- 588 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GELİNCİKLER
Buğday başakları kuru, kuru hışırdıyor ve bu hışırtı, tarlaya yayılmış gelinciklerin içine korku salıyordu. Nerdeyse buğdayları biçmeye geleceklerini, buğdaylarla birlikte kendilerinin de yok olacağını biliyorlardı.
- Biz biçilmek istemiyoruz, diye sızlanıyordu gelincikler. Buğday değiliz biz, gelinciğiz tohumlarımız taşlık yerlere değil de tarlaya düştüyse bunda bizim suçumuz ne?
- Ah, diye iç çekiyorlardı. Güçlü bir yel esmiyor ki tohumlarımızı tarlanın dışına serpsin, hiç değilse bizden sonraki gelincikler güven içinde yaşasınlar. Karınca, ay karınca n’ olur sen taşı tarlanın dışına tohumlarımızı.
Karıncaların çok işi vardı, olgun başaklardan düşen tanecikleri yuvalarına taşımalıydılar.
- Arı, ey arı, sen götür n’ olur tohumlarımız taşlık yerlere.
Arılarda hiç sevmez gelincikleri, ne zaman onlara yaklaşsalar kokularında.
başları döner uyuşup kalırlar. Oysa uyuşup kalmanın sırası mı, onca dolaşıp bal yapacak çiçek varken.
- Ağustosböceği hiç değilse sen götür tohumlarımızı.
Kuytu köşesinde, kemancı babasından, otlardan, serçelerden, çiçeklerden işittiği ezgileri çalmayı bırakıp, gelinciklere baktı.
- Peki götürürüm dedi ağustosböceği.
Sevindi gelincikler, yapraklarını açıp, açıp tohumlarını sundular ağustosböceğine. O da tarlada ne kadar gelincik varsa akşama dek derledi hepsinin tohumunu, ceviz kabuklarına doldurdu, sonra kabukları sırtlayıp taşlık yerlere doğru yola koyuldu.
Tanyeri ışınyınca değirmenci koştu.
- Başaklar olgunlaşmış dedi köylülere. Tam olarak zamanı.
Sonra orakçılar tarlaya gitti, ezgilerin esinlendiği gözleriyle görmek
için. Olgun başaklar ağırlaşmış, ağır, ağır sallanıyorlardı. Taneleri kaçıran karıncaları gördü, ayak seslerini işitti. Çiçeklerden bal toplayan arıları seyretti, vızıltılarına kulak verdi, yalım, yalım al gelinciklere gözü ilişti sonra, ağlayıp yakınmıyorlar, boyun eğmiyorlardı oraklar karşısında. Yaşlı değirmenci pek şaştı gelinciklerin titremeden ölüşlerine.
O sırada tohumlarını taşlık yerlere götürüyordu ağustosböceği.