- 1091 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AĞAÇKAKAN
EN ÇOK AĞAÇKAKAN KUŞUNA BENZETTİM KENDİMİ ÖĞRETMENİM
-1-
Soğuk bir mart günüydü. Tayinimin çıktığı Ardahan ilinin Çıldır ilçesinde öğretmen evindeydim. Moralim oldukça bozuktu. Çıldır’ın en uzak köyüne atanmıştım ve şube müdürleriyle tartışmıştım. Her ne kadar tek başıma mezrada kalamayacağımı, yaşayamayacağımı belirtsem de, ısrarla “Görevdir gitmek zorundasınız.”diyorlardı. Oldukça sinirlenmiştim, kararlıydım ya görev yerim değişecekti ya da bavulumu alıp gidecektim.
Öğretmen evindeki diğer öğretmenler için tatlı bir telaş başlamıştı. Herkes görev arkadaşıyla ve müdürüyle beraberdi ve görev yerinin ilçeye yakınlığını anlatıyordu. Benim müdürüm yoktu, müdür de, öğretmen de bendim. Şube müdürlerimiz niye bu kadar diretiyorlardı ki onları anlamanın zorluğu içindeydim. Bir köşede hem üşüyor hem de karar vermeye çalışıyordum. Öğretmen evindeki herkes o köyde nasıl görev yapacağım diye hayretler içinde kalıyordu.Herkes elinden gelse beni alkışlayacaktı ve ben bir kahramandım.
Az sonra öğretmen evinde görevli bir memur beni kaymakam beyin görmek istediğini söylemişti. Çıldır’a daha gelir gelmez kaymakamla ne işim olabilirdi ki? Heyecanlanmıştım. İlçenin en büyük amiri beni çağırtmıştı.
Kaymakamlık binasına kadar buzlar üzerinde sendeleye sendeleye gidebilmiştim. Çıldır’ın ayazı ve soğuğu iliklerimi donduruyordu. Kısa bir süre sonra kaymakam beyin odasındaydım. Kaymakam bey:
—Hocam Çıldır’a hoş geldiniz. Çetin kış şartlarının yaşandığı ilçemizde görev yapacağınız için gurur ve kıvanç duyuyorum. İlçeye yeni geldiğinizi biliyorum. İlçe milli eğitim müdürü az önce geldiğinizi belirtti. Hocam sizi acil olarak çağırtmak zorunda kaldım kusuruma bakmayın lütfen. Bugün tüm ilçedeki amirler tayininizin çıktığı Horozöttü Köyü’ndeydik. Köyde şehit cenazesi vardı, Muhtarın oğlu Engin Türe Van’daki çatışmada şehit düşmüştü. Horozöttü Köyü Çıldır’ın merkeze en uzak köyüdür, çetin kış şartları yaşanır, altı ay boyunca yolları hep kapalıdır. Sabahtan köyün yolları greyderlerle açılmasına rağmen köye gidişimiz oldukça zor oldu. Ancak öğleden sonra köye ulaşabildik ve şehidimizin cenaze törenine katıldık. Cenazeden sonra köyde eski bir okul olduğunu ve öğretmen beklediğini öğrendim. Bugün geldiğinizi duyunca da çok sevindim. Umarım şehidimizin köyünde eğitim vermek ve halkımıza hizmet etmek size de benim kadar onur ve gurur verecektir. İlçeye gelip de şartların zorluğundan dolayı kalmak istemeyip geri dönen ne öğretmenler tanıdım. Vatanın her yeri kutsaldır öğretmenim. “Çocuk her yerde çocuktur, sevgiye ve bilgiye ihtiyacı vardır.”İnşallah siz üzerinize düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmekten kaçınmayacaksınızdır.
Kaymakam beyin bu etkili konuşması beynimde şok etkisi yapmıştı. Oradaki insanların ve çocukların bana ihtiyacı vardı. Sarp dağların nazlı kardelenlerine ışık götürmeliydim.
—Evet, efendim kararımı verdim görevime başlayacağım.
—Güzel kararınız için size minnettarım hocam. Vatanın sizin gibi öğretmenlere ihtiyacı var. Bugün artık köye ulaşmanız mümkün değil, bu gece öğretmen evimizde dinlenin, yarın minibüsle Kurtkale’ye kadar gidersiniz, oradan da köylülerle köye kadar yürürsünüz. Yarın Çıldır’a pazara gelen mutlaka köylü bulunur sizi onlarla göndeririz.
Gece boyunca tipi dinmemişti. Pencereme vuran her bir kar tanesi bana öğrencilerin bilgiye susamış çığlıkları gibiydi. Kaymakam bey ne güzel bir amir, yönetici ve arkadaştı. Kulağımda kaymakam beyin sözleri uğulduyor, gözümün önünde bilgiye susamış çocuk yüzleri beliriyordu. Yarın sabah o yüzler her bir bedende can bulacak ve öğretmenlerine kavuşacaktı.
Kaldığımız odada en az yirmi kadar öğretmen vardı ve herkes ülkenin dört bir tarafından gelmişti. Sabaha karşı odamız oldukça soğumuştu ve keskin bir koku vardı. Gözlerimizi açtığımızda bütün öğretmenler kaderleriyle yüzleşecekti.Güneş başka doğacaktı bu sabah üstümüze.
Öğleden sonra minibüsümüz Kurtkale’ye doğru hareket etmişti. Gürcistan sınırı boyunca sarp dağların arasından ilerliyorduk. Kura Nehri Gürcistan topraklarına doğru hırçınca akıyordu. Otobüste Horozöttü Köyü’ne gidecek köylülerle tanıştırılmıştım. İki köylü bana eşlik edecekti.
—Horozöttü Köyü buradan yaya ne kadar sürer?”
—İki buçuk saat kurban.
—İki buçuk saat mi?
—Korkma dağlardan inince vadide mola veririz.
Bir buçuk saatlik yolculuğun ardından nihayet vadideydik. Çok susamıştım ve Kura Nehri’nin soğuk suları bile susuzluğumu kandırmıyordu. Kısa bir dinlenmeden sonra bu defa yokuş çıkmaya başlamıştık.
—Yol boyunca niye gitmedik? Kaymakam yolların açıldığını söylemişti.
—Kurban burada yollar bahara kadar hep kapalıdır.
Karlarla kaplı bodur çalıların arasındaki patikadan yürüyorduk. Ayaklarıma kara sular inmişti ve başım ağrıyor ve dönüyordu. Her an baygınlık geçirebilirdim.
—Aha köy göründü kurban.
—Hani nerde? Ben niye göremiyorum?
—İşte bacalardan dumanlar çıkıyor ya, aha orası.
-Burası köy mü?
-Beğenmedin mi yoksa kurban, burası Paris gibidir.
Bozkırın ortasında karları delen bacalardan çıkan dumanlar alabildiğine gökyüzüne doğru yükseliyordu. Hafif yüksekçe bir tepedeki çocuklar dikkatimi çekmişti. Bize doğru bakıyorlardı.
-2-
En çok ağaçkakan kuşuna,
Benzettim kendimi öğretmenim.
Ağaçkakan kuşu gibi rengârenk,
Yaşama sevinciyle dolu,
Zemheri soğuğunda karları delen,
Ağaçkakana benzettim
En çok ağaçkakan kuşuna benzettim kendimi öğretmenim. Ağaçkakan kuşu gibi rengârenk olabilmeyi, yaşamı sevmeyi, hayat dolu olmayı ve karları delebilmeyi senden öğrendim öğretmenim.
Köyümüz Türkiye’nin en doğusunda Ardahan’ın sarp dağları arasında, yaylaları derin vadilerin kestiği, altı ay karlarla kaplı yüksekçe bir yerdi. Hatta köy bile denilemezdi, mezraydı. Bulutların arasında sakin bir yaşam sürüyorduk. Köyümüz küçük olduğu için öğrenci sayımız da çok azdı. Gelen öğretmenler ya vekildi ya da köyümüzde fazla kalmazdı. Bizim köyümüzde yaşam şartları çok zormuş öğretmenim.
Okulumuz köyümüzün hemen üst tarafındaydı, köyün çatısı olan tek binasıydı ve çok eskiydi. Dar koridoru saymazsak biri sınıfımız, biri müdür odası olmak üzere iki gözdü. Hatırlıyorum ben bire giderken gelen öğretmenimiz bayandı. İki gün bile durmamıştı, müdür odasında fazla kalmamıştı. Soğuk ve karlı bir kasımdı, öğretmenimiz yeni gitmişti. Arkasından çok ağlamıştık. Sonra, “Yeni bir öğretmen gelecekmiş.” dediler. Bizim kadar, bütün köylü geleceğin günü iple çektiler öğretmenim.
Köyümüz küçücüktü,
Bozkırın ortasında.
Kışlar aman vermezdi,
Kasabadan nisan sonuna kadar hiç araba gelmezdi.
Bir tek sen geldin karları delerek,
Ağaçkakana benzettim seni öğretmenim.
Öğretmenim geleceğin gün Serhat, Fatih ve ben, sırtımızda tezek çuvalını taşıyarak okulumuzun sobasını bile yakmıştık. Karlı dağlarda Hasan, Yurduşen, Deniz ve ben hep yolunu gözledik öğretmenim. Aramızda bahse de girmiştik, kimimiz “Yarın gelir.” diyorduk, kimimiz “Bugün.” Uzaktan gelen atlıları ilk gören Yurduşen’di. Atlıların acelesi çok gibiydi, yanımızdan hızla geçip gitmişti, öğretmen hasretimiz nihayet bitmiş gibiydi. Öğretmenimizin geldiği müjdesi verilecekti köye. Sevincimizden koşarak dağlardan aşağıya peşi sıra inmiştik. Kalbimiz küt küt atıyordu ve ayaklarımıza kara sular inmişti. Unuttuk sen gelince yorgunluğumuzu, Ardahan’ın kara kışında ayak parmaklarımızın mosmor olduğunu.
Atlılar köye varır varmaz muhtar amcanın evine gitmişti. Az sonra evde feryatlar, figanlar yükseliyordu. Bütün insanlar panik içinde oraya koşuyordu. Dayım söyledi az sonra: “Engin abim Van’da şehit olmuştu.”Gözlerime birdenbire yaşlar dolmuştu. Şehitler ölmezmiş yüreğimde yaşıyordu.
O gün ilk defa greyderle tanışmıştık ve akşama kadar yollar açılmıştı. Bütün çocuklar bu maceraya çabuk alışmıştık. Öğleye doğru askeri araçlar ve jiplerle Engin abimin cenazesi gelmişti. Bu acıya dağ dayanmaz yürekleri delmişti. O gün okulun önünde kaymakam bir konuşma yapmıştı: “Vatan Sağ olsun” cümlesi dağlarda yankılanmıştı.
O akşam çok üzgündüm gözyaşları arasında uyudum öğretmenim. Engin abimin acısı yürekler yakıyordu, Çıldır’ın kışına kış katıyordu. Uyandığımda bu acı hala yüreğimi yakıyordu. Kardeşlerim belki bugün gelirsin diye pencereden dışarı bakıyordu. Bugün gel artık öğretmenim.
Bugünde okulumuzun tezek sobası yanıyor öğretmenim. Atilla da, Volkan da, Burcu da üşümeni hiç istemiyoruz öğretmenim. Melek soğukluktan elma getirmiş sana öğretmenim. Az sonra köyün tepesine çıkıp yine seni bekleyeceğiz öğretmenim.
O gün karlar arasında köyün yokuş yolunu tırmanırken bize doğru bakmıştın, ta uzaklardan yüreğimize akmıştın öğretmenim. Üzerinizde siyah bir boy paltosu vardı. O an gözlerinin rengini seçemesem de boyun bir başak kadardı. Köyde en çok muhtarın hanımı sarılmıştı sana. Oğlunun yerine koymuştu, ana kokusu bu seni şehit Engin Türe’ye benzetmişti.
O akşam “Köye bir öğretmen geldi.” diye sevinçli uyumuştum. Sabah uyandığımda da sürmüştü bu sevinç, çünkü okulumuzda bir öğretmen vardı. Seni yakından görünce öğretmenim, gözlerindeki ışıltıyı fark etmiştim. O gülümseyişin Ardahan’a bahar getirdi öğretmenim. İlk dersimiz çok heyecanlıydı, ilk tanışmamız ve karları eriten o içten konuşmanız. Ders boyunca bir Atatürk’ün gözlerine baktım, bir de senin. İkinizin gözleri de ışıl ışıldı öğretmenim.
Artık her kar yağışında korkmuyordum ve endişelenmiyordum da. Çünkü köyümüzde bir öğretmen vardı. Her sabah seni görmek için okula daha erken gelir olmuştuk. Köyümüz küçüktü, hademesi de yoktu, evden tezek taşırdık, sıra ile sobamızı yakardık. O ilk nöbetimde nasıl da heyecanlıydım öğretmenim. Çünkü seni ilk önce ben görecektim. Sabah erkenden seni arkadaşlarıma övecektim. Öğretmenim o sabah okula geldiğimde okulun kapısı neden kilitliydi? Ve kapının ardına niye demirler yığmıştın? Kapıyı geç açsan da aslında üşümemiştim. Bana “Günaydın” derken söyleyememiştim ama şimdi söylüyorum: Korkmayın buralarda terör yok öğretmenim.
Sınıfımız on altı kişiydi. Beş sınıftan da öğrenci vardı. Serhat, Murat ve Olgun bu yıl bire gidiyordu. Burcu, Atilla ve Funda ikiye. Volkan üçte tek başınaydı. Kızyeter, Esin ve Deniz’in yaşı yaşınaydı. Özlem, Melek, Esen, Yurduşen ve ben beşe. Yurduşen okula hiç gelmezdi, böyle olunca okuma yazma da bilmezdi. Kızyeter köyde kazlar kesilirken ara sıra izin alırdı senden. Deniz on beş tatillerde bazen İstanbul’a giderdi. Atilla yaramaz çocuktu, Burcu’nun gözleri boncuk boncuktu. Melek’in saçları, Murat’ın sesi güzeldi, Esin’se kendine özeldi. Olgun fazla konuşmazdı. Serhat her seferinde taklit ederdi seni. Kısaca öğretmenim, bizim sınıfın hiç derdi bitmezdi.
Kıyafetlerin Atatürk’ün kıyafetlerine benzerdi,
Dersler hep neşeli, güler yüzle geçerdi.
Aya ilk ayak basan adamı,
Pastör’ün kuduz aşısını senden öğrenmiştik.
Bütün sınıf fasulye çimlendirmiştik,
Bizim küme ders anlatırken,
Seni biraz da dinlendirmiştik öğretmenim.
Kıyafetlerin Atatürk’ün kıyafetlerine benzerdi. Her gömleğe değişik bir kravat takardın. Sınıfta ders işlenirken hep yanımdan geçmeni isterdim öğretmenim, çünkü çok güzel kokardın. Haftada bir çamaşır yıkar, elbiselerini çok güzel ütülerdin. Öğretmenim sen babama da benzemezdin; çiçeği, ağacı, taşı, toprağı, sen her şeyi severdin. Ne zaman dersimi bilsem bana teşekkür ederdin.
Okumayı yazmayı, toplamayı çıkarmayı, güzel konuşmayı senden öğrenmiştim öğretmenim. Atatürk’ün Hayatı’ndan çok etkilenmiştik. Kurtuluş Savaşı’mızda düşmana dersini vermiştik. Aya ilk ayak basan adamlar Armstrong ve sendin. Pastör’le beraber kuduz aşısını bulmuştunuz, Wright Kardeşlerle birlikte uçmayı başarmıştınız. Kedi basamağını ve fasulyeyi çimlendirmeyi de senden öğrenmiştik öğretmenim. Sahi küçücük müdür odasının penceresine bir de fasulye saksısını nasıl sığdırdın öğretmenim?
Köyde kazların kesildiği gün,
Annem bir tabak da sana yollamıştı.
Soğumasın diye iki elimle üstünü kapatmıştım,
Anımsıyorum okulda yine patates kızartmıştın,
Patatesi çok mu seviyordun öğretmenim
Köyde kazlar kesildikten sonra öğretmenim, annem sana da bir tabak yollamıştı. Yokuşu heyecanla tırmanarak okula gelmiştim. Kaz yemeği soğumasın diye de üstünü iki elimle kapatmıştım. Anımsıyorum okulda o akşam yine patates kızartıyordun. Patatesi çok mu seviyordun öğretmenim?
Hatırlıyor musun öğretmenim? Nisan ayıydı. Dağlardan karlar çözülüyordu. Daha kardelen çiçekleri ilk açmaya başladığı zamanlardı. Senin doğum günündü. Sana çok tatlı pastalar yapamasak da öğretmenim. Hatırlıyor musun? Bir sabah bütün sınıf, okulun merdivenlerini kardelen çiçekleriyle döşemiştik. O sabah okulun kapısını açtığında sevinçten şaşırmıştın ve hatta ağlamıştın. Hepimizin boynuna sarılırken çok mutlu olmuştun öğretmenim.
Hani mezuniyet gecesinde,
Bir piyes hazırlamıştık öğretmenim,
Serhat ile Kızyeter başrolde oynamıştı,
Misafirlerin alkıştan elleri yorulmuştu.
Ayten ablam iki kazan oralet yapmıştı.
Güneş teyzem herkese kurabiye dağıtmıştı.
Hatırlıyorum piyes çok neşeli bitmişti,
Koca ninem hayatında ilk kez tiyatroya gitmişti.
Hala hatırlıyorum öğretmenim. Mezuniyet gecesi okulda piyes yapmıştık. Sıraları yan yana koyarak sahne hazırlamıştık. Perdeleri evden getirmiştik. Hatırlıyorum Çıldır’dan iki paket oralet getirmiştin. Annelerimiz herkese yetecek kadar kurabiye yapmıştı. Ayten abla ve Güneş abla kazanlarla oralet yapmıştı. Köyde ilk kez böyle bir piyes oluyormuş ve koca ninem hayatında ilk defa tiyatroya gidiyormuş. Ne unutulmaz bir geceydi öğretmenim.
Artık her kitap okuduğumda,
Okula ve sana kokuyor öğretmenim,
Bu kokuyu ömrüm boyunca unutmadım,
Seni hatırlatıyor diye saksımdaki fasulyemi hiç kurutmadım
Pusulalar her zaman kuzeyi göstermezmiş hayatta kaybolmadım,
Hangi yöne çevirsem seni gösterdi gönlümün pusulası anladım.
Artık her kitap okuduğumda sayfaları açışımda okula ve sana kokuyor öğretmenim. Bu kokuyu ömrüm boyunca çok sevdim ve hiç unutmadım. Seni hatırlatıyor diye saksımdaki fasulyemi hiç kurutmadım öğretmenim. Pusulalar her zaman kuzeyi göstermezmiş hayatta kaybolmadım. Hangi yöne çevirsem seni gösterdi gönlümün pusulası anladım.
Sen hem bir okul müdürü, hem bir öğretmendin. Hatırlıyorum köyün yokuşundan kızakla kayarken mutlu bir çocuktun. Öğretmenlerin çok mu parası vardı öğretmenim. Maaş günü sınıfımızda bazen kalem, bazen de çok sevdiğim çikolatalardan dağıtırdın. Şimdi anlıyorum paran çok olmasa da, gönlün hiç görmediğim ama bize hep anlattığın denizler gibi genişti öğretmenim.İşte bu yüzden hayatım boyunca denize doğru uçan coşkun bir ağaçkakan kuşuna benzettim kendimi öğretmenim.
Şimdi ne zaman sınıfımda,
Saçları dik bir öğrenci görsem,
En çok ağaçkakan kuşuna benzettim,
Kendimi öğretmenim.
Hatırlar mısın o ilk tanışmamızda,
Çünkü sen en çok ağaçkakana benzetmiştin beni öğretmenim.
Şimdi ne zaman sınıfımda saçları dik bir çocuk görsem, en çok ağaçkakan kuşuna benzettim kendimi. Ağaçkakan kuşu gibi azimli, zorluklarla savaşan ve umutla karları delen, her dala konabilen, rengârenk ağaçkakana benzettim kendimi. Çünkü daha ilk tanışmamızda beni ağaçkakan kuşuna benzetmiştin öğretmenim.
AĞAÇKAKAN KUŞUN
DENİZ SILA
YAZAN: SALİM NİZAM
KARŞIYAKA 100.YIL İLKÖĞRETİM OKULU
GÖNEN/BALIKESİR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.