- 678 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUAVİN
Minibüs muavinliği yapan çocukları bilirsiniz. Kimisi yaz tatillerinde babaları tarafından “eti senin, kemiği benim” hesabıyla tanıdık bir minibüsçünün yanına verilmiştir; kimisi de mecburdur çalışmaya: ya babası olmadığı veya hasta olduğundan evine ekmek götürmek zorundadır ya da okuyamadığı için bir meslek sahibi olması gerekmektedir. Her ne sebeple bu işi yapıyor olurlarsa olsunlar, onurlu çocuklarıdır onlar şehrin. Çok çabuk büyürler, tıpkı çalışmak zorunda olan diğer çocuklar gibi.
Günleri, “Evet ön taraf, ücretler! Arkadan ücretini göndermeyen, parasının üstünü almayan var mı? Köşe, cami var mı? Sağda indiiir! Devam eet! Arkaya doğru ilerleyelim! Usta, iki yimbeşlik, bi ellilik gönder!” demekle, ücret toplamakla, para üstü vermekle, minibüsün kapısını açıp kapatmakla geçer bu çocukların. Belki o kadar da zor değildir, bilmiyorum ama, bir taraftan minibüse kaç kişi bindiğinin, yolda inenlerin binenlerin, para üstlerinin hesabını yaparken, bir taraftan da duraklara gelmeden, inen olup olmadığını sorup, şoförü yönlendirmelerine, seferi düzenlemelerine şaşırıyorum.
Şimdi sözünü edeceğim muavin çocuğun hangi sebeple çalıştığını bilmiyorum. Aslında bu hiç de önemli değil. Yine aslında o çocuğun bana davranışı, böyle, uzun uzun anlatılmayı gerektirecek öneme sahip bir şey miydi, onu da bilmiyorum (Sen de hiçbir şey bilmiyorsun kardeşim! demeyin.) Ama insanın bir şeyden etkilenmesi, ders çıkarması için, başından çok önemli olaylar geçmesi gerekmiyor. Sözünü bile etmediğimiz ve her an yaşadığımız öyle küçük olaylar var ki doğru anlamlar yüklediğimiz zaman büyük kapılar açılıyor önümüzde.
* * * * * *
Minibüs ücretleri TL üzerinden on bin lira iken bir gün, cebimde sadece bir on bin lirayla, işe gitmek için evden çıktım. Bir minibüs rastladı ve bindim. Kalabalıktı; oturacak yer olmadığı gibi ayakta da birkaç kişi vardı. Ben de bir yerlere sıkıştım, minibüs hareket etti. Çıkarıp parayı verdim muavine. Cebimden çıkarıp uzatırken, ne paraya ne de muavine baktım. Etrafı seyretmeye devam ediyordum ki on bir – on iki yaşlarındaki muavin çocuk koluma dokunup “abi” dedi, “bu beş bin lira; beş bin daha vereceksin!” Hayda! Bak şu işe, be bin miymiş! Nasıl olur, on bin olduğunu sanıyordum! Bakmadım da… Cebimi dışarıdan elimle yokladığımda, içindeki metal yuvarlağın on bin lira olduğuna adım gibi emindim. Aslında her zaman, dıştan yoklayarak, cebimde hangi paranın olduğunu anlarım. Bu defa ne oldu da yanıldım. Evden, ne güzel, başka param olmasa da, bu on bin beni çarşıya götürür diye düşünerek, huzurla çıkmıştım. Bu da neyin nesiydi? Simitçiden simit almıyordum ki para eksik çıkınca, ‘kalsın!’ diyeyim. Minibüse binmiştim ve minibüs hareket etmişti. Hay Allah! Dokunma duyum mu köreliyordu, yoksa –psikoloji derslerinde adına bir şey diyorlardı- bir nesneye dokunarak ne olduğunu anlama özelliğimi kaybediyor muydum? Nasıl oldu da paranın beş bin lira olduğunu fark etmedim.
Bozuntuya vermemek için sembolik bir törenle üzerimi ararken, çocuk bana bakıyor ve ben endişeyle, bir taraftan, durumu fark etmeleri muhtemel diğer yolculardan gözlerimi kaçırmaya çalışıyor, bir taraftan da ne söyleyebileceğimi düşünüyordum. Benim söyleyeceğim neyse de, muavin çocuğun yapabilecekleri endişelendiriyordu beni. Çünkü söylenmesi gereken cümleyi nasıl kurarsam kurayım, hangi kelimeleri kullanırsam kullanayım, aynı kapıya çıkacaktı; ‘başka param yok’ diyecektim. Muavin, çocuk değil de bir genç olsaydı, ben başka param yok deyince, “Kardeşim, paran yoksa niye bindin!” diye yüksek sesle çıkışır ve ben de rezil olurdum herhalde. Muavinin çocuk olması, benim için bir artı gibi gözükse de – çünkü o yaşta bir çocuğun benim yaşımdaki bir ağabeyine öyle söyleyemeyeceğini düşünüyordum- çocuk olduğu için onun da nasıl tepki verebileceğini kestirmek zordu, işin kötü tarafı. Ya şoföre bağırırsa! “Abi, bu beş bin lira verdi, başka parası yokmuş.” Ya o da “Paran yoksa yürüseydin!” derse… Ya şoföre söyleyip beni indirtmeye kalkışırsa! Ya varlıkları sebebiyle, içinde bulunduğum bu durumdan bu denli sıkıldığım tıka basa dolu yolcular, şimdiden üstümde toplamaya başladıkları utandırıcı bakışlarını, olabileceğine ihtimal verdiğim bu şeylerden sonra daha da keskinleştirirlerse! Yürümek neyse de – en fazla işe geç kalırım- onca insanın bakışları, şoförün ve muavinin homurdanmaları eşliğinde minibüsün basamaklarını inip oracıkta, yolun kenarında kalakalırsam! Hele bir de ben indikten sonra, minibüste hakkımda birtakım şeyler konuşulursa! Olamaz, bütün bunlar korkunç düşüncelerdi ve hiçbirisi olmamalıydı. Of Allah’ım! Sadece işime gitmek istiyordum. Keşke yürüyerek…
Geri dönüşü yoktu bu işin. Yapacak bir şey olmadığını anlayınca, ceplerimi yoklamayı bıraktım; bütün cesaretimi toplayarak çocuğun kulağına eğildim ve utana sıkıla söyledim: Başka param yok! Bana çevrili olmayan bir iki yüz daha çevrildi üstüme. Halbuki ne kadar da kısık sesle söylemeye çalışmıştım. İnsanlar da ne tuhaf. Bazen top patlasa duymazlar; bazen de karınca sesine kulak kabartırlar. Tamam, benim çocuğa fısıltıyla söylediğim, bir karıncadan daha fazla ses çıkardı, kabul ediyorum. Araba gürültüsünde daha kısık sesle söyleyemezdim de zaten. Hem varsayalım ki bağırarak söyledim, bu onları ne ilgilendirirdi ki! O an kıpkırmızı olduğumdan adım gibi emindim ve muavin çocuktan başka kimseye bakmamaya çalışıyordum. Çocuğun hareketleri yavaş yavaş değişti. Tıpkı yavaş çekimde bir film seyrediyor gibiydim. Biraz sonra korktuğum başıma gelecekti.
O da ne? Çocuk bana göz kırpıyor, hayır kırptı, evet göz kırptı; başını hafifçe yana eğdirip kaldırdı; tam ben ‘kusura bakma!’ diyecekken, “Tamam abi, bir şey olmaz” dedi, deyiverdi sessizce ve işine devam etti. Bitti mi her şey, yani hiçbir şey olmadı mı? Yani şu birkaç saniyede olup bitenler… Üstümden başımdan şiir dökülüyordu. İnanamıyordum. İnansam iyi edecektim; çünkü durağım yaklaşıyordu. İlk defa, ‘köşede inecek var’ değil de ‘beni köşede indirir misin’ dedim bir muavine.
Minibüs muavinliği yapan çocukları bilirsiniz. Onurlu çocuklarıdır onlar şehrin. Çok çabuk büyürler, tıpkı çalışmak zorunda olan diğer çocuklar gibi.
Şimdi kendi arabamla işe gidiyorum. O çocuğun yüzünü bile hatırlamıyorum. Ama ne zaman aklıma gelse, sevgiyle anıyorum. İşi rast gelsin!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.