- 1120 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ANDREİ İÇİN "BÜLBÜLÜM ALTIN KAFESTE"
ANDREİ İÇİN "BÜLBÜLÜM ALTIN KAFESTE"
Umur arayıp İstanbul’da bir hastanede olduğun haberini veriyor. Ayrıntıları alır almaz koşup oraya gidiyorum. Umur benden önce gelmiş. Kapıda karşılıyor beni. Sanki kötü bir habere hazırlamak ister gibi:
"Telefonda söylemek istemedim ama durumu ciddi, ağır bir enfeksiyon geçiriyor. Ateşini üç gündür düşürememişler, şu anda bilinci yerinde değil." diyor. Seni görmek istiyorum. Enfeksiyon odaları için hazırlanmış elbiselerle içeri giriyorum. Yüzün daha da yaşlanmış ve saçların, Rus kızılı saçların yastığın üzerinde, boğazımda bir hıçkırık adın dilimin ucuna geliyor ama çıkmıyor… Andrei… Arada anlamadığım Rusça kelimeler çıkıyor ağzından. İnsan bilinçsizken ana dilinde konuşurmuş… İçim acıyor… Odada çok kalmama izin vermiyorlar. Dışarı adımımı atar atmaz tuttuğum hıçkırığı bırakıyorum. Umur gelip sarılıyor bana: "Korkma atlatacak. Yüksek dozda antibiyotikler veriyorlar. Bir hafta içinde kendine gelir dedi doktor." Diyor.
Evet, tam bir hafta yarı bilinçli yarı bilinçsiz yükselen ateşlerle geçiyor. Hayatımın en uzun üçüncü haftası. Diğer iki uzun haftayı senin kaybolmandan sonra yaşıyorum. Hiç kimseye hiçbir şey söylemeden kayboluyorsun. İki hafta sonra İstanbul’da bir hastanede olduğunu öğreniyorum. Yaşadığımız şehre üç saat uzaklıktaki İstanbul’da ne yapıyordun? Ben seni gezmek için bile oraya götüremezken orada ne yaptığını bilmiyorum. Onuncu günde kendine geliyorsun. On gün boyunca hastanede başında bekliyorum. Taburcu olurken Umur da geliyor İstanbul’a, işlemleri onunla yaptırıyoruz. Seni yaşadığımız şehre götürüyoruz. Umur, evini temizlemiş ve hazırlamış gelmeden beni arayıp söylüyor.
Arabada hiç konuşmuyorsun. Bitkinliğin ve yorgunluğun gözlerinin yeşiline yansımış, yorgun bir yeşile boyuyorsun dünyayı. Üç saatlik yolu başın dizlerimde geliyoruz. Arada "Andrei sevgilim" sana sesleniyorum, bir mırıltıyla duyduğunu belli ediyorsun. Eve geliyoruz. Seni yatağına yatırıyoruz. Umur’a seninle birkaç saat kalıp kalamayacağını soruyorum. Kalacak. Koşarak şehrin ortasından akan nehrin yanına gidiyorum. Nehir’le konuşuyorum:
"Buldum onu… Onu buldum… Yaşıyor… Bırakmadı beni… İstanbulda’ymış…" Ama birden bir acı saplanıyor içime … Nehir soruyor: "İstanbul’da ne işi varmış?" "Bilmiyorum, hayır aslında biliyorum, korkarım ki bu sefer gerçekten gidecekti o ülkeye… Ama bunu ona sormayacağım. Anlatmak isterse sonra anlatır" diyorum. "Önemli olan o yaşıyor, ama hâla çok hasta"… Sonra Taş Köprü’nün üzerinden günün batımını seyretmeye başlıyorum. "Öyle yorgunums ki" diyorum nehre. Yorgunum ve içim acıyor. Karşıdan görülen söğütler rüzgarla sallanıyorlar… Rüzgar yüzümü yalayınca ağlamaya başlıyorum. Bir türkü dolanıyor dilime nehrin ve rüzgarın geçtiği topraklarda söylenen… Rüzgar mı doluyor nehir mi, Andrei mi bilmiyorum.
"Bülbülüm altın kafeste
Öter aheste aheste
Ötme bülbül yarim hasta
Ben sana dayanamam yarim
Ben sana aldanam"
Ve bu sefer seninle konuşmaya başlıyorum Andrei, sen yeşil gözlerinin her uğultulu çağrısında içimdem binlerce Simurg’u havalandırdığım deli Rus, kendinin yitiğisin, yitik ülkenin oğlu… Ve ben… Andrei… Seviyorum seni… "Bir virgül uğruna yaşanabilecek bir dünya düşlüyorum" diyor bir yazar… Sen Andrei, virgülümsün… Sen Andrei, dünyamsın…
Eve yürüyerek dönüyorum. Umur mutfakta, akşam için bir şeyler hazırlıyor. Odana giriyorum, uyuyorsun. Umur’a duş alıp biraz uyumak istediğimi söylüyorum. Salondaki kanepeye uzanıyorum. İçimde senin de bu çatının altında uyuduğunu bilmenin huzuruyla derin bir uykuya dalıyorum.
CEREN UMUR 2008
YORUMLAR
soyadınızı öyküde bir karaktere isim yapmışsınız... ben de umur da nereden çıktı diyecektim...
" Nehir soruyor: "İstanbul’da ne işi varmış?" "Bilmiyorum, hayır aslında biliyorum, korkarım ki bu sefer gerçekten gidecekti o ülkeye… "
burada verilmiş hikayenin özü, güzel bir öykü, teşekkür ederiz bizimle paylaştığınız için, aslında öyküye mi yönelsem biraz daha diyorum, böyle güzel öyküleri gördükçe...
Edebiyatla kalın...