- 1103 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Reyhan Kokulu Periler -II.
II -
Fermani’nin, o gece yatmadan önce en son düşündüğü ile sabah uyandığında ilk aklına gelen Reyhan oldu. Aklının, kalbiyle olan birkaç günlük mücadelesinden sonra; Reyhan’ın büyülü gözleri kendisini nisbeten rahat bıraksa da, en umulmadık zamanlarda, zümrütün gizemli ışığının zihinden kalbine süzülmesini engelleyemiyordu. Reyhan’ı tümden aklından çıkarmalıydı. O güne kadar akıl ve kalbinde hiç kimseyi taşımaya alışık olmayan bedeni bu yükten kurtulmalıydı. İçinde zümrüt gözlü perinin yaşadığı büyülü eve bir daha asla gitmemeliydi. ’ Nasıl olsa âşık değilim, bir daha görmem olur biter!’ diye düşünüyordu.
Okulun açıldığı hafta, Fermani’nin ilk meslek heyecanını tattığı, Reyhan’ı düşünmeye fazla vakit bulamadığı günler olduysa da; geceleri, perinin davetsiz misafir olarak hayaline gelişine karşı savunmasızdı!
Okuldan eve dönmekte olduğu bir akşam üzeriydi. Çeşme Meydanı’nındaki kuyumcunun önünden geçerken, gözleri elektrik ampulleri ile aydınlatılmış ışıltılı vitrine takıldı. Zümrüt taşlı bir çift altın küpenin ışıltısı ayaklarını bir anda durdurdu. Küpelerden yansıyan yeşil ışık; elinde kahve tepsisi, hüzünlü gözleri ile Reyhan’ın kendisini süzdüğü satranç anına götürdü. Kuyumcu uzun müddet vitrini süzen tanımadığı yabancıya kapıdan seslendi:
- İçeri buyurunuz efendim, çeşitlerimiz içerde...
- Şey... dedi Fermani, ben sadece bakıyordum.
- Vitrinde olmayan çeşitlerimiz de var içerde, isterseniz bir göz atın, almanız şart değil. Uzun müddet baktınız da, ilginizi çektiğini düşündüm, yardımcı olmak istedim.
Kuyumcu sohbeti seven genç bir adamdı, merakla sordu:
- Sizi daha önce hiç görmedim, nerelisiniz?
- Ankara’lı.
- Bir iş için mi geldiniz Burgaz’a?
- Öğretmenim.
- Ne öğretmeni?
- Ortaokulda, matematik öğretmeni.
- Hayırlısı olsun hocam. Burgaz’ımız güzeldir. Gelen geri gitmek istemez! Peki ev işini ne yaptınız?
- Az ilerde bahçeli bir ev var, orada oturuyorum.
- Evli misiniz hocam?
- Hayır, bekârım.
Kuyumcu gülümsedi, bekâr olarak gelen pek çok memur genellikle Lüleburgaz’da ilk bir iki yıl içinde evleniyordu. Kuyumcu, misafirine bir akşam çayı ikram ettikten sonra sordu:
- Vitrinde ilginizi çeken neydi, bakmak ister miydiniz?
- Yeşil küpeler vardı, onlara bakıyordum.
- Zümrüt küpeler mi? Özel tasarım ve garantilidir onlar. Bizdeki en güzel parçalardan, göstereyim.
- Ben şimdi almayacaktım, belki daha sonra...
- Sonraya kalır mı hocam? Özel tasırım dedim ya... Satıldı mı aynısından biz de bulamayız. Özel işçilik, tek olarak imal ediyorlar, aynısından başkasında olmasın diye... Yani sizin anlayacağınız, bu küpelerin bir eşi daha yok! diyerek küpeleri vitrinden çıkarıp, üstten elektrik ampulleri ile aydınlanan camlı vitrinin üzerine yan yana dizdi. Üzerine dört lambanın ışığı dökülen küpelerin göz kamaştırıcılığını, zihninde Reyhan’ın büyülü gözleriyle kıyaslayan Fermani, kuyumcuya fiyatını sordu.
Kuyumcu, camlı bölmedeki hassas terazinin bir kefesine küpeleri, diğerine gram kutusundan maşayla aldığı minik gramlarla birkaç kaç küçük metal pul bıraktı. kolunu yarım tur çevirerek terazinin kefeleri yükseltti. Dördüncü tartının sonunda belirttiği fiyat Fermani’nin iki aylık maaşından fazlaydı!
- Bir iki ay sonra almayı düşünebilirim, dedi Fermani. Şu an durumum o kadar müsait değil!
Kuyumcu gülerek itiraz etti:
- Hocam bir iki ay değil, belki de birkaç gün sonra bu küpeler satılır. Aynısını bulamayız dedim size. Eğer beğendiyseniz size bir kolaylık gösteririm. Beş yüz veya bin lira verin, gerisini beklerim. Nüfus hüviyet cüzdanınız yanınızda mı? Garanti belgesini doldurayım hemen.
- Nüfus kağıdım yanımda ancak size şu an beş yüz lira verebilirim.
- Tamam hocam, siz nüfus cüzdanınızı verin.
Kuyumcu, nüfüs hüviyet cüzdanının sayfalarını karıştırırken:
- Anadolu’da buna ’ Kafa kağıdı’ diyorlardı. dedikten sonra garanti belgesi ile birlikte bir de senet doldurdu. Belge ve senedin karşılıklı imzalanmasından sonra, şık bir kutu içerinde küpeleri Fermani’ye veren kuyumcu, peşinatı alırken: Hocam özellikle belirteyim, dedi. Bu tip mücevherler geri satmak için değildir. Bunlar aile yadigarı olarak anneden kızına ve ondan da torununa kalan şeylerdir.
- Geri satmak gibi bir düşüncen yok. dedi Fermani. Bakalım zaman ne gösterir!
Fermani dükkandan ayrılmadan önce kuyumcu sormak istediği son şeyi sordu:
- Burgaz’da tanıdığın aile var mı?
- Tek tanıdığım Nebi Hocamdır. Ankara’dayken öğrencisiydim...
- Emekli öğretmen Nebi hocadan mı bahsediyorsun?
- Evet.
Kuyumcu, gözleri hayretle açarak Fermani’yi bir kez daha süzdü:
- Demek Nebi hocayı tanıyorsun ha!...
- Lisedeyken öğretmenimdi.
Fermani, izin isteyerek evinin yolunu tutarken, arkasından bakakalan kuyumcu, kendine geldiği anda dükkanın içinde fır dönmeye başladı: ’ Demek ki küpeler Reyhan için ha!... diye kendi kendine söyleniyordu.
Zümrüt taşlı küpeler, gizli bir umutla birlikte Fermani’ne içine sebebini bilemediği bir sıkıntı düşürdü. Hiç gereği olmadan borçlanmanın pişmanlığı ile küpeleri Reyhan’a hediye edeceği anın mutlu hayali arasında günlerce bocaladı.
Ekim ayının sonlarına doğru, havanın soğumaya başladığı yağmurlu günlerin birinde Fermani ilçenin en büyük mağazasının üst katında kendisine pardösü bakıyordu. Lacivert renkli gabardin bir pardösüyü üzerinde denerken tezgahtar kız:
- Size çok yakıştı efendim, dedi. Üstelik kumaşı da su da geçirmez.
Tezgahtar kız doğru söylüyordu. Boy aynasından, gabardin pardösünün üzerinde duruşuna bakan Fermani tereddüt etmeden:
- Alıyorum! deyince kız sordu:
- Üzerinizde kalsın mı, saralım mı?
Mağazanın penceresinden dışarı doğru, ince ince atıştıran yağmura bir göz atan Fermani:
- Kalsın dedi, üzerimde kalsın; dışarıda yağmur yağıyor zaten.
- Tamam, kolunuzu uzatın lütfen üzerindeki etiketi alayım. diyen tezgahtar kız pardösünün kolundan sarkan marka ve fiyat etiketini makasla keserek Fermani’nin eline tutuşturduktan sonra: Buyurun beraber inelim. diyerek merdivenlerden hızla alt kata inmeye başladı.
Fermani, granit kaplı merdiven basamaklarından inerken, mağaza sahibi iki genç kızın önüne dizdiği kazakları beğendirmekle meguldü. Siyah saçlı kız, hayal ettiğini bulamayan bir yüz ifadesi, gözlerini tezgah üzerinde ve raflarda dizilmiş kazaklar üzerinde dolaştırıp duruyordu. Sırtı dönük olan kız; mavi renk moherden örülmüş beresi ve kazağı, berenin altından taşan açık kestane renkli, omuzlarına kadar dökülen hafif dalgalı saçlarıyla yüzü görünmese bile çok daha dikkat çekici görünüyordu.
Dükkan sahibi kasanın önünde bekleyen tezgahtarı ve müşterisini görünce parmağını havaya kaldırarak: ’ Bir dakika, geliyorum!’ der gibi dudaklarını sessizce kıpırdatınca; başını çeviren mavi kazaklı kızla, bir anda göz göze gelen fermani’nin kalbi duracak gibi oldu! Genç kız: Reyhan’dı.
Beresi ve kazağının maviliği genç kızın gözlerini firûze rengine çevirmişti. Aydınlık ve kusursuz yüzü ile peri karşısındaydı! Dizlerinin titrediğini, dilinin kuruduğunu hissetti. Göğüs kafesine sığmayan kalbi delice çarpmaya başladı!
Reyhan, Fermani’yi tanımıyormuş gibi davrandı. Arkadaşına dönerek:
- Daha bir şey beğenemedin mi? diye sordu. Çok geç olmadan dönelim!
Siyah saçlı kız, Reyhan’ı bileğinden yakaladı, kendisine doğru çekti. Kısık bier sesle:
- Kim kız bu çocuk? Seni görünce suratı cin çapmışa döndü!
- Tanımıyorum, dedi Reyhan. İlk kez görüyorum!
- Niçin sana öyle bakıyor öyleyse?
- Bilmem...dedi Reyhan. Nereden bileyim?
Büyülenmiş gibi duran Fermani’nin koluna dokunan tezgahtar kız:
- Hesabı ödeyecek misiniz efendim? diye uyardı.
Fermani, avucunda unuttuğu terden ıslanmış çift katlı fiyat etiketini dükkan sahibine uzattı. Hesabı ödeyip dışarı çıkarken yağmurun şiddetini arttırdığını gördü. İrileşen yağmur damlaları yüzüne ilaç gibi geldi. Kalbinin çarpıntısı evine gelinceye kadar dinmemişti. Yağmurdan iki kat daha ağırlaşan gabardin pardösüyü çıkarıp kapının arkasına astı. Tezgahtar kızın dediği gibi gerçekten de pardösü üzerine yağan yağmuru içeri sızdırmamıştı. Ceketi kupkuruydu.
Havluyla saçlarını ve boynunu kuruladı. Acele soyundu, yatağına girerek yorganını yüzüne kadar çekti. Aslında üşümemiş, aksine terlemişti. Ertesi gün hasta olarak uyanmamak için saçlarının ıslaklığı ve teri kuruyuncaya kadar birkaç saat yatakta dinlenmek, üşütmemek için o an alınabilecek en iyi önlemdi. İki saatlik bir dinlenmeden sonra yatağından doğruldu. Kalbinin çarpıntısı geçmiş, dizlerine derman gelmişti. Çay suyu koymak için mutfağa yöneldi.
Çayını yudumlarken bir eliyle çevirmekte olduğu küpelere bakıp düşünüyordu: Aşk dedikleri yoksa böyle bir şey miydi? Aşk, insan aklının kontrolünü kaybettiği, nasıl davranması gerektiğini bilemediği acınacak durum ise; âşık olanların olağan dışı davranışlarını kınamamak gerekirdi! Reyhan’ın kendisini tanımıyormuş gibi davranmasına bir anlam veremedi, ancak bir şeyden emindi: Ruhunda kopan fırtına ve gönlünde yanan sinsi ateşten Reyhan’ın haberi yoktu!
Kasım ayının ikinci haftasında yapılan ilk yazılı sınavlarda okulun matematik dersinde gösterdiği başarı müdürün gözünden kaçmadı. İkinci yazılılarda durum farklı olmayınca Fermani’yi odasına çağırdı.
- Hocam, öğrencilerimizin en başarısız olduğu derslerin başında matematik geliyordu; müfredat aynı müfredat ne değişti ki öğrenciler bu kadar başarılı oldular? diye sordu.
- Sayın müdürüm, matematik desinde sorulan problemlerin çoğu, öğrencilerin çözmebilme yeteneğinin çok üzerinde. Tipik bir problemi örnek olarak vereyim: Bir havuz üzerindeki musluk açıldığında iki saate doluyor. Dolu olan havuzun altındaki tıpa açıldığında dört saata boşalıyor. Üstteki musluk ve alttaki tıpa aynı anda açıldığında boş olan havuz kaç saatte dolar? Şimdi, öğrenci bu iki rakamı ister toplasın-çıkarsın, isterse çarpıp-bölsün problemi çözemez. Bu en kolayı, bir de birkaç musluklu ve iki tıpalı havuz problemleri var...
- Nasıl çözüyorlar o zaman? Sınavlardaki bu yüksek notlar ne?
- Bu havuz problemleri takdir edersiniz ki aslında birer denklem sorularıdır. Çocuklara örneğini verdiğim problemin; bir bölü iki, eksi bir bölü dört, eşittir bir bölü iks. Förmülünü öğrettim. Ne zaman ki dolduran muslukların artı, boşaltan muslukların eksi kesirli olmasını öğrendiler işleri kolaylaştı. Şimdi üç musluk ve iki tıpalı havuz sorularını bile çözebiliyorlar! Denklem kuruluşunu kavradıktan sonra havuz problemlerinden sonra yaş problemlerini de çözmeye başladılar.
Müdür gülmeye başladı:
- Hocam, şimdi sizin örnek verdiğiniz havuzu öğrencilerimiz kaç satte dolduruyor?
- Dört saatte.
Müdür konuyu değiştirdi:
- Geçen pazar günü şehir kulübünde Nebi hocayı gördüm, size selam söylememi istedi.
Nebi hoca ismini duyan Fermani’nin yüzündeki değişiklik müdürün gözünden kaçmadı, Fermani ne söyleyeceğini düşünürken odanın kapısı açıldı. Kucağında kitapları ile güleryüzlü zarif bir kız içeri süzüldü. Yüzü aydınlanan müdür gülerek:
- Kızım Funda, dedi. Gel birtanem, seni Fermani abinle tanıştırayım... Fermani, yeni matematik öğretmenimiz.
Funda, kucağındaki kitaplarını müdürün masasının üzerine bırakarak, ayağa kalkan Fermani’ye, gülerek elini uzattı:
- Tanıştığımıza memnun oldum!
- Ben de... dedi Fermani, sonra müdüre dönerek: Sayın müdürüm, başka bir emriniz yoksa ben gidebilir miyim? diye sordu.
- Rica ederim hocam, dedi müdür. Buyurun.
Okul dönüşü kararlı adamlarla pastahaneye doğru yürüdü. Nebi hocanın selamını duyduğu andan itibaren içinde büyüyen Reyhan’ı görme arzusuna karşı savunmasız kalmıştı. Pastahaneden yuvarlak, meyveli bir yaş pasta alarak büyülü eve yöneldiği anda kalbi yine çarpmaya başladı. Birkaç kez geri dönmeye niyetlendiyse de başaramadı. Eli bahçe kapısının tokmağına uzandığı anda, ok yaydan çıkmıştı artık. Merdivenden inen ayak sesleri heyecanını daha da arttırdı. Kapı açıldığında, dizleri titriyordu.
Akşamın alacakaranlığı ile tüllenen Reyhan’ın yüzü daha da büyüleciydi. Gördüğü sima, hayalinde canlandırdığı ile kıyaslanamayacak kadar güzeldi. Reyhan, Fermani’yi tanıdıktan sonra başını öne eğerek konuştu:
- Buyurunuz hocam.
- Nebi hocamı ziyarete gelmiştim... Bu saate mümkün olur mu? diyen Fermani, kendi ses tonunu kendisi de şaşırdı.
Reyhan sakindi. Su gibi akıcı sesiyle:
- Buyurun, babam yukarıda. diyerek kapıyı biraz daha açarak kenara çekildi.
Fermani bahçeye girdikten sonra kız kapıyı örterek merdivenleri gösterdi:
- Yukarı buyurunuz hocam,
Merdiven balkonunda ayakkabılarını çıkaran Fermani’ye siyah deri terlikleri uzatan genç kız, salonda oturan babasına:
- Fermani hoca geldi baba! diye seslendi.
Nebi hoca doğrularak:
- Alekin! dedi yüksek sesle. Hiç beklemiyordum, tam bir sürpriz oldu. Hoş geldin!
- Hoş bulduk hocam. diyen Fermani, Nebi hocanın elini öperek alnına götürdü.
Nebi hoca yanındaki koltuğu işaret ederek:
- Berhudar ol oğlum. El öpenin çok olsun! dedi. Buyur şöyle yanıma otur. Anlat bakalım okulun nasıl gidiyor, alışabildin mi?
- Alıştım hocam. Müdürümüz çok iyi, öğretmen arkadaşlarım da...
Bir müddet Ankara’daki lise yıllarından, okullar arası maçlardan söz ettikten sonra Nebi hoca muftaktaki kızına seslendi:
- Reyhan gel de şu televizyonu aç bakalım ne var? sonra Fermani’ye dönerek: Antenleri ne yöne çevireceğimizi, hangi yükselticileri takacağımızı şaşırdık. Bir gün gösterirse iki gün göstermiyor. ’ Yansıtıcılar zayıf!’ diyorlar.
Genç kız, yükselticiyi açtıktan sonra televizyon alıcısının düğmelerini karıştırarak geri çekilip siyah-beyaz ekranın açılışını beklemeye başladı. Müzik sesininden biraz sonra aydınlanan karıncalı ekranda bir orkestra şefi elindeki çubuk ile kendinden geçmiş gibi çılgınca hareketlerle çırpınıyor, onlarca enstrümanı idare etmeye çalışıyordu.
Nebi hoca:
- Kim izliyor bunları bilmem ki... Bu yaşıma geldim bu tür müzikten hâlâ bir şey anlayabilmiş değilim!
Fermani kendini tutamadı:
- Hocam ben de hiçbir şey anlamıyorum. Kimse de bir şey anlamıyordur. Daha doğrusu insanlar bir şey anlamadıkları belli olmasın diye anlamış gibi yapıyorlar!
Reyhan’nın, kendini tutamayarak Fermani’nin gözlerine bakarak gülümsemesi; Fermani’nin, fermanını yazan bir gülümseyiş oldu. Yakıcı güzelliği, efsunlu bakışı ve yakudî gülümseyişi ile peri, genç hocanın gözbebeklerinden ruhunun derinliklerine doğru süzüldü! Genç öğretmen, içinin erimeye başladığını hissetti. Reyhan’ın mutfağa geri gittiğinin bile farkında olamadı. Gülümseyen yüzüyle havada asılı kalan peri siluetinin etrafında salondaki eşyalar dönmeye başlayınca; hemen kalkıp gitmesi gerektiğini düşündü.
Nebi hocanın:
- Akşam yemeğini yememişsindir inşallah! Beraber yeriz. demesine aniden ayağa kalkalarak cevap verdi. Kafasını toparlamaya çalıştı:
- Hocam okunacak yazılılar var, ben izninizi rica ediyorum!
Nebi hoca şakınlıkla:
- Hemen böyle aniden mi?... dedi. Mutfağa doğru sesini yükselterek:
- Reyhan kızım, misafirimiz gidiyor! diye seslendi.
Fermani hocasının elini öperek ’İyi geceler!’ dilerken, küçük bir havlu ile ellerini kurulamaya çalışarak salona giren Reyhan, masanın kenarındaki kutuyu işaret ederek:
- Hocam paketinizi unuttunuz! dedi.
- Sizlere getirdim, kusura bakmayın! diyen Fermani kapıya yöneldi.
Reyhan, misafirinden önce davranarak merdiven balkonuna çıkıp, Fermani’nin ayakkabılarını düzeltti. Aşağı inerek bahçe kapısını açarak biraz uzağında durup bekledi.
Fermani, başı öne eğik Reyhan’a:
- İyi geceler... diyerek dışarı çıktı.
- Size de... hocam. diyen Reyhan, kapıyı kapatarak arkadan sürgüledi. Merdivenleri çıkarken; ne olduğunu anlamayan babasının merdiven balkonuna kadar çıktığını gördü. Babasının:
- Ne oldu ki buna böyle, aniden kalkıp gitti? sorusuna:
- Bilmem, dedi Reyhan. Ben de bir şey anlamadım babacığım!
Babası, başını öne eğen kızının, gözlerindeki parıltı ve yüzündeki mutluluk ifadesini göremedi.
Fermani evine doğru yürürken, yolda kendi kendisine konuşuyordu:
- Bir gülümseyişine vuruldun işte. Haydi âşık değilim de! Bu aşk değilse nedir peki? Seviyorum işte. Yoluna ölecek kadar seviyorum işte!
Kendi kendine konuşurken, yoldan geçen birkaç kişinin kendisine tuhaf tuhaf baktıklarının farkında olamadı! Evine gelinceye kadar, bütün masumiyeti ile gözlerinin önünden gitmeyen perinin gülümseyen yüzüyle konuştu:
- Bana gülümsediğin anda, yüzünde kader yazımı okudum. Senden başkasını sevemem Reyhan! Sonumuzun ne olacağını bilemem, ancak şuna yemin ederim ki: Ölene dek senden başkasını sevemem!
...
(İkinci Bölümün Sonu)
YORUMLAR
Değerli İrfan Kardeşim,
Uzun zaman oldu sanırım, böyle ruhuma işleyen, yüreğimi hoplatan bir hikaye okumamıştım. Bizi yıllar öncesine götürdünüz efendim.
Bizim de öğretmenlik yıllarımızı bir filim şeridi gibi gözümüzün önüne getirdiniz.
Bunun için size teşekkür mü, sitem mi etsem bilemiyorum. Gönlümüzdeki yaraları depreştirdiniz. (Şaka)
Nice Reyhanlar, Mihribanlar, Dilaralar, Ayşeler... genç eğitimcilerin yüreklerini fethettiler.
Bu nadide satırları bir solukta, heyecanla okumanın mutluluğunu tarif etmek çok zor olsa gerek.
Yüreğinize ve kaleminize sağlık efendim. Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Emanetiniz Allah’adır.
Devamını merakla bekliyoruz...