- 680 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR SORU, BİR CEVAP, BİR SORGU
"Aç gözlü zengin olacağımıza, tok gözlü fakir olalım"
Perşembe günü akşam anneme yemeğe gittim. Eve dönerken bir tencere yemek verdi, yarın yersiniz diye. Aldık ve eve döndüğümüzde Lena tencereyi fark etti. Açtı ki yemek, döndü bana;
"Biz fakiriz di mi anne, anneannem bize ondan yemek veriyor" dedi.
"Ne ilgisi var Lena, yemek yapmakla uğraşmayalım diye verdi" dedim. İlerleyen saatlerde aklıma takıldı, neden böyle söyledi diye. Bazen yemeğini bıraktığı zaman söylediklerim aklıma geldi;
"Tabağımızdaki yemeğimiz bitecek Lena, senin beğenmediğin yemekleri bulamayıp, yiyemeyen nice insan var"
Düşündüm, yaşına göre ağır bir yaklaşım mıydı diye. Galiba 5 yaş için ağırdı, dili çok ağırdı.
Birden içim sızladı. Yıllar önce Almanya’ dan yeni geldiğimiz zamanlarda, ben 8 yaş civarındayken, babam mecburiyetten bireysel olarak çalışıyor ve doğru dürüst para kazanamıyordu. Hep, Almanya’ dan dönüş nedeniyle hak kazanılan hazır paradan yiyorduk.
Çok küçüktüm,
Almanya’ nın bolluğundan sonra 79, 80 yıllarının sancısını anlayamıyordum. Hiç birşey yoktu, ne Haribo, ne Nutella, ne patlayan şeker... Var olanlardan almak istediğimde de izin yoktu. Tek lüksümüz, okul çıkışında babamın yanına gittiğimiz de yediğimiz, Şişli meydanındaki Elmas büfenin sosisli sandviçleriydi. Önce ekmeği tost makinesinde iyice ısıtıyorlar, içine sosislerin içinde piştiği salçalı sostan gezdiriyorlar, bir sosisi içine koyup, ince kıyılmış 2-3 turşuyu da ilave etmiyorlar mıydı?... Kokusundan çıldırıyordum. Merdivenlerden yukarı çıkana kadar bitiriyordum.
Bir gün yine gittik abimle babamın işyerine. Annem hergün babamın yanında ona sekreterlik yapardı. İçeri girer girmez annemin yanına koştum,
"Anne para versene, sosisli alalım" dedim.
"Olmaz Velena, bugün yiyemezsiniz" dedi.
"Anne noolur versene"
"Olmaz dedim, bir daha sorma, mutfaktakileri yiyin" dedi. Mutfakta, iki burun ekmek vardı. ikiye bölünmüş tek ekmek. İçinde peynir, biraz zeytin, bir kaç dilim domates.
"Bu ne ya anne, okulda da bundan yedik"
"Velena yeter, okulda da yedin şimdi de bunu yiyeceksiz, biz de bunu yedik öğlende" dedi. Karanlık odaya gittim ve ağlamaya başladım. Annem içeriden bağırarak yanına çağırdı.
"Velena, biraz idare etmesini bileceğiz. Ben de istediğini yemeni isterim, ama şu anda çok fazla paramız yok" dedi. Kalktım, hep üzüldüğümde yaptığım gibi annemi öpecektim ki, onunda yüzünün asık olduğunu gördüm.
"Biz fakir miyiz anne ?"
"Biz fakir değiliz ama istediğimizi istediğimiz zaman alamıyoruz"
"Yarın yiyebilir miyiz peki ?"
"Babana bir iş gelirse söz veriyorum, yarın yersin"
Yarın, uzun süre hiç gelmedi. Sabah öğlen ekmek arası, akşamları da geçiştirilmiş bir iki tas sıcak yemek. Bir kaç zaman sonra ben de artık istemekten vazgeçtim. Bugün halen severek yediğim ekmek arasıyla dost oldum.
Babam 35 yaşındaydı
Almanya’ da teklif edilen güzel geleceğini istemeyip, memleketine geri döndü. İki tane okula giden çocuğu vardı. Devletine; beni işe alın diye her gün yalvardı. Para kazanamıyordu. Sıkıntıdan zona oldu. Pioreden sapa sağlam 12 dişini çektirdi.
Babam 35 yaşındaydı ve bana sosisli sandviç alamıyordu, yine hayata başladığı noktadaydı.
17 yıl okudu, 3 yıl devlete borcuna karşılık mecburi hizmette çalıştı. Askerliğini yaptı ve üstüne 5 yıl daha adam olmaya çalıştı. Adam gibi adam olarak döndüğü memleketinde değer görebilme sancılarıyla 2,5 yıl sıfır noktasında yaşadı. 2,5 yıl boyunca annem, abimle bana hep; "Bir şey isterseniz benden isteyeceksiniz, babanıza sormak yok" dedi. Çok sonraları anladım neden kötü polisin annem olduğunu. Çünkü babam hayır diyememeye dayanamıyordu.
Babam, devlette işe girdiği zaman, ilk maaşını aldığında eve gelirken bize mavi plastik top almıştı. O gün artık, biraz paramızın olduğunu anlamıştım. Çünkü o zamanlarda herkesin topu olmazdı. Çocuklar hep, bakkalın duvarında asılı file içine sıkıştırılmış, üzerleri çizgili, donuk renkli plastik topları seyreder, hayaller kurarlardı ama kolay kolay sahip olamazlardı. Oldu mu da mahallenin kralı olurlardı. Tıpkı topum patlayana kadar bir kaç gün benim olduğum gibi.
Bizim için zor, annemler için çok zor zamanlardı. Yokun ne anlama geldiğini anlamam biraz zaman almıştı. Ama, tam da yoku çok olarak görmeyi öğrendiğim sıralarda kısmet meleğimiz kapımızı çalınca, kısmi refaha dönüşüm o kadar da zor olmadı. Hatta kolay ve keyifliydi.
Tecrübeleri, yıllarla içe sindirilen, yaşamaktan kaçınamadığımız zamanlarımızdı. Ve ben o zamanki ifadeleri sindirmekte çok zorluk çekmiştim. Pek çoğu çok ağırdı. Benden de çok. Ama o şartlarda bundan daha iyi yaklaşım beklemek de acımasız olurdu. Çaresizlik insanları çok katı yapıyor, ister istemez.
Ama ben nimete saygı gösterimi konusunda yaklaşımımda yanlış davranmışım, kendi şartlarım içinde anlatımım daha yumuşak olmalıydı...
BİR SORU, BİR CEVAP, BİR SORGU Yazısına Yorum Yap
"BİR SORU, BİR CEVAP, BİR SORGU" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Evet, emeğin ve ekmeğin önemi-değeri, ülkenin ve ülkelerin refah gerçeği...
Her ne şekilde düşünürsek düşünelim işin gerçeği ailede başlıyor, başlamalı ve öyle olmalı...
Bugün yanlış dediğimiz ailede bireyler arası davranışlar çok kısa sonra doğru olabilmekte. Sadece biraz daha soğukkanlı ve biraz daha azimli, cesaretli biraz daha anlaşılır şekilde otoriter davranışların ölçüsünü kaçırmamalı.
Ders verir nitelikteki öykü ve paylaşımınıza teşekkürler.