ÜTOPİK LÂNETLİ YÖREDE SÖRF...
Şüyûu vukuundan beter, derler... "Etme – Bulma" dünyâsı bu... Allah’ın parmağı yok ki gözünü oysun... Âh alma, vah’larsın...
Eski Türk atasözü: Keçinin meşeye ettiğini külü derisinden çıkarır... Zâlimin zulmü, haksızın haksızlığı, kötünün kötülüğü, iblisin şerri, imânsızın melâneti, uğursuzun şeâmeti, ... hiçbiri de yapanların yanına asla kâr kalmaz...
Ülke genelinde 1980 öncesinde sıkça yaşanmış olan ve 2000’li yıllarda farklı versiyonlarıyla gözlemlenen ve âdeta tarihin bir tekerrür olduğunu doğrulayan ütopik, lâkin lânetli, bir yörede sörf yapalım, buyurun...
Taşın, toprağın, havanın, suyun, ... eşyanın günahı olmaz ki... Öyle bir yöre düşününüz ki ruhu kararmış, yüreği daralmış, kısır döngüye tutsak olmuş, mutluluğu maddede arayan ne kadar cüce yaratık varsa, hemen hepsi de oraya üşüşmüş...
...Dahası; bencil, kıskanç, çıkarcı, seviyesiz, seciyesiz ve özü bozuk hilkat garibeleri – ne hikmetse – güruh hâlinde toplanıp toparlanıp bir araya gelmişler... Adeta bir gizli güç onları, yani aynı çapsızlık ve kalitesizlik çizgisinde bulunan insan sûretinde gözüken yaratıkları birlikte kılmış...
Kaderin cilvesi mi, yoksa acı bir rastlantı mı desem bilemem, lâkin birbirine ayna olan bu yaratıklar hep aynı kulvarda koşar, yanlışlarıyla coşar ve hâl-i pür-melâl ‘ağlanacak hâl’ içre arada kıkır kıkır gülerek trajikomik şovlar yapmayı üstelik marifet ‘!’ sanırlarmış...
İçlerinde mürekkep yalamış, mektep medrese görmüş enteller ‘sözde ilim irfan sahibi’ bile varmış! ’Zer-dûz palanı’ ‘altın eyer’ vursalar, eşek yine eşek değil midir? Bazılarının evi barkı, hatta hatırı sayılır geliri de olsa, yine de onu bunu söğüşlemek, avanta koklamak ve ille de ellerinin başkalarının ceplerinde olmasıyla yaşantılarını sürdürmek gibi vazgeçilmez ‘!’ alışkanlıkları varmış...
Birileri o yöreyi ve çöreklenenleri incelemiş ve araştırmış olmalı ki esasen hemen hepsi de birer zavallıdan başka bir şey olmayan bu yaratıkların ne düzgün bir yaşantıları, ne de normal bir aile düzenleri varmış... ’Nerede sabah, orada akşam...’ misali başıbozuk ve dengesiz bir hâlde uzayın derinliklerinde dolaşan seyyareler gibi yalpa vururlarmış...
Basiretleri bağlı ve ferâsetleri engelli olduğu için hakikatleri algılamakta güçlük çeker, küfre tevessül eder, her naneyi yer içer ve hatta birbirleriyle en galiz ifadelerle ağız dalaşı şovu sunarlarmış... Hele özünde arsızlık, yüzsüzlük ve huysuzluk varsa, hırsızlık hafif bile kalırmış...
Öz sermayelerini ‘!’ ortaya koyarak kurdukları tezgâhlarda iyi, düzgün ve dürüst, ille de huzurlu, mutlu ve başarılı insanların onurlarını ve gururlarını rencide ederek kendilerine rant sağlamak amacıyla özgün projelerini gerçekleştirmek üzere her tür komplo teorileri kurarlarmış... Rivâyet olunan odur ki senaryolar önceden yazılmış ve çizilmiş olmalı...
Zaaf avına çıkan avcıda ‘!’ hiç iyi niyet aranır mı? Küçük bir çocuktan bile o denli saflık, iz’ansızlık ve gaflet beklenmez ki... İçlerinden bazıları zeki ‘!’ olduğu için kırdıkları potları, düştükleri hataları ve yok edemedikleri komiklikleri gizleyemediklerini fark edermiş...
Her ne kadar hareket kabiliyetlerini karanlıkta ‘!’ aktive etseler de karanlık, dışlarına vuran içlerinin karartısı ile eşleştiğinde, kendilerinin, yürek ve dimağ aydınlığında resmedildiklerini anlamakta âciz kalırlarmış...
’Yavuz hırsız’ misali pişkin, vurdumduymaz ve kaşarlanmış olduklarından iyi insanlara ve mazbut ailelere madden ve mânen verdikleri zararı düşünmek bile istemezlermiş... Ruhlarını şeytana satmış bu yaratıklar imansız taifesi ‘!’ olarak boy gösterir ve her biri ayrı klinik vak’a ‘!’ hâlinde varlıklarını sürdürürmüş...
Geçmişleri incelendiğinde karanlık, berbat, çirkin ne kadar menfiyet varsa, hepsine de rastlamak hiç de sürpriz olmazmış... Parazit yaşamak ve sıkıntı yaratmak bu ruhsal dengesi bozuk prototip garabetlerin kanlarına işlemiş sanki...
İmajları; her nevi ahlâksızlık, alkol ve uyuşturucu iptilâsı, kumar, gasp, soygun, hırsızlık, ... ile olgunlaşan bu parazitlerin teorisyenleri, stratejistleri ve sponsorları da muhtemelen varmış... Sindirme ve yıldırma ‘!’ programlarına ve tekniklerine sahip oldukları da rivâyet olunur...
Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görevin HAYAT olduğunu; bu nedenle; bir lokma ekmek için şerefini ayaklar altına almaya, bir anlık zevk için namusunu lekelemeye, bir zamanlık mevki için ayak öpmeye ve günlük menfaatler için faziletini karartmaya değmediğini anlayabilmek için sahip olunması gereken onur ve gurur ne gezer zavallılarda...
Dilerim böyle bir yörede asla yaşamazsınız; dilerim böyle ’kara’ vicdanlı, sadist şer odaklarının ağına düşmezsiniz; yine dilerim insan sûretindeki böylesine çirkef mahlûkatla muhatap olmazsınız... Sonuç olarak, dilerim kaybedeceği bir şeylere sahip olmayan böyle yaratıkları Allah iflâh etmez...
Şüyûu vukuundan beter, derler... Kasâvetli de olsa öylesine lânetli ütopik bir yörede birlikte sörf yapmış olduk. Hâkim-i mutlak cümle iyileri bütün kötülerden ve kötülüklerden korusun. Hoş ve esen kalınız...
YORUMLAR
...Şüyûu vukuundan beter, derler... Kasâvetli de olsa öylesine lânetli ütopik bir yörede birlikte sörf yapmış olduk. Hâkim-i mutlak cümle iyileri bütün kötülerden ve kötülüklerden korusun...
Değerli Hocam,
Yüreğinizin güzelliğini satırlarınıza nakış gibi işlemişsiniz.
Yüreğiniz ve kaleminiz sağ olsun efendim.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Rabbime emanet olunuz.