MAZLUMUN AHI
MAZLUMUN AHI
Gece yarısı yatağımda huzursuz, sağa-sola dönerken diş gıcırtısıyla irkiliyorum. “Uğur! Uğur!” diye sesleniyorum. Hemen aklıma gelen o oluyor.
Yavrum benim... İki yaşındayken havale geçirmeye başladı. O günden sonra ben uyurken ona bir şey olur da duymam diye uykular bana haram oldu. Uyuyamıyorum, gözlerim kapanmıyor. Korkuyla yerimden fırlıyorum. Yavrum... Dişleri kilitlenmiş, nefes alamıyor. Bembeyaz teni simsiyah olmuş, ateşler içerisinde yanıyor. Hemen eşimi uyandırıp çocuğu soğuk suyun altına sokup ateşini düşürmeye çalışıyoruz.
Yok... Bu sefer ne yapsak fayda vermiyor. Ateşi düşmediği gibi bir türlü ayılmıyor. Korkudan, üzüntüden elim, ayağım titriyor. Güçlükle ayakta durmaya çalışıyorum. Derhal hastaneye gitmemiz lazım. Yakında oturan ablama koşuyoruz bir umutla... Uykulu gözlerle bize kapıyı açıyor. “Uğur çok hasta. Hastaneye gitmemiz lazım” deyince, “İyi götürün o zaman” diyor. “Yol parası var mı?” diye o sormuyor, ben de söylemiyorum. “Gerçi her zaman yardım ederdi ama, o an düşünemedi” diyorum. Yüreğimdeki acının üstüne bir de yokluk ekleniyor. Yola koyuluyoruz.
Eşim “Bende para yok” deyince, “Varsa da harcayıp bitmiştir, eminim” diye düşünüyor ve “ Bende var” diyorum. Ördüğüm dantellerden aldığım üç-beş Lira elimde kalmış. “Bizi hastaneye götürür ama, dönüşte yürürüz” diyorum. Tabi yürümek mümkünse... Yola devam ediyoruz. Dolmuşa bineceğimiz Dörtyol köprüsü üç kilometre uzak bir mesafede... Gecenin ilikleri bile dondurucu ayazında buz tutmuş, taş döşeli yolda düşmeden yürümeye çalışıyoruz.
Uğur’ umun sesi hiç çıkmıyor. “Ne olur, dayan oğlum, az kaldı minibüslerin geçtiği ana yola çıkmamıza” diye yalvarıyorum adeta... Çok şükür bir minibüs görüyoruz. O da son arabaymış. El sallıyoruz, durmayıp yavaşlıyor. “Ne olur abiciğim, oğlum ölüyor. Bizi hastaneye götür” deyince, “Hayır ben Kartal köprüsüne kadar gideceğim, götüremem” diyor. “Olsun ona da razıyım. Oradan hastaneye kadar yürürüz. Ne olur, Allah rızası için.”
Durmuyor, durduramıyoruz. Gaza basıp gidiyor.
O an, hayat benim için duruyor. Zaman da duruyor. Oğlumun nefes alışları iyice azalıyor. Ümidim kayboluyor. Bir kuş kadar hafifliyor kollarımda... Çektiğim acıdan kanım donuyor damarlarımda. Hareket edemiyorum. Tek duyduğum, giderken minibüsün tekerlerinin buzların üzerinde çıkardığı sesler yükseliyor kulaklarımda... Allah’ım bu ne büyük bir acı. Sesim kısılıyor, feryatlarım içimi yakıyor. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülürken buz tutuyor. Ben bir şey hissetmiyorum. İstemeden de olsa dudakla- rımdan “Allah’ımdan dilerim, kaza yaparsın. İnşallah tekerlerin ters dönsün” diyorum. Yürüyoruz.
Biraz gittikten sonra bir araba yavaşlıyor. “Gecenin bu saatinde nereye gidiyorsunuz kardeşim?” diye soruyor. Umutsuzca “Hastaneye” diyoruz. “Çabuk arabaya binin” diyor. Açılan kapıdan şaşkınlıkla biniyoruz. O soruyor, ben anlatıyorum. Gözyaşlarım sel oluyor. Uğur’um uyanmıyor. Daha sıkı sarılıyorum “ Canım oğlum!..” diye. Allah’ın izniyle hastaneye geldiğimizde acildeki nöbetçi doktora haykırıyorum. Yine gözlerimde yaşlar. “Oğlum havale geçirdi, uyanmıyor. Ne olur, oğlumu kurtarın. Yalvarırım!..”
Diğer doktorları çağırıp bizi dışarı çıkarıyorlar. Perişan bir halde bekleme salonunda koltuğa yığılıyorum. Bekliyoruz. Ne kadar zaman geçti, bilmiyorum. Doktor beni çağırıyor, hemen içeri giriyorum. Ah yavrum!.. Sanki derin bir uykudan uyanmış, yeşil gözleriyle, merakla etrafa bakıyor. Yine bembeyaz, mis tenini öpüp kokluyorum. Canım oğlum!.. Allah’a şükürler olsun. Doktor “Her şey yolunda, korkmayın, şimdi çok iyi, gidebilirsiniz” diyor. Dışarısı iyiden iyiye buz kesmiş.
Bakıyorum, sesimi çıkarmıyorum. Olsun, önemli değil. Oğlum iyileşti ya... Yürürüz. Sonra eşimin abisi o semte yeni taşınmış. Onu hatırlıyorum. Evini bilmiyorum ama eşim biliyormuş. “Peki,oraya gidelim” diyorum. Gidiyoruz. Kaynım, kapıyı açıp bizi gördüğünde şaşırıyor. Olanları anlatıyoruz, çok üzülüyor. Uğur’u bebekliğinden beri çok sever, biliyorum. ”Bu gece burada kalın” diyor. “Kalamayız, evde iki çocuk daha var. Onların yanına da Bülent’i bıraktık. Ablamın oğlu, o da daha çocuk sayılacak yaşta.” “Siz gidin, Uğur’u bırakın o zaman” diyor. Hiç tereddüt etmeden bırakıyorum. Benim kadar iyi bakacağına eminim. Gönlüm rahat, bedenim yorgun bir vaziyette yola koyuluyoruz. Hiç ses yok. Gecenin karanlığında ayak seslerimizi duyuyoruz. Konuşmuyoruz da ...
Ne konuşabiliriz zaten ... Ben konuşmaya çalışsam, kavga çıkarıp ağlatıyor. Susuyorum. Yaşadığım hayata, çektiğim sıkıntılara sabrediyorum sessizce. Yokluklara göğüs geriyor, şikayet etmiyorum. “Ben anneyim, anne!..Yirmi üç yaşında ...”
Ben bu düşünceler içerisindeyken yine bir araba geliyor. “Nereye bu saatte? Ben e-5’ten gidiyorum. Dörtyol köprüsüne kadar götürebilirim” diyor.
Allah razı olsun. Hala insan gibi insanlar varmış. Artık ayaklarımı hissetmiyorum. Ayakkabılarım o kadar eski ki; ayağım yere değiyor, ama üşümüyorum. Köprüye geldiğimizde araba duruyor, biz iniyoruz. Dualarla ayrılıyoruz. Bir de ne görelim; Hani bizi almayan minibüs var ya... Kaza yapmış, ters dönmüş ve hala tekerleri havada dönmeye devam ediyor.
YORUMLAR
BU öyküyü okuyunca tüylerim diken diken oldu desem inanırmısınız bilmem. Neden derseniz aynısını sanki ben yaşadım siz kopya yapmışsınız gibi geldi. Yıl 1988 2 temmuz şiirlerim içersindede var kaza yaptım oğlum kucağımda arabanın birisi almadı bizi araban kan olur diye onu hiç unutamam. Evet oğlum kurtulmadı kurtulmayacaktı belki ama şimdi ben ne pahasına olursa olsun hasta, olsun, yaralı olsun elimden ne gelirse yapmam lazım koşmam lazım . Allah cc herkesin gögsüne merhamet versin. Kutluyorum sizi. TEbrikler. Bunlar işAllah bazılarına nasihat bazılarına ders olur.