Anadolu'lu Hektor
Anadolu’lu Hektor
Truva’dayız. Savaşın tam ortasında. Kan kokusu her yer, irin yağıyor sanki göklerden. Ortalık sanki bir kasabın kesimhanesi gibi, herkes birbirini boğazlıyor bir kadın uğruna. Dünyanın en güzel ölümlüsü adına, her gün yüzlerce ölümlünün yaşamının sonuna kim yazmışsa bu hikâyeyi, onun tarafından nokta konuluyor.
Yunanlı Ağa Memnun, gelini Helen kaçırıldığı için Truva’yı kuşatmış ve savaş tam 8 yıldır devam etmektedir. Aslında bu komutanın gerçek ismi Agamemnon’dur, fakat Anadolululara (belki de "o" harfinin son hecede gelmesinden dolayıdır)"Agamemnon" ismini söylemek zor geldiğinden dolayı, ve dil yasalarının kendilerine verdileri "kolaylaştırma" prensbine dayanarak o kralı Ağa Memnun yapıvermişlerdi.
Anadolu’lu Hektor ise, savaş sırasında kahramanlar gibi savaşmaktadır. Her gün leş kokuları , kan, irin, yaralılar ve ölümler içinde, ara sıra savaşa ara verdiklerinde de Andromeche’sini düşünmektedir. Ondan bir an olsun bile ayrı kalmak, Yunanlıların kılıçlarının verdikleri acılardan çok daha fazla acı veriyorlardı ona ve sanki Anadolu’lu mert Hektor Yunanlılarla değil de, sevgilisinin ayrılığıyla savaşıyordu.
Sekiz yıldır bitmek bilmeyen lanet savaşın günlerinden bir gün, komutan olması hasebiyle savaş alanını bir an olsun terk edemeyen Hektor, savaş alanında yakaladığı kendisine savaş muhabiri diyen hain Homeros’u kolundan tutup Truva kralı humanist Priam’ın huzuruna getirir.
**************
Priam : Ne olmuş oğlum, suçu neymiş bunun?
Hektor : Savaşmıyor baba!
Homeros : Ama kralım, itiraz ediyorum, benim son derece ulvi bir görevim var...Yazarım ben, bunları bir kitapta toplamayı ve tüm bu olanları ölü-
Hektor : Sus üleen!!! Bizim savaşacağız diye canımız çıkarken, sen elinde taş-çivi, öleni kalanı yazıyon! Yok efendim kim kime nereden nasıl bir mızrak atmış, kim kimin kılıcıyla ölmüş, kim neresinden yaralanmış… Sanane lan! Bir de tanrılar diye bi şeyler diyormuş zaten babacım bu zındık. Babacığım, müsaadeniz olursa bu hainin hayatına, dedemden kalma şu kılıcımla son vermek bahtiyarlığına erişmek niyetineyim. Hatta sonra da kılıcımı saplarken bu annem içi-
Priam : Oğlum! Biliyorsun, ülkemiz zor günler tecrübe etmekte, senin burada bulunman doğru olmaz, sen hemen savaş alanına geri dönersen isabetli bir iş yapmış olacak ve babanın sözünü de dinlemiş olacaksın. Zaten savaş alanında Aşil yeterince canımızı okuyor. Bir de kendi adamlarımızı da kendimiz öldürürsek… ! Git hadi, Homeros’la ben ilgilenirim.
Hektor : Madem öyle,pekiiy babacığım. Ama izniniz olursa validemle zevcemi bir görmek, onlarla hasbihal etmek isterim.
Priam : Maateessüf buna izin veremeyeceğim oğlum. Savaşın en önemli anlarındayız. Sonra görürsün. Milletimizin içinde bulunduğu bu zor günlerde derhal ordunun başına dönmen icab eder. Biliyorsun, fakr-u zaruret içindeyiz.
Hektor : Pekiiy baba...
*************************
Saraydan çıkan delilkanlı Hektor, Andromeche’nin yanına gidip gitmeme konusunda mütereddüttür. Ama en sonunda dayanamaz ve helalini görmeye karar verir. Çok kısa bir süreliğine uğrayıp sonra yelden hızlı, boğadan güçlü beyaz atıyla savaş alanına geri dönecektir.
Eve girer, ortalıkta kimseler yok gibidir. Sonra zamanı düşünür, akşam yaklaşmakta ve kerahat vakti girmek üzeredir. “Kesin yine komşuya 5 çayına gitmişlerdir” der kendi kendine. Kendi odasının kapısını açar. Bir de ne görsün! Helen vardı odada, yalnız başına..
*********************
Hektor : Oh! Selam yenge, siz mi vardınız? Kusuruma bakmayın lütfen, bilmiyordum. Öyle aniden giriverdim. Şeyy, ben çıkayım.
Helen : Durun Hektor. Gelin, oturun. Biraz hoş beş edelim. Ne zamandır feci bir yalnızlık içinde olduğumdan pek bi sıkkınım. Ne var ne yok, ne yapıyorsunuz, nasılsınız?
Hektor :(Sanki bilmiyor ne yaptığımızı aptal kadın, senin yüzündensavaş yapıyorz işte kaç seneden beridir. Yoksa sarışınların cidden salak oldukları önermesi doğru mu?) Olmaz yenge! Ordum beni bekler, benim burada böyle eyleşmem doğru olmaz. Savaşam gerekir, vatan, millet…!
Helen : Amaan kujum…Vatanmış, milletmiş... Bırakın hem bana tekrar tekrar yenge demeyi de! Ben korkak Paris’i sevmiyorum ki. Hem kim hoşlanır öyle bir korkaktan! Hiç yakışırmıymış Anadolu’lu erkeğe Yunanlı Ağa Memnun’un önünden kaçmak. Oysa Anadolu’lular hem mert, dürüst ve delikanlı olurlar diyebilirdim ben...
Helenin bakışlarındaki hinliği, hatta hin oğlu hinliği görür Anadolu’lu Hektor. O an bakışlarını Helen üzerinden kaçırır ve pencereden dışarıya bakmaya başlar, gözlerini adeta görünmeyen bir maddeye dikmiş bir şekilde. Mağrur mağrur… Helense yavaş yavaş yaklaşır ve kolundan tutar Anadolu çocuğu Hektor’u.
Helen : Bırakın orduyu falan Hektor, siz olmadan da savaşabilirler...
Helen Hektor’un kolundan tutar, kendisine doğru çekmeye çalışır Anadolu çocuğunu.
Hektor : Kendinize geliniz reca ederim Helen.
Hektor’un dönüp bakmaya hiç niyeti yok gibidir. Kolunu kurtarmak isterken Helen aniden yatağın üzerine düşer, ve Hektor da bir bayanı incitmenin verdiği rahatsızlıkla şaşkın bakıyorken Helen’e,
Tam o sırada Andromeche gelir. “Siz çaya gelmiyor musunuz eltim?” dediği anda manzarayı görünce gözyaşları içerisinde gerisin geri koşarak dışarıya çıkar.
Hektor : N’ayır, yanlış anladınız beni N’Andromeche,
diye bağırır arkasından ama duymaz bile giden..
Kolunu kurtarır Helen’den ve o da koşarak dışarıya çıkar. Hektor Andromeche’yi bir kale duvarı kenarında ağlamaklı bir halde bulur. Hektor’un tam 8 yaşına gelmiş olan oğlu Astynaks da annesinin yanındadır. Annesi Hektor’un geldiğini görmemiştir:
Astynaks : Baba, baba!...
Koşarak babasına sarılır.
Hektor : N’Oğlum, n’oğlum...!
Astynaks : Baba, annem neden ağlıyor?
Andromeche : Hayır yavrum n’ağlamıyorum. Gözüme toz kaçtı, hadi sen git arkadaşlarınla oyna...
Astynaks lay la la laay lay diyerek seke seke yanlarından uzaklaşır. Hektor ise kendini affettirme telaşı içerisindedir.
Hektor : Beni yanlış anladınız N’Andromeche.
Andromeche : Susun Hektor, demek aşkımız bir yalanmış. N’Allahım, ne kadar bedbahtım.
Hektor : N’ayır, n’Andromeche, yanlış anladınız, kendimi o şırpıntı-
Andromeche: N’ayır, N’ayır, dinlemek istemiyorum sizi, yalanlarıızı Helen’e falan saklayınız.
Hektor : N’Andromeche, vallahi bakın, ynlış anladınız beni, ben kendimi ondan kurtarmaya çalışıyordum, zaten korkak kardeşim Paris de ona nasıl aşık olmuş anlamadım, takmıyor bile Paris’i! Üstelik, savaşta ara verdiğimiz zamanlarda sadece ama sadece sizi düşünüyorum kujum. Ölümün peşimden ayrılmadığı zamanlarda sizin hayalinizle yaşıyorum savaş alanında ben, senin için, senin için, n’anlıyor musun! Ve şimdi babamın muhalefetine rağmen ben buraya sizi, sadece sizi görmeye geldim. Ve hemen gitmem gerekiyor bir tanem. Şimdi seni görmek bana yeni bir hayat bahşetti. Çok mes’ut olmak varken, sizin yaptığınıza bakın!
Andromeche : Ben de şey sanmıştım, şe, şey...,
Derken ayağa kalkar ve sevgililer birbirlerine sarılırlar doyuncaya. O mis kokusunu içine çeker helalinin Hektor. Ama Anadolu çocuğu Hektor’un ordusunun başında olması gerekmektedir. Millet önce gelirdi onun için yardan.
Hektor : Gitmeliyim şimdi yavrum, sen beni bekle, savaş bitince pembe panjurlu evimiz olacak.
Andromeche : Ah ne zaman bitecek bu ölüm korkusu, her gün ölüm haberini alırım diye ödüm patlıyor. Hem ne bu mesai gibi, sekiz sene kale savunması sürer mi ya! Bunların başka işleri güçleri yok mu! Verelim gitsin Helen’i Truva’da başka kız mı yok!
Hektor : Politika işte tatlım, siz kadınlar anlamazsınız…
Andromeche : Politika falan ijtemiyorum ben! Ben seni ijtiyoruum amaaa!
Diye gözyaşlarına boğulur tekrar Andromeche. Anadolu çocuğu Hektor tekrar dayanamaz ve basar bağrına Andromeche’sini, sımsıkı sıkar, yüzyıllar sonra icat edilecek pres makinları misali. Andromeche’nin de canı yanar ama söyleyemez zavallı, ne yapsın, karşısındaki ne de olsa Truva’nın en güçlü adamı, gülü seven dikeninin bazı bazı batacağının bilininde olmalıdır ne de olsa...
Hektor : Düşmanı kovup sırf senin için geleceğim yavrum,
Andromeche : Seni ebediyete kadar bekleyejeyim.
Hektor : İnşallah o gün gelmeden ben dönebilirim yavrum, n’elveda...
YORUMLAR
Sevgili TunçAy ; Türk filmi tadındaki yazını bizlerle paylaştığın için teşekkürler..." göze toz kaçması " , " mesai gibi sekiz sene kale savunması " , " pembe panjurlu ev " ve " n' ayır - n'olamaz- n'elveda " ... Hepsi yerli yerinde kullanılmış çok eğlenceli bir öykü.Tek eksiğimiz Kartal Tibet ; namı değer Tarkan :)) Tebrikler...