- 1070 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gecekondu Çocuğu Bu
Yaklaşık bundan on beş on altı yıl kadar önceydi, yani beş altı yaşlarındaydım. Yine yeni bir olaya doğru yol alacaktım. Sabah erken kakmıştım. Kahvaltımı ettikten sonra üstümü başımı değişip yola koyuldum. Ora senin bura benim derken hemen kasabamızın sınırında yani Küreci Çayı’nın yanındaki bağlara doğru gidiyordum. Üzüm bağlarına tam yaklaşmıştım ki bir de ne göreyim komşumuzun oğlu Fatih de orada. Hoş beş ettikten sonra …. Fatih dedi ki, ne arıyorsun burda. Dedimki lan oğlum salatalık yemeye geldim işte. Neyse o bağın içine ekilmiş salatalıktan yedik mi yemedik mi tam olarak hatırlamıyorum. Biraz orda eğlendikten sonra, Fatih dediki lan oğlum Hösün(Hüseyin) şu sizin bahçe varya Yeniceğin depesinin orda, eee dedim. Orda hıta tarlası var, gel oraya gedek (gidelim) dedi. Tamam oğlum yörü gedek dedim. Neyse biz sonunu düşünen kahraman olamaz sözünü bilmiyorduk ama o cihette yola devam ediyorduk. Biraz yol yürüdükten sonra hıta tarlasına gelmiştik. Ve burası oyunun fasıl bölümüydü. Biz bir yandan hıtaları yerken diğer yandan da gömleğimizi pantolonumuzun içine sokmuş gömleğimize çuval görevini yüklemiştik. Sevinçle, heyecanla, şiddetle işimizi yerine getiriyorduk. Ha şunu da ekleyeyim biz hırsız değildik. Çocukluk işte kafamıza ne eserse onu yapmaya çalışıyorduk. Tabi bundan da hiçbir zaman pişman olmamıştık gecegondu çocukları olarak. Neyse tam karınlarımızı ve gömleğimizin içini doldururken arkadaşım Fatih dediki oğlum gaç. Bir de baktım bir katırın üstünde biri sakallı diğeri genç iki kişi bize doğru hızla yetişmeye çalışıyor. Allah’ım bu nasıl bir korkudur. Gören görmeyen Saddam zulüm yapacak bize. Biz durur muyuz artık orada. Tabanları yağlamaya başlamıştık son sürat kaçıyorduk zalimin zulmünden. Ama nereye kadar. Az önce değindiğim gibi hıta tarlasının yanında bir çay, çayın kenarında da Yenicek denilen yüksek bir tepe vardı. Tırmanmaya başlamıştık ama yürüyerek değil son sürat , kaça kaça tırmanıyorduk tepeyİ. Bir büyük taşın yanına gelmiştik, acı son bizi bekliyordu. Biz bizi yakalayamadılar diye ufaktan sevinmeye başlamıştık ki, Aman Allah’ım! Firavunun askerleri gibi tepemizde bitmişlerdi. Çare yok dayağı yiyeceğiz. Sakallı ve oğlu başladılar bizi sorgulamaya. Kimin oğlusun, Mevlut’un, sen Mustafa’nın. Derken derken bize dediler arkanızı dönün. Oğlu denen piç katırın kendirini yani yularını iki kat edip bizim kıçımıza vurmaya başlamıştı. Biz gecegonduluyduk hani az numaracı değildik. Her vurmasına ağrının beş katı şiddetinde bağırıyorduk. Dayağı yedikten sonra adam hesap etti kitap etti bana şu kadar borcunuz var dedi. İşin en korkunç yanı buydu. Fakirlik ve imkansızlık. Bunu babamız duyarsa ne yapardık. Adam borcunuzu getireceksiniz dedi ve bizde söz verdik getireceğimize ve bizi salıverdi. Tabi biz getirirmiyiz. O yüksek tepeden indik aynı yoldan eve döndük ve zaman akşamı bulmuştu. Eve geldim bizimkiler söylenmeye başladı. Tabi eve gelir gelmez babam bana güzel bir sövmüştü. Olanları babama anlatınca bir de tarla sahibine sövdü babam. Böylece o günümüz de bu şekilde sona ermişti.
Ve tarih yine tekrar ediyordu.
Sonuç, yine arkadaş kurbanı olmuştum.
Kahramanlar: Fatih Gülpınar ve Hüseyin Kurt