Bir Yıldız Kaydı (Sır Hırsızı)
Gece sessiz, sakin ve dingindi... İki sevgili gecenin ayazında buluşmuştu... Gönülleri cayır cayır yanarken soğuk namına hissettikleri birşey yoktu belki; amma hislerine misafir olan birileri yanıbaşlarında idi... Mecnun ruhunda gizleyip durduğu gizli hakikati Leyla`ya açmak için zamanı kollarken, mekandan da emin olduğu hissine kapılıp Leyla`ya fısıldadı... Sır, öyle ki; başkasınca duyulup, bilinmemeli... Ama gel gör ki; sırrın ağızdan çıkması ile gökte bir yıldızın göz kırpması bir oldu...
Mecnun anladı ki; o hadsiz, bütün konuşulanları dinlemiş, bütün sırlara ortak olmuştu... Bu aşık için, hele hele de sır sahibi bir aşık için tahammül edilemez bir durumdu... Zaten deli olan Mecnun`un deliliği alevlendi, bir kat daha arttı... Gözleri döndü... Biraz evvel sevgilinin cemali ile ışıl ışıl olan o gözler, şimdi kendisine bakanları ürkütüyordu... Öfke ile başını gökyüzüne çevirdi ve gözlerini o edebsizin gözlerine dikiverdi... Şüphesiz ki; duyulmaması arzu edilen şeyin peşi sıra koşmak, basitlik, edebsizlik ve belki adilikti... Şayet bilsinler istese idi, elbet gür sesi ile konuşmasını da bilirdi Mecnun... Amma tek bir can olmuş iki beden arasında bazı vakit öyle alış-verişler olur ki, bir`den başkasının bilmesi doğru birşey olmaz... Gökte masum bir eda ile duran şaşkın ışık, Mecnun`un canını yakan bakışları karşısında inledi:
"Âah, ne olurdu şimdi şu kara bulutlardan toprağa düşen bir damla olsaydım, ya da dünyanın öbür ucunda bir ateş, hem ne kadar isterdim hiçbir şey duymamış olmayı, ne diye şu delinin (Mecnun`un) sırrına muttali oldum ki..."
Mecnun, bütün bu inleyişleri, pişmanlıkları işitti ama aldırış etmedi... Aksine hiddeti daha da bir arttı... Ve seslendi mecnun:
"Ey kendini bilmez, senin bu yaptığında nedir? Işık saçacaksan ışık saç, yoksa sır hırsızlığını mı meslek edindin? Ben kendimden bile sakladığım sırrımı, Leyla`ma açarken, kulaklarını kabartman da neyin nesi? Bin defa yazıklar olsun sana... Sana bakan da nur yüzüne aldanır, seni salihlerden bilir... Ama gel gör ki gecenin karanlığı basıp ta, aşıkların sırları dillenmeye başladığında bir eşkiya kesilip sır kesmektesin... Sonra da çıkıp, alemi, "Ben gökteyim, ben yücedeyim. benim ışığım nur gibidir, bakanı ferahlatır" deyip, aldatmaktasın... İnsanların saf duyguları ile oynayıp, o zavallıları kendi tarafına çekmektesin... Hiç mi utanma yok sende?"
Mecnun kendinden geçmiş bir vaziyette, ağzına geleni sayarken, sır hırsızının daha fazla tahammülü kalmamıştı, takati bitmiş, mecali tükenmişti... Ama Mecnun suçlunun yakasını bırakacak gibi değildi:
"Keşke şimdi güneş doğsaydı da, seni boğsaydı, gözlerin görmesinden alıp uzaklara atsaydı... Şu yaptığın iş ne kadar düşük ve şu bulunduğun yer ne kadar yüce... Durduğun yere bir bak da, yaptığın işten utan..."
Bu sözlerden sonra, artık hırsızı bir titreme tutmuş, sesi, soluğu kesilivermişti... Mecnun`un her sözü beyninde yankılanıyordu... Sersem gibiydi... Bir sarhoştan farkı yoktu... Kendini kaybettiği her halinden belliydi... Ayakta durmaya gücü yoktu... Sonra sendeledi, dengesini kaybetti... Ayağı birden kayıverdi... Ve hiçliğe doğru hızla yuvarlanıp gitti...
Mecnun`un öfkeside o yıldızla beraber tabii...
...İşte o günden beri ne vakit, bir gece aşıklar buluşsa ve sırlarını fısıldaşsalar, o sırra ortak olmak isteyen yıldız, bu fikri zihninden geçirir geçirmez gökyüzünden kayar gidermiş... İşin aslını bilmeyenlere ise: "Bakın, bakın gökten bir yıldız kaydı!", demek düşermiş...
Ankara, Kasım 2007