- 704 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜRŞAT
Hayatının bir gününü daha gereksiz işlerle harcamıştı, birazdan uykuya dalacak ve sabah kalktığında ona belirlenen zaman diliminin bir 24 saatini daha sömürmeye başlayacaktı.23 yaşında,orta boylu,kendine güveni tam,sosyal ilişkileri iyi bir gençti Kürşat. Hayat tarafından devamlı tecavüze uğramış biri olarak çok da sorunlu bir kişiliği yoktu aslında.Hatta birçok olumlu özelliği vardı.Birçok arkadaşa sahipti ve onlarla vakit geçirmekten hoşlanırdı, arkadaşları da onunla vakit geçirmeyi seviyordu.En azından Kürşat öyle düşünüyordu.Diğer hobileri bilindik şeylerdi.Boş boş gezmek,boy geçmeyen yerde yüzmek,okuldan kaçıp internet kafeye gitmek,yıl boyunca Fener lehine tezahurat yapıp yıl sonunda göt olmak,fırsat bulduğu her an uyumak ve ders çalışmamak gibi diğer insanlardan farksız şeyler yapmaktan hoşlanırdı.Ders çalışmamak onun için bir hobi olduğundan otomatik olarak tüm gününü bir hobisini gerçekleştirerek geçiriyordu ve bunun için kendisini mutlu hissediyordu.Günün her anı, içinde uyuma isteği barındıran bir insandı Kürşat.Ama ona tembel,ruhsuz,uykucu,uyuz gibi terimler yakıştırmak yersizdi.Çünkü o uyumayı hayatın boktanlığından bir süre kaçış olarak görüyordu.Uyuyunca mutluydu,en azından uyanıkken hiç olmadığı kadar…
Uyumaya bu kadar düşkün olan Kürşat nedense bu gece bir türlü uyuyamıyordu. Ani bir dönüş yaparak yatağın yaylarından yüksek seste bir gıcırtı oluşturdu. Öyle yüksek seste bir gıcırtıydı ki dışardan biri duysa ‘Bu odada ne oluyor lan’ diyerek yanlış anlayabilirdi.Pencereden dışarı doğru baktı Kürşat. Gecenin sisi mi yoksa hava kirliliği mi olduğuna karar veremediği buğu,ayın o bembeyaz ışığının önüne geçmişti. Gri renkte bulutlar ayın altından 23 Nisan çocukları gibi akıp geçiyorlardı.Gece son derece sessizdi.Bu durum Kürşat’ın çok garibine gitmişti.Çünkü ev, ana caddenin hemen yanındaydı ve trafiğin o berbat sesi, kulağına oradan da ruhuna işlemişti adeta.
Bu sessizlik yavaştan yavaştan onu ürkütmeye başlamıştı.Caddede tam anlamıyla kıyamet sessizliği vardı.Normal şartlarda gecenin bu saatinde trafik akışı yoğun olmazdı tabi,ancak içi psikopat dolu modifiyeli şahinler geçerdi en azından.Ama bu gece onlarda yoktu…Karanlık,rengini kaybetmiş ay ve bu ölüm sessizliği Kürşat’ın kanını donduruyordu.Bu gece diğer tüm gecelerden farklıydı...
En az bundan önceki kadar yüksek seste bir gıcırtı daha oluşturarak pencereye sırtını döndü. Babasının ölümünden beri çok fazla düşünür olmuştu Kürşat. Aslında bu durumdan kendisi de rahatsız oluyordu, her şeyi bu kadar çok düşünmesi gereksizdi.Bir Goethe değildi, bir Sokrates değildi,sadece Kürşat’tı.Aslında onu bu kadar çok düşündüren asıl konununda bir ucu buna dayanıyordu.O sadece dünyada yaşayan bilmem kaç milyar,boktan insandan biriydi.Hayatı ne kadar dolu dolu yaşarsa yaşasın,insanlarla ne kadar çok ilişki kurarsa kursun, bir gün son nefesini verdiğinde, arkasında bir ayı geçmeyecek bir hüzün halinden başka hiçbir şey bırakmayacaktı.Unutulacaktı.En yakın arkadaşları bile birkaç aydan sonra adını ağızlarına almayı bırakacaklardı. Bu unutma süreci, en uzun vadeli olarak ailesinde yaşanacaktı tabi ki.Aslında aile, onun için çok geniş bir kavramdı.Annesinden başka kimsesi yoktu hayatta.Bir gün öldüğünde sadece annesi onu hiçbir zaman unutmazdı. Tabi o gün geldiğinde annesi hayatta olursa… İşte belki ölümden daha fazla korkutan şey buydu Kürşat’ı.
Pencereye adeta küsmüş gibi sırtını dönmüştü. Gözlerini, yatmadan önce çiğnemeyi bırakıp masaya yapıştırdığı sakıza odaklamış, hiç kıpırdamadan duruyordu.Burnunda bir kaşıntı hissetti birden.Bir süre burnunu kaşıdı fakat bu hareket, kaşıntısını geçirmediği gibi, tüm organlarının çok bir süre durmasına yani hapşırmasına neden olmuştu.İşaret parmağını hapşırmanın etkisiyle gevşemiş burun deliğine soktu ve ahenkli,dairesel hareketlerle yeni kurumuş yeşilimsi bir sümük çıkardı burnundan.Sümüğü baş parmağının üstüne aldı ve işaret parmağıyla güçlü bir vuruş yaptı ondan kurtulmak için.Fakat bu seferde işaret parmağına yapışmıştı.Tekrar baş parmağına alarak aynı hareketi tekrarladı ama yine kurtulamadı.Parmağını sakince yatağın altındaki tahtaya doğru uzattı ve sümüğü oraya yapıştırdı.
Gece yarımı çoktan geçmişti.Kürşat o gün boyunca yaptıklarını analiz etmeye başladı.Günün yorumunu yapıyordu adeta…
İnsanları çok fazla sevmezdi Kürşat.Herkese çok yakın gibi gözükürdü ama aslında herkesten bir o kadar uzaktı.Bu durum da babasının ölümünden beri süregelen bir şeydi.Nedeni belki de o dayanılmaz acıyı yaşadığı günlerde yanında hiçbir dostunun olmayışıydı.Mutlu olduğu,neşeli günlerinde ondan iyisi yoktu. Çevresinde bir yığın insan topluluğu olurdu.Fakat işte tam o zamanda ne bir arayanı ne de soranı olmuştu. Sessiz bir köşeye çekilip ağlamıştı günlerce.Yalnızdı.Dost bildiği insanlar aynı zamanda ise hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlardı.Okuldan kaçıyorlardı, ‘Counter’ oynuyorlardı.Hiç durmadan geziyorlardı.Onlar için değişen bir şey yoktu,sadece aralarında bir kişi yoktu ve en büyük sorunları ‘Counter’ oyununda 4’e 4 takım kurmak için 8. adamı bulamamalarıydı.Kürşat’ın yerine…Tüm bu süreç boyunca hiçbiri Kürşat’a kuru bir geçmiş olsun demekten ileri gidemedi.Kürşat ise sadece onların mutlu tablolarını izledi uzaktan.Uzun bir zaman kendisinin de bir parçası olduğu bu mutluluk tablosunu…Tabi ki hiçbirinden onunla beraber ağlamasını beklemiyordu ama tek istediği birazcık destekti.Bu desteği görememenin verdiği hüzün, onlardan duyduğu her kahkahayla bir kat daha büyüyordu Kürşat’ın içinde.
Bunları düşünürken karnında korkunç bir ağrı hissetti. Tabi bu ağrı, yaşadığı kötü anıları aklına getirmesinden değil,akşam yemeğinde yediği barbunyanın etkisindendi.Kendini hiç tutmaya gerek duymadı.Sessiz ve üfürük tonunda osurdu uzunca bir süre.Hemen sonra odaya yayılan yoğun metan gazı tabakasını solumaya başladı.Odanın havası değişmişti sanki.Bu durum hoşuna gitmiş gibiydi Kürşat’ın.Her zamankinden daha sık soluyordu sanki.Tam o an annesi kapıyı açtı.Saat gecenin 2’siydi ve annesi her gece yaptığı gibi lüzumsuz bir teftiş yapıyordu evin içinde.Kapıyı açar açmaz yüzündeki aptal,uykusuz ifade, buruşuk ve tiksinmiş bir hal almıştı kadının.Elleriyle burun deliklerine bastırarak basınç uyguladı ve hızlı adımlarla pencereye yöneldi.Çok sessiz bir tonda ‘Kürşatım altına mı sıçtı yaaww’ diye söylendi ve hemen pencereyi sonuna kadar açtı.Kürşat ise gözlerini tamamen kapamış ve uyuyor numarası yapıyordu. Aslında göz kapaklari kıpır kıpırdı, hiç beceremiyordu uyuyor gibi yapmayı.Tıpkı yalan söylemeyi beceremediği gibi…Kadıncağız pencere ışığından başka hiçbir şey göremediğinden anlamadı Kürşat’ın uyanık olduğunu ve sessizce odadan çıkıp gitti.
Kürşat kapanan kapı sesini duyar duymaz gözlerini açtı.Annesinin bu gereksiz teftişi uykusunu iyice açmış gibiydi.Gözleri az öncekinden daha fazla açıktı ve yine o gözler birden parlak ay ışığına odaklandı.Gecenin sisi mi yoksa hava kirliliği mi olduğuna karar veremediği buğu,6 aydır silinmeyen camın kirinden başka bir şey değildi.Ay her zamanki gibi parlaktı.Dışarı doğru kafasını uzattı ve modifiyeli bir şahinin geçtiğini gördü.Her şey aynıydı,diğer geceler gibiydi.Hayat her zamanki gibi sıradandı ve bundan sonra da sıradan olmaya devam edecekti…
Hayattan birçok şey öğrenmişti Kürşat.İnsanlara güvenmemeliydi,hiç kimseyi çok fazla sevmemeliydi,değer vermemeliydi. Diğer insanlar gibi iyi gün dostu olmalıydı,kötü gününde ise kendi kabuğuna çekilmeliydi.İnsanları sadece bir eğlence aracı olarak görmeliydi ve hayattaki bu kısa rolünden kazanabileceği en büyük karı kazanmalıydı.
Bir gün herkes gibi Kürşat’ta ölecekti ve o gün gelip geçtiğinde onu, belki çocukları belki de onların çocukları hatırlayacaktı. Sonra Kürşat’ta diğer ölen milyarlarca insan gibi mezar taşından başka hiçbir şeye sahip olmayacak ve adı tek bir kişi tarafından bile ağza alınmayacaktı.
‘Belki bir gün...’ dedi içinden ‘Belki bir gün kalıcı bir şeyler bırakabilirim’ diye düşündü.İnsanlar onu daima hatırlayabilirdi böylece.Tarihin altın sayfalarına kendine yer bulabilmek kadar karlı ne olabilirdi ki.İnsanlar Kürşat öldükten yıllar sonra bile onu konuşmalıydı.Bu ölümsüz olma hayali yüzünde tatlı bir tebessüm oluşmasına neden olmuştu birden.Kendini yeni bir hayal peşinde bulmuştu ve hayal bile olsa bunları düşünmek güzeldi.Uzun bir süre hayallerden hayallere geçiş yapmaya devam etti.Bu gece daha çok uzun olacaktı…
İsmail PİŞER’in kaleminden...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.