- 1039 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sevinç ve Hüzün
Aktepe, Hassa, Hatay
Bundan yaklaşık on iki on üç yıl evveliydi. Anamla büyük kardeşim Küreci Çayı’ndaki bahçemize çalışmaya gitmişlerdi. Ben ve ağabeyimi de eve bekçi bırakmışlardı. O zamanlar tabi şimdiki çocuklar gibi değildik. Hırçın çocuk rolünü üstlenmiştik. O zamanlar hiç yerimizde duramaz devamlı bir şeylerle uğraşır dururduk. Dönelim bizim başımızdan geçen ilk maceraya…
Sabah erken kalkmıştık. İçimizde yine o çocukluğun vermiş olduğu sevinç ve heyecan vardı. Anamla kardeşim el arabasını, çuvalı, kalıcı vs. araç ve gereçleri alıp yola koyulmuşlardı. Zaten hep öyle olmuştu bizim olaylar. Sevincin ardından hüzün. Onlar bahçeye gidince abim işe koyulmuştu. Hangi iş diye soracaksınız biliyorum. Bahçeye erken gidince evin işleri tabi bize kalmıştı. Tabi bize derken ben yapmazdım. Ne ise işe başladı abim. İlk önce evi süpürdü, sonra sedirleri* düzenlemeye yanaştı. Tabi ben muzırlıkta o zamanlar ustaydım. O düzen verirken ben bozmaya başlamıştım sedirleri … O düzenliyor ben bozuyorum. O dur dedikçe ben durmuyordum. Ben bozdukça o beni kovalıyor, yakalayamıyor, sinirleniyordu. Tarih şunu not etmişti. Bir sevinen neşelenen, neşelenirken de birini üzüyor, onu sıkıntıya koyuyorsa neşelenen mutlaka cezasını bulacaktı. Evet neşenin ardından hüzün hayat bulacaktı. O dur dedikçe ben durmuyor sürekli abimi üzüyordum. Şimdi keşke üzmeseydim diyorum ama ne yaparsın işte, zaman durmak bilmiyor bizi de sel misali önüne katıp istediği yere doğru sürüklüyor. Neyse son defa düzenlediği sediri bozmuştum. Abim yine kovalamaya başladı. Bu sefer ben dama çıkacaktım. Bizim bir tahta merdivenimiz vardı dayak denirdi bizim yörede. İşte tam bu noktada tam merdivene tırmanırken ayağım kaydı ve yere kapaklandım. Bu sefer abim ne yapacağını şaşırdı. Abim iki duygu arasında gidip geliyordu. Haklılık ve haksızlık – suçluluk ile suçsuzluk. Yani benim yüzümden kendini suçlu hissediyor kendi kendini yiyordu adeta. Ben tabi düşer düşmez başımdan kanlar ılık ılık yüzüme doğru akmaya başlamıştı. Çok ilginçtir burası. Abim başıma tampon oluşturmak için yastık, minder türünden şeyleri kafama bastırmaya başladı. Tabi doğal olarak abim korkuyordu. Başıma gelen bu olaydan dolayı suçluluk duyuyordu. Biraz sonra abim anam gili çağırmaya gitti Küreci Çayı’na. Tabi anam duyar duymaz her ananın duyacağı korku ve acıyı yaşaması muhakkaktır. Anam ve kardeşim koşa koşa gelmişler. Geldiler benim başım yarık, kan revan içindeyim. İşin garip tarafı sağlıkocağı da burnumuzun dibinde. Yani oraya gidip anam gili çağırana kadar beni sağlıkocağına götürse daha faydalı olacaktı. Ama çocukluk işte. Belki de geçmişe duyduğumuz özlemin nedeni de bu olsa gerek. Mantıksız işler. Neyse sağlıkocağına götürüp pansuman yaptırdılar, dikiş attırdılar. Ve maceranın sonu geldi.
Evet sevinç ve hüznü bir güne sığdırmayı başarmıştım.
Sedir: Tahtadan yapılmış üzerine oturulan somya ya da divan