- 1604 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DEREYE UÇAN JEEP
Yaz mevsiminin sonlarına yaklaşılmıştı. Yazın sıcağıyla meyveler iyice olgunlaşmıştı. Artık hasat mevsimi gelmişti. Köyde yaşayanları bir telaş, bir telaş sarmıştı.
Nurettinğilin de köye yaklaşık On km. mesafede bulunan tarlalarında ahlat ve yabani elma ağaçları vardı. Burası meşelik denilen köyün ormanının alt kısmındaydı. Çobanların bildirdiğine göre ahlat ve yabani elma ağaçlarında çok güzel meyve yetişmiş ve olgunlaşmıştı. Toplanılması gerekiyordu.
Nurettin’in babası ve dedesi çalışmak için İstanbul’a gitmişlerdi. Nurettinğilin evde erkek olarak kimse kalmamıştı, evin erkeği artık o sayılırdı. Nurettin On iki yaşında olmasına rağmen sepilmiş, gelişmiş yaşının üzerinde gösteren, tutuğunu koparan, bir delikanlı olmuştu.
Annesi onu, komşularının oğlu samimi arkadaşı Hayri ile gidip tarladan olgunlaşan ahlat ve elmaları toplayıp getirmeleri için görevlendirdi. Zira bu meyvelerin toplanıp getirilmesi önemliydi. Bu meyveler kurutulup “Kak” denilen kışın hoşaf yapılan bir nevi meyve kurusu yapılmalıydı. Ayrıca samanların arasında saklanıp yaş meyve olarak da kışın tüketilmesi açısından da önemliydi.
Nurettin çok hareketli bir çocuktu. Zıpır zıpırdı. Yerinde duramaz hatta tıp ilminin ifadesiyle “Hiperaktif”,annesinin deyimiyle “afacan”, komşuların deyimiyle de “aşırı yaramaz” bir çocuktu. Aşırı hareketli olması sonucunda başına birçok olay gelmişti. Üç dört defa ırmakta boğulmaktan son anda kurtarılmıştı.
Bir gün ormanda hayvan otlatırken çeşitli ağaçların üzerine çıkmıştı. Bu ağaçlardan birisinin dalları ince olduğu için kırılarak ağaçtan aşağı düşmüş, sol ayağı kırılmıştı Hastaneye götürülmesine rağmen Sola ayağındaki aksaklık giderilmemiş, aksak kalmıştı. Köyde lakabı da “Aksak Nurettin” kalmıştı. Bu bile onu durduramamıştı. Yinede yaramazlığından bir şey eksilmemiş hatta katmerleşmişti. bu özelliklerine karşın yardımsever, çalışkan ve herkesin halını hatırını soran çocuktu.
Bu günse onu bir görev bekliyordu. Sabahleyin erkenden Nurettin Hayriyle birlikte yanlarına ikide merkep alıp ahlat ve yaban elmalarını toplamak için yola çıktılar. Zira erkenden gidip meyveleri toplayıp getirdikten sonra, arkadaşlarıyla ırmağa balık tutmağa gideceklerdi.
Tarlaya iki arkadaş vardılar. Ahlat ve elmada bol ürün vardı. Beraberce güle oynaya topladılar. Çuvallara doldurdular. Tarlanın alt tarafından çıkmakta olan eşme(Göze)nin suyundan kana kanada su içtiler. Getirdikleri azıklarını da yediler. Oturup dinlendiler, vakitte epeyce olmuştu. Sonra çuvalları merkeplerin sırtına beraberce yükleyip bağladılar. Bismillah deyip köyün yolunu tuttular.
Tarlayı geçip, ormanın(Meşelik) alt tarafına geldiler. Burada küçük bir su kaynağının yıllardan beri oluşturduğu derin bir dere vardı. Yol buradan devam edip köye varmaktaydı. Buradan araç geçmesi mümkün değildi. Hayvanlar bile geçerken yükle zorlanıyorlardı. Yolun bu rampa(eğimli) kısmında, birde baktılar ki, hafif alacakaranlıktaki orman yeşiline benzeyen bir jeep durmaktaydı. Araç yolunun bitiminde sağ tarafa park edilmişti. Belli ki, birileri jeeple gelmişler buralarda bir şeyler yapıyorlardı.
Evet, o dönemde Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, tüm Türkiye’de geniş çaplı tapulama ve arazinin planını çıkarma (Kadastro) çalışması yapıyordu. Tapu Kadastro memurları da o arazide çalışma yapıyorlardı. Oraya kadar jeeple gelmişler, jeep’in gideceği yol tükenince, jeep’i yolun sağına park ederek, jeep’in gidemediği yukarıda ormana yakın arazide çalışma yapıyorlardı.
Nurettin ve Hayri hazine bulmuş Bağdat dilencisi gibi merkepleri ve yükü bırakıp hemen jeep’e koştular. Baktılar kapısı açık, etrafa bir bakındılar kimse görünmüyordu. Hemen jeep’e bindiler. Nurettin hemencecik direksiyona geçti. Jeep’in sağını solunu karıştırmağa başladı. İlk defa bir motorlu aracın direksiyonundaydı. Heyecanla ne yaptığını bilmiyordu. Kendisini adeta bulutların üstünde hissediyordu. Birden sağ eliyle bastığı düğmeden acayip bir kurna sesi çıkınca, iki arkadaş çok korktu. Hatta merkepler bile bu sesten ürktüler. Nurettin aynaya bakıp kırk yıllık minibüs şoförü gibi poz verdi. Hayri’ye dönüp;
—Bak aslanım! Ben bunu çalıştırırım. Zaten yolda ıssız burada süreriz.
Hayri itiraz edip;
—Yapma! Sahibi gelir. Hem de başkasının malını bu şekilde kullanmamız uygun değil, başımıza bela gelir, büyüklerimiz bize kızarlar. Onların sözünden çıkmış oluruz. Jeep’e bir zarar verirsek sahibi gelir bizi döver. Dediyse de Nurettin’e laf anlatamadı. Zira Nurettin’in aklı fikri jeepte idi. Ters ters Hayri’ye baktı, sonrada ağzından maması alınmış bebek gibi sinirli sinirli;
—Sen ne anlarsın? Ben üstün kabiliyetimle bak bunu nasıl çalıştıracağım. Birazcık eğlensek çok mu olur? Dedi.
Nurettin durmadan jeep’in sağını solunu karıştırıyordu. Bir ara sağ eliyle yanında bulunan bir demir uzantısını yukarı doğru kaldırmağa kalkıştı olmadı. Aşağı doğru indirir indirmez aman ya Rabbi! Jeep hareketlendi. Kendilerini korkudan can havliyle jeep’in açık kapılarından aşağıya nasıl attıklarını hatırlayamıyorlardı.
Jeep geriye doğru gittikçe hızlanarak hareketlendi. Jeep gerisin geri hızlı giderek yoldan çıktı. Daha da hızlanarak yaklaşık beş on metre derinliğinde bulunan derenin içine son sürat uçtu. Havadan bir kartalın süzülüşü gibi jeep’in uçtuğunu gören çocuklar heyecan korku ve birazda gülme karışımı jeep’in ardından,
—Uçtu uçtu jeep uçtu demekle yetindiler.
Jeep’in arka kısmı uçurumun dibine fukara sümüğü gibi yapışmıştı. Burnu ise gergedan burnu gibi havaya kalkmıştı. Arkası ise yere sırt üstü tuş olan güreşçi gibi yapışmıştı. Tekerlekleri hacı leylek gibi havada asılı kalmıştı. Genel durumu ise, şaha kalkmış Arap atına benziyordu. Dereden çıkması imkânsız hale gelmişti.
Nurettin ve Hayri ne yapacaklarını şaşırdılar. Ölümden kurtulduklarına sevinemediler. Zira Jeep’in sahibi duyarsa başlarına nelerin geleceğini düşünmek istemiyorlardı. Nurettin;
—Arkadaş olan oldu. Annem beni kesin öldürür. Ben ormana kaçıp gizleneceğim. Annem öldürene kadar kurt kuş yesin daha iyi. Dedi.
Hayri ‘de ne yapacağını şaşırmıştı. Mecburen Nurettin’le birlikte ormana kaçıp saklandılar. Merkepler ise yükleriyle birlikte, köyün yolunu bildiğinden köye gittiler. Doğruca Nurettinlerin evinin önünde durdular.
Tapu Kadastro memurları mesai bitiminde jeep’in bulunduğu yere gelince hayretler içinde jeep’in derenin içine uçmuş olduğunu gördüler. Jeep’in duruşu çok tuhaflarına gitmiş olmalıydı ki memurlar;
—Uçtu uçtu bizim jeep uçtu, derenin dibine düştü, uçak gibi tekerlekleri havalanmış demekten kendilerini alıkoyamadılar.
Baktılar ki, dereden çıkarmaları mümkün değil, Köye gittiler muhtara haber verdiler. Köyden traktörle köylüler geldiler, saatlerce uğraştan sonra jeep’i çıkardılar. Jeepte fazla bir hasar yoktu. Sadece arka kısmının kaportası biraz ezilmişti. Jeep’i çalıştırdılar. Gayet güzel çalışıyordu. Hiç bir sorunu yoktu.
Bu arada çocukların anneleri merkeplerin yükleriyle geldiklerini, çocuklarının gelmediğini görünce çok korktular. Acaba çocuklara bir şey mi oldu? Diye telaşa kapıldılar. Hemen komşulara haber verdiler. Jeep olayı da duyulunca durum anlaşıldı. Çocukların bir kabahat işleyip korkup kaçtıklarını tahmin ettiler.
Jeep’in dereden çıkarılmasıyla sorun bitmemişti. Çocukları arama devresi başlamıştı. Bir sürü insan jeeple, traktörle çocukları arıyorlardı. Açık alandaki arazide hiç kimse yoktu. Korktular Allah korusun arazide bulunan derin gölete mi girip boğuldular. Yoksa yaban hayvanlarının bolca bulunduğu ormanda bir vahşi hayvanın yiyeceği mi oldular? Veya yabancı birisi mi kaçırdı? Gibi soru işaretleri kafalarında oluşmağa başladı.
Sağ, sol aranmadık yer bırakmadılar. Saatlerce aradılar. Asıl korktukları ölü de olsalar ormanda nasıl bulacaklarıydı. Çünkü ormanda iğne atsanız yere düşmezdi. Ormanda bitki örtüsü çok sık ve gür idi. yıllardan beri kıl keçisi de yasaklandığından orman adeta Amazon Havzasındaki “Yağmur Ormanları”na dönüşmüştü. Afrika’nın “Balta Girmemiş Ormanları” buranın yanında adeta solda sıfır kalırdı.
Başka çarenin olmadığını anlayan insanlar gruplar ayrılarak ormanda arama yapmağa karar verdiler. Ormanın belli noktaları dışında yol yoktu. Araç girse bile eğim ve sık bitki örtüsünden gitmesi imkânsızdı.
Çocuklar gizlendikleri konumdan insanların onları katar katar aradıklarını görüyorlardı. Bu duruma hem seviniyorlardı hem de korkuyorlardı. Çünkü insanların onları aramaları onlara değer verdiklerinin bir işaretiydi. Ayrıca burada insanların bulunması onlara cesaret de veriyordu ama korkuyorlardı, bulurlarsa yaptıklarından dolayı ceza alacaklarını da tahmin ediyorlardı. Yaptıkları affedilir cinsten değildi. Ayrıca arayanların içinde jeep’in sahiplerinin olduğunu da görünce de korkuları artıyordu. Demek ki onlar gidip şikâyet etmişlerdi. Diye düşünüyorlardı. Yani iki cami arasında kalmış beynamaz gibi ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydılar. İki arkadaş bir ormanda ikilem içinde kalmıştı. Adeta; “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misaliydi.
Adamlar sürekli çocukların ismini söyleyerek bağırıyorlardı. Çocukların korkudan ne yapacaklarını bilememeleri ve zamanın geçmesi endişelerini sürekli artırıyordu. İnsanların sinirleri bozulmuş bir haldeydi. Ne yapacaklarını bilmez durumdaydılar. Ormanın her tarafını bir an önce gezip olumlu veya olumsuz bir sonuca ulaşmağı arzuluyorlardı.
Bu arada bir grup insan çocukların bulunduğu yere çok yaklaşmıştı. Çocukların saklandığı yer kuytu ve orman altı bitkisi denilen çeşitli çalı çırpı ve çeşitli otlarla kaplıydı. Bu yüzden yakınlarına kadar gelen insanlar onları göremiyordu.
Bu arada bir şey oldu. Çocukların bulunduğu yerin beş altı metre ilerisinde bir kuş yuvası vardı. İnsanların patır kütür yürüyüşleri ve bağırmaları kuşu rahatsız edip korkutunca kuş kaçtı. Kaçarken otları oynatınca, insanlar;
—Koşun koşun burada bir şey var. Bir hareketlilik var. Bir şey bulduk. Diye bağırmağa başladılar. Bunu duyan çocuklar;
—Ey vah! Yakalandık. Bizi buldular diyip, telaşa kapıldılar, bu telaşla etraflarında bulunan orman altı bitkilerini oynattılar. Bunu da insanlar gördü. Artık çocukların saklandıkları yer bulunmuştu. İnsanların bağırıp çağırmaları sonucu çocukların anneleri de oraya kan ter içinde geldiler.
Ne yapalım, ne ceza verelim? Ne ders verelim? Diye düşünürken anneleri çocuklarını bulmalarının heyecanıyla koşup çocuklarına sarıldılar. Çocuklarını yeniden doğurmuş gibi her şeyi unuttular. Çocuklarıyla beraber ağlamağa başladılar. Kendilerine gelince de etraflarındaki kalabalığın farkına vardılar. Kalabalığa dönüp;
—Ey Komşular! Bunlara bir ceza vermemize ve bir şey dememize gerek kalmamış, bunlar kendi kendilerine korkuyla en büyük cezayı vermişler. Baksanıza korkudan ikisi de altına kaçırmış. Altları ıslak sarılınca farkına vardık. Dünyada hiçbir suç cezasız kalmaz. Bunların payına da ceza olarak çektikleri bu korku yeterde artar bile. Hatta altlarına kaçıracak kadar büyük bir korkudan insanoğlu için daha büyük bir ceza mı olur? Ömür boyu hayatlarında unutamayacakları bu korkudan daha büyük ceza mı olur dediler.
16.12.2007
Tarık TORUN
HEPSİ HİKAYE
"Dedemden,Babamdan, Benden"