DOSTLUK ADINA
Önce kalbinizde bir sızıntı duyarsınız. Dudaklarınız birkaç kelime söylemek ister; ama kelimeler yetmez, düğümlenir boğazınızda. Gözlerinizden akan iki damla yaş anlatır bütün duygularınızı. Ayrılık zamanı gelmiştir artık. İşte o anda gözleriniz kapanır, tüm anılarınız canlanıverir. Kim bilir, belki son kez sarılırsınız boynuna sıkıca, son kez dudaklarınız konar yanaklarına. “Acaba yeniden beraber olabilecek miyiz?” diye düşünürken siz, o tekrar arkasını döner. Son bir gülümseme. İşte o anda söylemedikleriniz bir kuş olup uçar onun kalbine bir tutam sevginizle. Fazla uzun sürmez, süremez. Artık arkanızı dönüp yolunuza devam etme zamanı gelmiştir.
Bizim ayrılığımız da böyle oldu işte. Ne kadar hızlı geçmişti koskoca üç yıl. Sonunu biliyorduk, ama mecburduk. O yıl, onsuz geçecekti. Arka arkaya oturamayacak, pencereden bakıp dertleşemeyecektik. Başımı omzuna yaslayıp ağlayamayacaktım. Peki, ne olacaktı? Onun gibi biri çıkacak mıydı karşıma? Başka birinin olmasını ben istiyor muydum ki?
Onu bu kadar çok severken, bir yandan da “Acaba beni unutur mu?” diye düşünmekten kendimi alamıyordum. “Dilara’m!” diyen biri unutabilir miydi? O, bunu yapabilir miydi? Hayır, hayır.
Kaçınılmazdı. O yıl… Tıpkı, yeni doğan bir bebek gibiydim. Yeni yüzler, yeni sesler. Tanıdık hiç kimse, hiçbir şey yok. O yok! Onsuz geçecek olan dört yıl başlamaya hazırdı oysaki. Ya ben? Ben hazır mıydım?
Korktuğum başıma gelmişti. Yazarken bile kalbimin sızladığı, parmaklarımın yazmak için kaçındığı bir korku; unutmak! Beni unutmuştu. Artık görüşemez olmuştuk. Ona göre görüşüyorduk aslında. “İnternet vardı ya canım, neyimize yetmezdi!”. Gerçek değildi ki. Önceleri soğuk bir “selam”la başladı konuşmalarımız. Öyle de devam etti. Zamanla neyimize yetmeyen internet görüşmeleri bile ulaşılmazımız oldu. Bundan sonra hiç olmayacaktı. Ne onun hayatında ben, ne de benim hayatımda o. Bitmişti işte. Her şey sona ermişti. Yeni arkadaşları vardı. Belki de yeni “Dilara’sı” bile vardı. Benimse yeni hayatımın beş ayı bitmişti bile.
Tatilin ilk günü mutlu bir haberle açtım gözlerimi. Eski okuldan on kişi buluşacaktık ve o da olacaktı. Yağmurlu bir cumartesi günüydü. Yağmur damlaları yüzüme vurdukça mutlu oluyordum. Sanki damlalar beni alıp ona ulaştıracaklarmış gibiydiler. Gülümsedim. Uzun zaman sonra gerçekten mutlu olduğumu hissettim. Onunla birlikte olduğum günlerin mutluluğuydu bu.
Kısa bir otobüs yolculuğundan sonra buluşma yerine vardım. Herkes oradaydı, ama o yoktu! Gözlerim tekrar aradı. Belki bir umut… Yoktu! Bir an için yüzümün kızardığını hissettim. Dudaklarım düştü. Gözlerimi kapadım. Ayrıldığımız an geldi gözümün önüne. “Keşke gelmeseydim.” diye düşündüm. O an kulaklarımda yankılanan tanıdık ve bir o kadar da içten bir ses “Dilara’m!” dedi. Gözlerimi açtım. Arkama döndüğümde oradaydı. Gelmişti. Gözlerinin içindeki ışıkla gözlerimin içine bakıyordu. Unutmamıştık. Ne o beni hayatından çıkarabilmişti, ne de ben onu. Sarıldım! Sımsıkı. Ayların acısını çıkarırcasına. “Çok özledim.” dedi. Gülümsedim. Hala inanamıyordum. Ne kadar da değişmişti. Sesi kalınlaşmış, boyu uzamıştı. Sekiz ay. Düşündüm de sekiz aydır görüşmemiştik ve sekiz ay ne kadar değiştirmişti onu. Acaba benim için neler düşünmüştü? Özlemişti besbelli. Sımsıkı sarıldı o da benim gibi.
İnsanların hayatlarında dönüm noktaları olur ya, o yağmurlu cumartesi günü hayatımda bir dönüm noktası oldu. Hatta yeni hayatımın içinde yeni bir hayat bile denebilirdi. O günden önce benim için soğuk, karanlık bir kıştı. Ortalıkta kirlenmiş karlar vardı, ama o cumartesi günü ilkbahar gelmeye hazırlanıyordu. Doğa da bunun için hazırlık yapıyordu. Ben de doğanın bir parçasıydım. Karların arasından çıkmaya çalışan ve amacına ulaşan bir kardelen çiçeği. Güneşimi gördüm ve yeni bir nefes aldım.
Diğer arkadaşlarımızla birlikte yürümeye başladık. Yağmur damlalarını hissettikçe kardelen biraz daha başını kaldırıyor ve güneşine biraz daha yaklaşıyordu. Yürüyorduk. Koluna girdim her zamanki çekingenliğimle. Sımsıkı tuttu, bırakmadı. Hayatımın en mutlu günüydü. Küçükken babam bana istediğim, hatta sahip olmak için ağladığım oyuncağı aldığında dünyalar benim olurdu. Şimdi de öyleydi. O, hep istediğim oyuncak, bense küçük mutlu kızdım.
Bütün gün eğlendik. Eski günlerimizi hatırladık. Sinemaya gittik. Yanımda olduğunu düşündükçe biraz daha mutlu oluyordum. İçimden o günün sonunun gelmemesini diliyordum.
Her şeyin bir sonu vardı işte, ayrılık vakti de gelmişti artık. İçim yine buruldu. Dudaklarım yine düştü. Kelimeler yine çıkmak istedi, ama yine olmadı. Bu sefer benim de kalbime küçük kuşlar uğrayıp bir tutam sevgi bıraktılar. Sevgimi aldım ve ben de uçurdum onları.
Değişen tek şey vardı. Ağlamadım. Artık umudum vardı. O vardı. Emindim ki, yeniden buluşacaktık. Şimdi yapılacak tek şey beklemekti.
O yağmurlu cumartesi gününden yalnızca birkaç gün sonra bir arkadaşımızın doğum günü için tekrar birlikteydik. Anladık ki, önemli olan sevmekti ve biz bunu en iyi şekilde yapıyorduk. Seviyorduk.
Altı sene oldu şimdi. Belki her zaman yan yana olamıyoruz, ama biliyoruz ki kalplerimiz her zaman yan yana ve sımsıcak. Bazen düşünüyorum da, bizi birbirimize bağlayan bir iksir olmalı. Dostluk adına. Mutluluk adına.