- 677 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BAKMAKLA GÖRMEK
Kendini çok kötü hissediyordu. Bugün morali altüst olmuştu. En yakın bildiği arkadaşıyla diğerlerinin konuşmalarını duymuştu. Onu çekiştiriyor, alaycı kahkahalar onlara eşlik ediyordu. Çok çirkin olduğunu, sadece eğlenmek için, kendilerine malzeme çıksın dost numarası yaptığını söylerken; o gördüklerine ve duyduklarına inanamadı. Gerçekten çok mu çirkindi? Gözlerinden birkaç damla yaş süzülürken oradan ayrıldı.
Eline aynayı aldı ve baktı. Kendisiyle baş başaydı işte. “Diğerlerinden ne eksiğim var?” diye düşündü. “Boyalı saçlara mı, rengarenk tırnaklara mı yoksa yapay kahkahalara mı?” dedi. O, böyle şeylere aldırmazdı. Diğerlerinin ne düşündüğünü iyi bilirdi. Ama en yakın arkadaşı… Onu en çok yaralayan da bu olmuştu.
Annesi hep “Sen diğerlerinden çok farklısın. Bunun kıymetini bil.” Derdi. Bu sözü defalarca aklından geçirdi. Ama annesinin ne demek istediğini çözemedi bir türlü. Aynasına bakarken “Benim tek farkım alınmamış kaşlar, diş telleri, sivilceli bir surat mı? Yoksa onların modasına uymayan kıyafetim mi?” diye geçirdi aklından. Belki de öyleydi.
Odasında daha da daralıyordu. Elindekini yatağa fırlatıp, çıktı odadan. Evde boğuluyordu sanki… Duramadı, ceketini alıp çıktı. En çok sevdiği, gitmeyi ihmal etmediği yere şehir parkına gitti. Orada huzur buluyordu. Bir banka oturdu ve gözlerini yumdu. Kuş seslerini, yaprak hışırtılarını dinlemeye koyuldu. Biraz rahatlamıştı.
Mevsim, sonbaharın başlarıydı. Bu mevsim, onun en sevdiği mevsimdi. Kuşlar, göç etmeden önce parkla vedalaşırlar; gökyüzünü adeta “Hoşçakal” demek için kullanırlardı. Parkın ağaçları da el sallardı kuşlara.
Gözlerini açtığında karşısındaki bankta bir ressamın oturduğunu gördü. Ne zaman buraya gelse; o banka oturur, bir şeyler çizerdi. Sanki o, tuvalle bir bütün olurdu. Onunla tanışıp sohbet etmek, resimlerine bakmayı çok istemişti. Ama cesaret edememişti. Bir süre onu seyretti. Ne çizdiğini çok merak ediyordu. Sonunda cesaretini toplayıp yanına gitti. “Merhaba” dediğinde ressam, resmini alıp bankın arkasına sakladı. Ressamın resmini görmeye çalıştı ama başaramadı. Ressam da ona “Merhaba” deyince yanına oturdu. Biraz sohbet ettiler. Ailesinden, yaşamından bahsetti ressama. Ressam onu dinliyor, tepki vermiyordu. Ressamın tepkisizliği değil, başka bir şey onun dikkatini çekmişti. Ressamın gözleri… Görmüyordu! Onun görmediğini fark etmemişti. İçi acıdı birden.
Ressam, “Resmimi merak etiğimi biliyorum” derken kendini toparladı ve başını salladı. Ama sonra “Evet” dedi. Ressam, tuvali sakladığı yerden aldı; onun kucağına bıraktı. Karşısında çok güzel bir kız gördü. Tıpkı onun gibi bankta oturmuştu. Fakat elinde bembeyaz bir güvercin tutuyordu. O, ressamın gözlerinin ona bir engel olmadığını anladı. Ona hayran kalmıştı.
Ressam; “O, sensin” demesiyle birden şaşırdı. Ama ona hiç benzemiyordu. Ressam ; “Her gün buraya geldiğini biliyorum. Şaşırma sakın, gözlerim görmez ama kalbim görür ve senin ne kadar güzel olduğunu gördüm.” Çok şaşırmıştı. “Güzel mi?” dedi. “Evet” dedi ressam, “Bakmakla görmek arasında çok büyük bir fark vardır. Senin çok güzel bir ruhun var” dedi. Ressamın sözleriyle yüzüne gülümseme hakim olmuştu. Şimdi annesinin ne demek istediğini çok iyi anlıyordu.
YAZGÜLÜ TUNAR
YORUMLAR
bakarız ama çoğunlukla göremeyiz hiçbirimiz.
önemli olan iç güzelliktir derler hep.ne kadar da haklılar.dış güzelliği bozmak için sadece bir sivilce yeterli değil midir?ama insanın içini...
içinin hep güzel kalması dileğiyle.
Merve KUZGUN
balaban Kent Şairleri