Ve Rüzgar Aşktan Yana
Masanın üzerinde duran haplara baktı. Gözleri, küçücük ilâç kutusuna kilitlenmişti. Bir avuç içse babasına kavuşacağını biliyordu. Apansız gidişiyle dünyası kararmış, meydanı annesinin acımasız otoritesine bırakmıştı. Kendini bildi bileli annesiyle anlaşamazlardı. Babası her zaman yanında olur, ona arka çıkardı. Özgürlüğün olmadığı bir evde yaşamanın zorluklarıyla karşı karşıyaydı. Tutunacak bir dalı, gidecek yeri de yoktu. Kararını verdi. Elini masaya doğru uzattı ve aynı anda annesinin öfkeyle gürleyen sesini duydu. Telaşla hapları ortadan kaldırmaya çalışırken her biri suç delillerini açıklarcasına etrafa saçılmıştı. Annesi avazı çıktığı kadar bağırıyor, kapıyı yumrukluyordu.
_Aç şu kapıyı kör olası Fadime aç!
_Tamam, bir dakika açıyorum. Dedi genç kız, sinirlenerek. Yine neden kızmıştı acaba? Fadime diye seslendiğine göre ters giden bir şeyler vardı demek ki. Annesinin kasıtlı söylediğini çok iyi biliyordu. Herkesin, kendisine Fatoş demesini isterdi.
_Dolmaları yakmışsın, ben sana yemeğe bak demedim mi?
O sırada dağılan haplara bakarak:
_Bunlar da ne? Dedi genç kadın. Sesi biraz yumuşamıştı. Şaşkınlık içindeydi.
_Başım ağrıyor da.
_Neden döküldü peki?
Kapıyı açacaktım, elim çarptı.
Kadın, kızına şüpheyle baktı. Sözleri inandırıcı değildi. Yanakları kızarmış, başını önüne eğmişti. Haplardan birini aldı, aceleyle karşıdaki eczacıya gitti. Öğreneceğini öğrenmişti. Koşar adımlarla geri döndü.
_Yalancı! Uyku hapıyla baş ağrısı geçer mi?
Çıldırmış gibiydi. Bağırmakla bir şey elde edemeyeceğini anlayınca, acındırma politikasıyla ağlayıp dövünmeye başladı. Fadime başını kaldırıp göz ucuyla ona baktı. Karşısında saçlarını yolup dizlerine vuran bu kadın, az önce şahlanmış bir aslan gibi saldıran annesi değil miydi? Babası sağ olsaydı, “yapma be hatun, gitme kızın üstüne” derdi.
Bütün gece yağmur yağdı. Sabahın ilk ışıkları ile yağmur bulutları uzaklaştı. Yerini pembe bulutlara bıraktı. Camdan süzülerek gözlerine ulaşan gün ışığının kamaştırıcı renkleriyle erkenden uyanan Fatoş, önce pencereyi açtı. Sonra banyoya gidip fırçalar gibi yüzünü yıkadı. Ayak sesleriyle annesi de uyanmıştı. “Çayı koy” diyen emir sesiyle titredi. Mutfağa gitti. Çaydanlığı ateşe koydu. Mutfak camından gülümseyen gül dalına takıldı. Yağmur dindiği halde bir su damlası hâlâ yeşil bir yaprağın damarında oyalanmaya çalışıyordu. Adeta düşüp düşmeme konusunda tereddütlü gibiydi. Evin önünde küçücük bir bahçeleri vardı. Annesi çiçek meraklısı olduğundan, her mevsim bahçeden çiçek kokuları yükselirdi. Çiçekleri o da severdi sevmesine de; annesiyle tartıştıkları zaman gizlice bahçeye çıkar, gözüne kestirdiği çiçeğin yapraklarını koparıp görünür bir yere atardı. Böylece ona olan kızgınlığını göstermiş olduğunu düşünür, keyifle türkü söylerdi. Dalıp gitmişti uzaklara. Yine annesinin sesiyle uyandı. “Ne o geceler az mı geldi, şimdi de gündüz düşlerine mi başladın?” Artık onunla ters düşmek istemiyordu. Cevap vermeden kaynayan çay suyuna yöneldi. Çayı demleyip dolaptan kahvaltılık çıkardı. Kahvaltı boyunca hiç konuşmadılar. Bahçeyi çevreleyen tahta parmaklıklardan gözlerini ayırmayıp, babasıyla son konuşmalarını sessizce tekrarladı.
_Parmaklıklar tamir istiyor hanım. Bu sözleri Nurten Hanım’a söylerken Fatoş kiraz ağacının tepesindeydi. Dudakları yediği kirazların rengini almıştı. Ağaçtan seslenerek:
_Ben yaparım, demişti. Bu söz üzerine babası gülmüş ve:
_Yapabilir misin?
_Bundan kolay ne var, tabi ki yaparım.
_Tamam, malzemeler araç çantamda, yarın bitmiş olsun. Demişti babası. Oysa yarın yoktu. O gece yemek sonrası oturduğu çekyatın üzerinde yığılıp kalmıştı. Sonsuzluğa uyuduğu halde gözleri hâlâ açıktı. Onun ölümüyle çiçekler bile kokusunu kaybetmişti.
_Ne düşünüyorsun
_Hiç.
_Ne demek hiç, düşünüyorsun işte.
_Düşünmüyorum, rahat bırak da kahvaltımı bitireyim.
İkisi de sustular. Çatal kaşık sesleriyle buluşan kuş cıvıltıları arasında kahvaltıya devam ettiler. Genç kızın gözü parmaklıklardaydı. Zaman zaman o yönde yoğunlaşır, anılar denizinde kaybolup giderdi. Verdiği sözü tutmalıydı. Kahvaltı sonrası babasının alet çantasını çıkardı. Çivi, keser, işe yarayacak ne varsa ortaya döktü. Alışık olmayan parmakları yara bere içinde kalmıştı ama akşam olmadan kırık tahtaları onarıp tüm tahtaları, dökülmüş boyaların esaretinden kurtararak beyaz bir tabloya dönüştürmeyi başarmıştı. Bahçenin yeni görünümü ve annesinin beğeni sözleriyle keyfi yerine gelmişti. Kendini kuş gibi hafif hissediyordu. Arka bahçedeki kiraz ağaçları; taç giyme törenindeymiş gibi ılık bir meltemin gösterisiyle, bir aşağı bir yukarı dallarını sallıyorlardı. Büyük bir olasılıkla bahçenin yeni görünümünü onlar da sevmişti. Burada daha ne kadar yaşayabileceği düşüncesiyle uzak bir köşede sessizce duran pembe bulutlarla düşler kurduğu sırada yoldan geçen okul arkadaşı Ahmet’i fark etti. Üstü başı hatta saçları boya içindeyken ona görünmemek için kiraz ağacının arkasına saklanmak istediyse de yakalandı. “Bahçeniz çok güzel görünüyor Fatoş, sen mi yaptın?” Genç kız bayılmamak için ağaca tutundu. Yanakları kızarmış, bedeni kontrolünden çıkmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Utancından iki büklüm olmuştu. Fısıltılı bir sesle sadece teşekkür edebildi. O sırada yolun karşısındaki iki katlı evde oturan Nurten hızla pencereyi kapattı. Bu kızı hiç sevmemişti. Aralarında; nedenini bilmediği gizli bir rekabet ya da düşmanlık sürüp gidiyordu. Bir süre Ahmet’in arkasından baktı. Geniş omuzlarını, yürüyüşünü arada geri dönüp gülümseyerek bakışını hafızasına kazırcasına tekrarladı. Annesinin sesiyle içeri girdi. Annesi:
_Aynaya baktın mı, dedi. Bakmamıştı. Koşarak banyoya girdi. Yüzü boya içindeydi. Ya Ahmet gördüyse! Görmüştür, kesin görmüştür. Utancı daha da arttı. Belki de bu yüzden gülümsüyordu. Derisini yüzercesine yüzünü yıkamaya çalıştı. Annesi mutfaktan seslendi;
_Boşuna uğraşma, suyla çıkmaz. Tinerle sil, dedi.
_Hiç kalmamış.
_O zaman boyalı yüzle gezmeye devam et.
Boya yaparken kullandığı bez parçasının işe yarayacağını düşünerek bahçeye çıktı. Gül dalında asılı duran bezi aldı ve tinerle ıslatılmış yanını yüzüne sürttü. Boyalardan iz kalmamıştı. Yıkanıp temizlendikten sonra aynanın karşısına geçti. Yine annesinin sesi gürledi.
_Yemek soğudu, acele et biraz.
_Tamam, anladık. Aynadaki görüntüsünü hayranlıkla seyretti. Ahmet şimdi görmeliydi onu. Acaba hakkında ne düşünüyordu kim bilir! Gözlerindeki ışıltıyı hatırladıkça yüreği deli gibi çırpınıyordu. Oysa âşık olmaktan ölümüne korkardı. İçindeki heyecana isim bulamıyordu. Ya annesi anlarsa, ya biri onları konuşurken görürse! Korkuların pençesinde yaşamak kolay değildi. Ancak, rüzgârın önüne de geçemiyordu. Hep susuyordu ama içi bir türlü susmuyordu. Geceleri onu hayal etmekten kendini alamıyor, acımasız bir tutkunun kolları arasında çaresiz çırpınışlarla savaşıyordu.
_Sabah erken kalkacağız unutma.
_Neden?
_Senin aklın nerede kız? Veraset ilamı için mahkemeye gitmeyecek miydik?
_Yarın mıydı?
Kadın sinirlenerek ellerini havaya açtı.
_Akıl fikir ver Allah’ım. Akşama da Nurtenler gelecek.
Nurten adını duyunca gerildi.
_Aman çok lazımdı, gelmesinler.
_Ne demek gelmesinler? Gelecekler işte. Sen salata işini hallet, ben de hamur işlerini, akşamdan hazır olsun ki yarın rahat edelim.
Fatoş iyice çileden çıkmıştı. Elindeki kaşığı hızla masaya çarptı. “Yorgunum, yapamam, onları da görmek istemiyorum” dedi.
_İstemesen de göreceksin. Annesi benim arkadaşım. Sen de Nurten’le odanda oturursun.
_Ölürüm daha iyi.
_Bana bak, beni delirtme. Ne dedimse o olacak, konu kapanmıştır.
Annesinin çılgın bakışları karşısında durumun ciddiyetini anlayınca, direnmekten vazgeçti. En büyük korkusu Nurten’in onun hakkında söyleyeceği sözlerdi.
Okulların açılmasını dört gözle bekliyordu. Biraz olsun içinde bulunduğu savaş alanından uzaklaşacak, Ahmet’i daha sık görebilecekti. Ya Nurten bir şey söylerse! Korkusu giderek artıyor, soğuk terler döküyordu. Sokağa bakan küçük penceresinden yıldızları seyrederek uyumaya çalıştı. Bölük pörçük bir gecenin ardından sabahın erken saatleriyle yola çıktılar. Mahkeme salonu gürültülü bir kalabalığın esiri olmuştu. Bir apartman yöneticisi komşuları tarafından tartaklanmış, saymakta zorluk çektiği bir grup insan, ifadeleri alınmak üzere mahkemeye çağırılmıştı. Öfkeli kalabalığın sesi dinmek bilmiyordu. Onlara bakarken; hiç tanımadığı dertlerle uğraşan, eriyip dağılan şiddetin içinde yer almadığına sevindi. Avukatların biri gidip, bir diğeri geliyordu. Mübaşir arada kapıyı açıyor, ciddi bir tavırla elindeki dosyaya bakarak sırası gelenin adını okuyordu. Nihayet sıraları gelmiş, içeri alınmışlardı. Oturdukları gecekondu ile emekli maaşlarından başka bir şeyleri olmadığından işleri uzun sürmedi. İkinci mahkemede veraset ilâmını hemen aldılar. Akşam olmadan eve varmışlardı ancak yarım saat geçmemişti ki, Nurten ve annesi damladılar.
Korktuğu başına gelmemişti. Hoş sohbet, neşeli bir gece geçirdiler. Üstelik bahçenin yeni görüntüsünü övgüyle bitiremediler. Gecenin geç saatlerine kadar oturduktan sonra misafirlerini geçirmek üzere bahçe kapısına çıktılar. Ay ışığı ormanın tepesinde dolaşıyordu. Bir süre gökyüzüne yaslanmış duran ormanın arkasında neler olabileceğini hayal etti. Oraları hiç görmemiş, kendi dünyasında masallar yaratmıştı.
Sabahın erken saatlerinde perdelerin kıvrımlarından sızan güneş ışığının yüzüne yansımasıyla uyandı. Camı araladı. Orman dinlenmeye çekilmiş gibiydi. Ne kadar sakin görünüyordu! Oysa karıncalar ağaç gövdelerinde itişip dururken, uzaktan bir kuş sesiyle hüzünlü melodiler yankılanıyordu. Belki de eşini çağırıyordu. Ahmet’le ormanın arkasında yaşamayı düşledi. Çocuklarını çok sevecek, azarlamayacak, kızıyla arkadaş olacaktı belki de.
Okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı. Hazır maaşı almışken alışveriş yapmak istedi. Annesi hiç oralı olmadı. Sonunda ağzından baklayı çıkardı.
_Okul işini unut. Masrafları karşılayamam, dedi. Genç kız bayılacak gibi oldu. Ağladı, tepindi, ne yaptıysa annesini kararından döndüremedi. O günden sonra hiç konuşmadılar. Genç kız iyice içine kapanmış, üzerine düşen görevleri yaptıktan sonra bir daha odasından çıkmaz olmuştu. Gözlerindeki ışıltı giderek sönüyordu. İntiharı bile becerememişti. Bir deli rüzgâr gibi oradan oraya savrulup duruyordu. Arkadaşları okul dönüşü evlerinin önünden geçerken; perdenin arkasına saklanıp gizlice onları izliyor, ara sıra Nurten’e uğrayarak Ahmet’ten haber alıyordu. Bir defasında Nurten’in getirdiği haberle yeniden canlandı. “Söyle üzülmesin, beklesin. Onu kaçıracağım” Demiş.
Kış kapıya dayanmıştı. Birkaç yüz metre ötede genç kızlar için elişi kursları açıldı. Annesi ona sormadan kayıt yaptırmış. Bir süre düzenli olarak kursa devam etti. Kurs çıkışı gizlice Ahmet’le buluşup ayaküstü konuşuyor, ürkek bir ceylan gibi görülmekten korkar gözlerle etrafını kolluyordu. Kaçamak buluşmalar; zamanla yerini, okul ve kursu terk eden, birkaç saatlik uzak gezmelere bıraktı. Önceleri işler istedikleri gibi gidiyordu. Ta ki, Hatice Teyze’ye parkta yakalanıncaya kadar. El ele tutuşmuş oturuyorlardı. Soğuktan büzüşen ellerini birbirine kenetlemiş, soğuk dağlara sevdalarını yazarcasına karakışa meydan okuyorlardı. Sonunda korktukları başlarına gelmişti. Kadının delici bakışları karşısında her ikisinin de huzuru kaçtı. Artık eve gidemezlerdi. Hızla düşünüp çabuk karar vermeleri gerekiyordu. Ahmet aniden yerinden fırladı.
_Kalk, gidiyoruz.
_Nereye?
_Nereye olursa.
_Evlerimize gidebilir miyiz sanıyorsun?
Fatoş boynunu büktü. Gidemezdi. Babasının korkusundan Ahmet de gidemezdi.
Birlikte Ahmet’in dayısının oturduğu mahalleye gittiler. Genç kız arka sokakta beklerken; Ahmet de dayısının at arabasını almak üzere çiftliğe doğru yürüdü. Kısa bir süre sonra arabayla birlikte kızın yanına geldi.
_Atla, dedi.
_Nasıl aldın?
_Babam istedi dedim. Gülüşerek arabaya bindiler. Nereye gideceklerini bilmeden, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen isimsiz bir yolculuğun arifesinde ve ağızları kulaklarına vararak yol boyu gülümsemeyi unutmuş erguvanlar arasından son sürat geçtiler. Tek bildikleri beraberlikleriydi. “Deh!” Dediler aynı anda ve coşkuyla, “deh!” Atlar ormana doğru uçuyordu. Yıllardır merak ettikleri ormanın ötesine giden yolu yarılamışlardı bile. Arkada bıraktıkları tekerlek izleri bir süre sonra ince bir kar tabakasının esiri olmuş, meçhule giden yolun üstü tamamen kapanmıştı. Ve rüzgâr aşktan yana esiyordu.
Suna Doğanay
YORUMLAR
çok güzeldi. sonlara doğru konuyu yakaladım ama sanki bu öykünün gerisi varda getirilmemiş geldi bana...bilerekmi böyle bıraktınız...uzun emek verilerek hazırladığınız belli ama kafamda soru işareti kaldı... yinede güzeldi kutlarım...
suna
DİLEK YILDIZI
ama okuyucu olarak güzel bir öykü okudum...tekrar eline sağlık...