NİŞANTAŞI GELİNİ
Yağmurlu bir gece vakti, hırçın yağmur damlalarına meydan okuyarak ıslak kaldırımlarda takur tukur hedefime doğru yürüyordum. Hafif rüzgarın zaman zaman kaldırdığı şemsiyenin boşluklarından geçerek yüzüme çarpan damlalar, soğukluğunu hissettiriyor bazen de beni ürpertiyordu.
Pantolonumun paçaları belirgin bir şekilde ıslanmıştı, şimşekler çakıyordu ve herkesin hızlı yürüdüğü bir geçenin yalnızlık hissiyatlarıyla bıkıncaya kadar yürüdüm.
Gittiğim yer, nişan taşında güzide görünümlü fakat eski ve klasik bir apartmandı. Apartmandan içeri girdiğimde üşümüş fakat kendini hissettirmeyen yüzümün bütün detaylarını hissettim. Geniş ve mermerlerle süslenmiş bu apartman avlusundan üç kat yukarına bekliyordu beni Bülent Bey.
Merdivenlerden çıkarken, apartmana işlenmiş küçük ve ince detaylar gözüme çarpıyordu, zira hoş bir apartmandı. Rum binası olduğunu düşünmüştüm. Duvarlarda küçük abajur benzeri lambalar böylesi bir apartmanı dünyanın en güzel apartmanına çevirdi sanki
Üç kat çıktıktan sonra kahverengi bir kapının ziline dokundum. İçeriden kendinden emin, vakur ve bir o kadarda modern-adeta tiyatro sahnesindeymiş gibi- bir ses geldi. “Ben açarım!” dedi Bülent bey.
Kapının deliğinden baktı ve açtı kapıyı. Açılan kapının ardından beni beklediğini hissettiren bir ifade ile karşılaştım. Bülent Bey; eliyle içeriyi gösterdi, belini çok hafifçe eğdi ve “içeri buyurun” dedi.
Elimdeki şemsiyenin üstünden şıpırdayarak damlayan suları görünce, “Nazmiye hanım” diye bağırdı. Nazmiye hanımda ellerini kurulayarak geldi ve derhal şemsiyeyi rica ederek aldı. Sarı fakat yumuşak ışığın aydınlattığı geniş salonda, kapıya sırtı dönük kanepeler vardı. Oraya kadar bana eşlik etti ve “Lütfen otur!” dedi. Başımı eğdim ve koltuğa oturdum.
Oturduğum anda, pantolonumun her yerden da ıslandığını fark etmiştim, fakat sadece nemli kadar ıslaktı. Oturduğum koltukta hemen çapraz karşıma oturan Bülent Bey nazikçe hal hatır soruyordu ki evin hizmetçisi Nazmiye Hanım; oldukça şık bir tepsinin üzerinde özenle hazırladığı Türk kahvelerini bize sundu. Fincanlar ‘minyon’ ve çok şıktılar. Kahve de adeta bir kahve ustasının becerebileceği kadar güzel yapılmıştı. Tam kıvamında ve köpüklüydüler.
Siyah parlak bir ceket, griye çalan beyaz ve ince detaylarıyla kareli bir gömlek ve onun altında da turuncu fularıyla Bülent bey; tam bir beyefendi olduğunu gösteriyordu. Bu sıradan bir akşamdı onun için ve her sıradan akşam da bu kadar şıktı.
Kahvesinden kocaman bir yudum aldı, yuttu ve yavaşça arkasına yaslandı. O esnada da derin bir oh çekti. Gözlerini yukarı kaldırdı ve aniden bana doğru baktı. Derin bir üslupla; “Demek subaysın, babamın mesleğiydi. Kızımın bir subayla evlenecek olması beni çok mutlu ediyor…” dedi.
Yüzüne bakıp hafifçe gülümsedim. Bülent bey; üç ayrı fakülte bitirmiş, yurtdışında yıllarca çalışmış, uluslar arası bir kamuoyunda prestij yapmış oldukça varlıklı bir adamdı. Çocuklarını en iyi okullarda okutmuş, en iyi şartlarda yaşamalarını sağlamıştı. Bir oğlu biyokimya profesörüydü. Kızı ise Fransız dili ve edebiyatı okumuştu. Felsefe bölümünde de dördüncü sınıf öğrencisiydi.
Ailecek ev ile alakalı olan işlerini hiç kendileri yapmamışlardı. Evin temizlikçisinin yanında birkaç eleman daha vardı. O anda beni bir telaş sardı.
Acaba yeni standartlardan memnun olur muydular? Yıllarca rahatlık içinde yaşamışlardı. Bana verilecek lojman, alacağım maaş acaba yeterli olur muydu?
Anneleri, yani kayınvalidem; Paris’te bir foruma katılmıştı. Şimdi oradaydı. Ya Paris e gitmek isterse?
Bu esnada Ece, parlak siyak tuvaletiyle, üzerinde kırmızı işlemeleriyle içeri girdi. Belki bir bayana bu kadar yakışabilecek bir kıyafetti. Siyah uzun saçlar, dalgalı bir tarzda bağlanmıştı. Beyaz teni ve gülümseyen yüzü de hemen göze çarpıyordu. Abartısız doğal bir güzellik abidesiydi.
Bu beni çok mutlu ediyordu ama sonu gelmez düşüncelere de sokup sokup çıkarıyordu. Düşünceli halim çok göze batmış olmalıydı ki Bülent Bey gözlerini büzüştürerek uzunca baktı bana. Sonra da;
“Evladım” dedi. “Senin de bizim de hiçbir sıkıntımız olmayacak.” Dedi “Kızımın seninle her şartta mutlu olacağından eminim. Yeter ki birbirinize sıkıca tutunun ve bırakmamaya gayret edin.”
Bu sözler ben oldukça şaşırtmıştı. Ben; maaşımı, standartlarımı soracak sanmıştım ama tam tersine anlayışla karşılandım. Bülent Bey yüzüme gülümsüyordu ve hayatımın en zor anını derin nefesler alıp vererek geçiriyordum.
Evden çıkma anı gelince de aynı güler yüzlülükle kapıdan uğurlandım. Apartmandan çıkışta yağan yağmur serin bir alkış gibi geliyordu. Heyecanlı adımlarla arabaya doğru yürümeye başladım. Arada yüzlerce metre vardı. Park yeri bulmakta zorlanmıştım. Yağmur altında bu stresli gecede benim için kısa olan bu mesafe Bülent beyin yanına giderken zorlaşmıştı. Şimdi geri dönüyorum ve yağmur altında olsam da uçarak gidiyorum sanki.
Arabayla gideceğim kilometrelerce yol, yetişmem gereken görev ve onlarca sorumluluk duman olup uçtu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.