- 1183 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR BABA,BİR OĞUL,İKİ İNSAN
Biz insanlar,hayatı anlamadan/anladığımızı hayat bilip/onu hoyrat bir savurganlıkla tüketiyoruz. Daha kötüsü, ne tükettiğimiz şeyin,ne de tükettiğimizin farkındayız.Yoksa,
yetmişindeki adamın hâlâ para pul hırsı içinde hayata tutunmasını,dünya işlerine kafa
yormasını açıklayamazdık. “Bu iyi bir şeydir.”demek,felsefi bir saflık değilse,fena halde
okumuş adam dalkavukluğudur!Kime mi? Hayata ve yaşayanlara tabii ki! Böylece,kendi
ölümünden sonra “aydınlık adamdı” etiketiyle yaşayacağını hesaplar,garibim.
Yetmiş yıllık ömrün dünya hırsına ihtiyacı olmamalıdır.Yetmiş yılın muhasebesi tutulduğunda,kendisi ve çevresi için yeterince emek harcamamış;bu da benim dünyaya vurulmuş mührümdür diyeceği sözü,yapıtı olmamışsa,geçmiş olsun!Biliyorum, “Eh sen de,adamı ölmeden öldürdün!” diye geçiriyorsunuz içinizden.Yaşı geçkin olanlar da, kızıyorlar/alınıyorlar bu yorumuma. Ama,müsaade edin!..
Benim demem o ki,ömür treninin son vagonunda seyahat ederken de hayatın içinde yapılacak işler vardır kabul ama,dünyaya/dünya nimetlerine ölmeyecekmiş gibi hırsla/iştahla yapışmak şeklinde değil.Yolun sonuna geldiğinin bilinciyle,yaşayanlara örnek olacak bir olgunluk ve bilgelik halini ruhuna giydirerek onları ümitsizlikten korumak için...Ölümü kabullenişin mecburiyetine iyi yaşanmış yılların doygunluğunu/memnuniyetini katarak! Yaşanacak bir saniyenin bile bir ödül ve sorumluluğu olduğunu hatırlatıp duracak bir duruşla, son nefesimize kadar hak olan yaşama hürriyetimizi kullanmak üzere...
Yaşlanırken zihnimde yer eden bu düşüncenin aklıma birdenbire gelmediğini,kendim-
den yaşlılara baka baka biriktirilmiş bir tespit olduğunu itiraf etmeliyim.Yine belirtmeliyim
ki,insan ömrünü yıl sayılarıyla telaffuz etmekten daha saçma bir şey olamaz.
“Kaç yaşındasın?”
“Elli yedi!”
“Eee,maşallah!Allah uzun ömür versin!”
Yaşamak,yaşadığının farkına varmak ise;yani siz “57X365” hesabıyla mı yaşadınız şimdi?Hiç fire yok mu ömrünüzde? Yani ben size desem ki: “Yaşadığınızı duyumsadığınız anların toplamı kadar süre yaşadınız bu hayatta.Buna göre yaşınız üç yıl yirmi beş gün!” Kaldırıp atmaz mısınız elli yedi yılın yalancı/yanıltıcı kofluğunu? O zaman!? Ne/neleri yaşadığınız/nasıl yaşadığınız,kaç yıl yaşadığınız hesabının önüne geçmez mi?
Ben bunları niye anlatıyorum ki,size? Her ortalama zekanın kolayca ayrımına varıp söyleyebileceği yargıları geveleyip durmanın anlamı ne peki? Söyleyeyim! Daha doğrusu,anlatayım!
Pat diye,iştahım kaçtı.Keyifsizleştim.Yaşamaktan olmasa bile,uzun yaşamak fikrinden
rücu ettim,babamın son halini gördükten sonra.Zihnimde bütün sigortalar attı,hatlar karıştı,santral kilitlendi ve ezberim şaştı. “Tek” doğru bildiklerimle kavgasız dövüşsüz,güzel güzel yaşayıp giderken,babamın son haline damgasını vuran şu meşhur “Alzheimer” hastalığı,benim hayata dair bütün tasavvurlarımı,tespitlerimi,sağlıklı yaşam ilkelerimi boşluğa savurdu.
Ben fikirsiz/ilkesiz yaşayamam.Bunların boşluğa savrulması demek,benim/varlığımın
savrulması demektir.Toprağından sökülmüş,köklerinden koparılmış bir devedikeni gibi rüz-
gârın önünde oradan oraya savrulan her şey anlamsızlaşır.Halbuki “anlam” önemlidir. Bu
demek ki,yaşamak da,yaşamanın ortasındaki “ben” de önemsizleştik. Anlamsız ve önemsiz
hale geldik. Bilirim ki,anlamı ve önemi olmayan bir varlığın umudu olmaz.İşte ben,bundan
korktum;bu yüzden iştahım kaçtı.Keyifsizleştim.Yaşamaktan olmasa bile,uzun yaşamak
fikrinden rücu ettim,babamın son halini gördükten sonra!
Kitaplar,ansiklopediler karıştırdım adı batası hastalığın nasıl bir illet olduğunu öğrenmek için.Genel-ağ üzerinden,arama motorlarına yazdım adını.Umutsuzluğum arttı.Meğer bir uygarlık hastalığıymış bu/bunlar,yaşlanabilmenin acı sonucuymuş. Önlenemez bir hızla gelişir,yayılır ve bedeni esir alırmış, falan filan...Risk altındaki insanlar,ailesinde en yakınları alzheimer olanlarmış üstelik.
Varın siz benim halimi düşünün;elimden ayağımdan can çekildi,bu cümleyi okuyunca. Ben,koca şair/yazar/düşünce adamı/eğitimci(Kusuruma bakmayın,buna ihtiyacım var. Kendimi abartmalıyım ki,bu rezil hastalık böyle bir beyne girmekten biraz haya eder belki!) hayatın içinde “iliksiz düğme” gibi kalacağım,demek.Elmanın,bıçağın,sokağın adını/anlamını birileri anımsatıp duracak bana.El ayası kadar yerde yatağımın yerini şaşıracağım.Çişe gidiyorum diye,leğene işeyeceğim. Cebime künyemi yazıp koyacaklar.Olur ya bir gün,yolumu şaşırır da evimi bulamazsam,kargodaki paket gibi,aileme ulaştıracaklar beni! Çocukların maskarası olacağım.Bu illete yakalanmamış eski dostlar, “Ah kardeşim,böyle olacak adam mıydın sen?” deyip hayıflanacaklar halime,abuk sabuk konuştuğumda.Acıktığımı,susadığımı başkaları anımsayacak yerime.Doyduğumu, sıkıldığımı, sevindiğimi diyemez/duyamaz olacağım şu fırtınası bol hayatın içinde. Yaşadığımın farkına varamayacağım/farkıma varamayacaklar yapıp ettiklerimle,söyle yip dayattıklarımla/“ben” olamayacağım!
Babam,benim.Varlık sebebim,ekmek teknem,istikbalim olmuş benim.Bir kuru gurur uğ-
runa; “yüksek okullar bitirmiş oğul” diyebilmenin esrik edici hazzını duymak adına yüklen-
miş sorumluluğumu yıllarca.Anamla birlikte çözmüş bağlamış,çözmüş bağlamış ekmek tor-
basını sabırla,umutla.Yılsa da,yıldım dememiş.Kızsa da,kızdım dememiş. Ver ha,bizimle yaşamanın hazzını sürmüş durmuş bileği taşına.
Şimdi bakıyorum da,yanımda,arabanın içinde bir çocuk kadar masum,temiz,olup bitenlerden habersiz oturuyor.Sanki yer değiştirmişiz onunla.Ben direksiyondayım,onun babasıyım da;o benim yanımdaki koltukta,kaderini bana emanet etmiş bir oğul konumunda.Vücudu suyu çekilmiş,buruşmuş zeytin tanesi gibi/küçülmüş iyice.Motoru çalıştırmadan önce:
“Emniyet kemerini takalım,babacığım!” dedim/ne itiraz etti,ne kemere attı elini.Annem arkadan çekiverdi,boşluğunu aldı.
“Oldu mu?” dedim. “Rahat mısın?”
“Oldu,oldu!” dedi,halinden memnun bir sesle.
İşte o zaman dikkatle yüzüne baktım. “Vücudu suyu çekilmiş,buruşmuş zeytin tanesi gibi/küçülmüş iyice.” diye geçirdim içimden.
Bundan dört beş sene önce bitti araba sürmesi.Daha doğrusu,yasakladık/men ettik ona sürücülüğü.Sanırım kendi de korktu,kaygı duydu şoförlüğünden. Annemle birlikte Altınoluk’a gelirken dümdüz yolda tarlaya kırmış direksiyonu.Annem; “Ne olduğunu anlamaya kalmadı”diyor, “Kendimizi yeni sürülmüş tarlanın içinde gider bulduk.” Zeytin ağaçları da varmış seyrek,çarpmadan durmuş tavlı toprağa batan araba.Burunları bile kanamadan çıkmışlar.Çevre tarlalardan,yoldan yetişmişler kazayı görenler.Bir çekici tutup çektirmişler arabayı. Babam bu olayı bize hep “Sanki film koptu!” diye nakletti.Sanırım,o sıralar başlamış rahatsızlığı/öyle olmalı...
Düşünüp hatırlamaya çalışıyorum babamla ilgili anılarımı.Öyle derin izler yok belleğimde, onunla ilgili.Manifaturacıydı Nazilli’deyken,sabah gider akşam gelirdi.Biz,daha çok evhanımı olan annemle haşır neşir olurduk gün boyu.Yani uzun yıllar, “baba” kavramı,evin dışında/uzağında algılanır bir kavram oldu bize.Belki ondandır,çocuk belleğim yüklü değil babamla.Ama onunla ilgili ne varsa,olumludur.Aklımda kalanların hiçbiri ruhumu yaralayıcı,örseleyici değil düşündüğümde.
Hiç unutmam,okuldan kaytardığım bir sıcak bahar öğlesini. Yaza girmek üzereydik,dersler tavsamıştı sanırım.Annem sokakta oynadığımı,okuldan kaçtığımı söylemiş öğle yemeğine eve gelen babama.Mutat bir şey değildi,babamın öğleleri yemeğe gelmesi.Bu yüzden tedbirsiz yalanmıştım. Onu karşımda gördüğümde iş işten geçmişti. Beni yakalamak için bir iki tur attığını anımsıyorum çıkmazdaki alanda.Kulağımı çekip başıma bir tokat vurdu diye kalmış hatrım da. “Doğru okula!” mı dedi,bilemeyeceğim, ancak dün de bugün de bu olayı öfkeyle anmadım/ anmam.Onu,haklı bulmuş olmalıyım. Zaten,en olumsuz anım da budur.
“Aile içinde babama,diğer kardeşlerimden farklı,özel bir sevgisi olan ben miyim,acaba?” diye sorguladığımda,ona duyduğum sevginin yıllar içinde gerekçelerini de biriktirdiğimi anlıyorum.Babama sevgimin “kof/içtenliksiz” olmadığını,dayanağı olduğunu fark ettiğim içindir,onu anlamam sevgiye dönüşmüştür zamanla.
Dürüst,çalışkan,özverili hali bana güven verdi;ailesine olan sevgisinden/bağlılığından şüp- heye düşmedim hiç.Kızdığında,dayattığında,yasakladığında bile,ortak/akılla ölçülebilir bir gerekçesi vardı çünkü.Hatalı,abartılı,çağdışı saplantıları olabilirdi/olmuştur da. Ama,niyeti temizdi.Ben bu yüzden,insandaki niyetin,insanı iyi veya kötü yaptığını babamla test edip buldum.Anladığımız/yapıp ettiklerinin anlamına vardığımız/yapıp ettikleriyle benimsediğimiz insanı sevdiğimizi babama duyduğum sevgide sınadım.Her sevginin “gerçek sevgi” olmak adına böyle bir sınava,kanıya ihtiyacı vardır diye düşünüyorum bugün.