı. Daha kötü bir duruma düşmüştüm ve e5 karayolunun kıyısında yapayalnız kalmıştım. Sabaha, bayram namazına yetişemeyeceğimi düşündükçe kahroluyordum. Bu otobüsle Eskişehir’e varamayacağımı bile bile binmiş ve göz göre göre aldatılmıştım.
Birkaç dakika geçmemişti ki. Fırtınaya göre oldukça yeni ama içinde yaşadığımız yıla
göre oldukça eski model başka bir otobüs yanı başımda beliriverdi. Bu bir mucizeydi. Tekrardan umutlandım. Herhalde bayram namazına yetişecektim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.