Leyl ve Leylâ
Mecnun Leyla`sız geçen bir gecenin perişanlığı içindedir... Ruhu Leyla`sızlığın derin ızdırabı ile ateşler içinde kalmış çıra misali yanmaktadır... Leyla`yı gördüğü andan beri kalbine saplanan firak oku her geçen gün yarasını azdırmakta, acılar içinde inletmektedir... Leyla`sız attığı her adım hicran, aldığı her nefes elem, gördüğü her cisim korkunç... İşte yine sevgilisiz bir gecenin koynundadır... Ne yapacağını bilmez halde başını gökyüzüne kaldırmış ve öylece dalmıştır sonsuzluk nefesli gökyüzüne...
Bir yıldızın göz kırptığını fark eder sonra belli-belirsiz... Dikkatlice baktığında ise o gözün Leyla`ya ait olduğunu... Şaşılacak bir şeytir... Gökyüzündeki yıldızlar Leyla`nın resmini çizmiştir işte... Mecnun`da tarifsiz bir mutluluk... Dille anlatılamayacak, kalem ile yazılamayacak bir haz Mecnun`un gönlünde... Saçları, gözleri, dudakları... İşte Leyla ordadır... Ömrünün bitmeyen baharı... Kavuşamadığı sabah... Koklayamadığı gülü... Varlığının manası, sevgilisi, canı, cananı; "Leyla" gökyüzündedir... Mest olur, ağlar, güler kendi kendine... Kendinden geçer bu eşsiz manzara karşısında... Öyle haller yaşar ki Leyla`sız geçen onca zamanın ardından... Bu hali ifade etmek mümkün değildir.. Öylece bırakır kucağına ruhunu, yıldızlarla örülü Leyla`ya, leyl`e...
Sonra gözlerine dalar Leyla`nın... O sonsuzluk dolu simsiyah gözlerine karanlık bir gecede... Hayatı, neşeyi, varlığı, manayı solur... Âlemlerden âlemlere seyreder... Ne kadar âlem varsa kainatta, hepsi Leyla`nın gözlerinde hapsolmuştur... Dünyası Leyla, ahireti Leyla`dır Mecnun`un... Ölümü Leyla, kabri Leyla ve kıyameti Leyla`dır... Cenneti de, cehennemi de Leyla`dan başkası değildir... Ve tebessümü içer göz bebeklerinden... Sanki havz-ı kevserin başındadır da aşkın şarabını sunar Leyla`nın gözleri, Mecnun`a... Ne doyumsuzdur... Hem nasıl doyulur... Ya saçları... Mecnun`u sonsuz saadete doğru çeken bir ip, hiçlikten varlığa uzanan bir köprü sanki.. Nasıl da dalgalanmaktadır... Saçlarına değen her yağmur damlası Mecnun`u boğar... Saçlarını savuran her rüzgar, Mecnun`u kıskançlık diyarına sürükler... O Leyla`sını kimselerle paylaşamaz... Kendinden dahi kıskanırken hem... O Leyla`ya aşık olmuş, varlığını ona sunmuş, onda yok olmuşken, sevgiliyi paylaşmak ne mümkün...
Bu düşünceler hızla geçer zihninden Mecnun`un, sonra tekrar gökyüzündeki muazzam manzaraya dalar... Ne müthiş tablo... Onca zaman sevgiliyi beklemiştir... Kaç gün kaç gece, belki Leyla gelir diye... İşte gelmişti sevgili beklenmedik bir gecede... Hâl içinde sayısız hâller yaşarken Mecnun bir anda beyninden vurulmuşa döner... Gökyüzünden bir yıldız kaymıştır hiçliğe... Ama bu yıldız herhangi bir yıldız değildir... Sevgili artık kendisine göz kırpmamaktadır... Sonsuzluğa doğru seyir ettiği simsiyah gözlerini göremez gökyüzünde.. Sonra dudakları, saçları derken bütünüyle Leyla hiçliğe yuvarlanır...
Mecnun şaşkın, Mecnun divane, Mecnun harab... Yine Leyla`sız kalmıştır işte... Mecnun bu garib ve sonsuz elem dolu hal içindeyken kalbine ilham edilen ilahi sözlerle tekrar bir şaşkınlığa gark olur... Ve bir başka aşka düçar olur..
"Ey Mecnun senin hiçliğe yuvarlanan bir aşk ile ne işin var...
Kendine ölmeyen, hiçliğe yuvarlanmayan bir sevgili bulsana..."