Umut Zamanı
Serkan’ın isteğiyle İlker’le ikisi üniversite yıllarını geçirdikleri şehirde buluştular.
İki arkadaş anılarıyla dolu özledikleri şehri gezerek güzel günler geçirdiler. İlçenin ortasından geçen çayın kenarında beraber balık tuttular.
Bir gün yine suyun kenarındayken kıyıda bir cam şişe buldular. Bunun yakın hastaneden atılmış olabileceğini düşündüler.
Akıllarına bir fikir geldi, boş şişenin içine bir mektup yazıp suya bırakmayı düşündüler. Daha sonra bu fikri esprilerle daha da geliştirmek için çabaladılar; tatildeydiler boş vakitleri çoktu. Muhabbetleri sürdü, harmanlanmış eski okul günlerine, anılara döndüler.
İstanbul gibi kalabalık şehirden sonra, tahsil için, bu sakin ve sıcak şehre gelip iki yıl yaşamak onlara masalımsı bir dünyada olma hissi vermişti.
Uzun çayın kıyısında gezinirken, beton köprünün geniş ayaklarına yakın durduklarını fark ettiler. Yazın akan bu çayın suyu iyice azalmıştı. Ellerindeki şişeyi beton köprünün çukurlaşmış ayağına gömmeyi düşündüler. Kışa doğru su çoğalınca şişe uzun çay boyunca Uluabat gölüne, belki oradan Marmara Denizine kadar yol alacaktı…
Şişenin içine birer küçük eşyalarını da koymayı planladılar…
Sonbaharda, Eylül ayında tekrar buluşmaya karar verdiler. İlçenin şenliklerinde bir konserde tekrar buluşmaktı niyetleri. O gün geldiklerinde şişenin içine koydukları küçük eşyalar ilk ulaşanın olacaktı, gelmeyen ise hediyeyi alamayacaktı. İlker parmağındaki yüzüğü çıkarıp koydu, Serkan ise mezun oldukları okulun küçük rozetini…
Serkan ertesi sabah suyun kenarına erkenden, İlker’den habersiz gitti. Arkadaşının yüzüğünü hatıra olarak almak istedi. O güzel yüzüğün kaybolmasına, balıkçılar tarafından bulunmasına ve kötü akıbetine razı olmak istemedi. Yüzüğü ve esprili mektubu aldıktan sonra, yerine Eylül ayında gelemeyebileceğini belirten “O uzun mektubu” bıraktı.
Aylar sonra sonbaharda, Eylül ayında buluşma gerçekleşmedi…
Sular şişeyi sürükleyip uzaklara götürdü. Gerçekten de Marmara’ya ve İstanbul’a kadar bir yolculuğu oldu şişenin..
Hastaneden atılan geniş ağızlı şişenin az görünen bir kısmında hastanın ve hastanenin ismi yazılıydı. İki arkadaş bunu fark etmemişti.
Şişeyi deniz kenarında bulan birisi, onu gazeteci olan bir arkadaşına verdi. İçindeki mektubu okuyan gazeteci, yazılanların önemli olduğunu, değişik bir haber çıkarabileceğini düşündü…
“O uzun mektupta” ölümcül bir hastalıktan ve umutsuz bir insandan bahsediliyordu. Gazeteci yazılanlardan etkilendi, bahsedilen bu insana yardım etmek istedi.
Gazeteci toplanacak bir yardım kampanyasıyla hastanın iyileşebileceğini düşünerek hastaya ulaşmaya karar verdi. Şişenin üzerindeki isimden adrese ulaştı.
Oysa yanlış adresteydi… O sırada hala hastanede yatan başka bir hastaydı ulaştığı. Umutsuz hastalığına rağmen ümidini kırmamış; ölse bile kendisinden sonra dostlarına hatıra kalacak şiirler, hikâyeler yazıp bırakmaya çalışan biriydi bu.
Gazeteci ve hasta mektubun gerçek sahibine ulaşmayı düşündüler. Şişenin içindeki üniversite rozetinden faydalanarak, mektuptaki tarihte okulunu ziyaret eden mezun öğrencinin ismine ulaştılar. Adresini bulduklarında onun iki gün önce öldüğünü ve cenazesinin de kaldırıldığını öğrendiler..
“O uzun mektuptaki” hastalığından ümidi kesen Serkan mücadeleyi gözünde büyüterek hayatına son vermişti..
Bu haber üzerine gazeteci ve hasta çok üzüldüler… Bir insanın hayatı bu kadar basit olmamalıydı diye düşündüler..
Gazeteci Serkan’ın ailesinden ilçede gerçekleşen buluşmanın ayrıntılarından haberdar oldu. Diğer mezun öğrenci İlker’e ulaşarak onunla beraber hastanede yatan hastayı ziyaret ettiler. Şimdi başka bir hayat kurtarılacaktı. Fırsatı kaçırılmamış bir hayat…Toplanacak yardım parasıyla bu insanın tedavisi üstlenilecekti…
Aylar sonra bile ümidini yitirmeyen duygusal ruha sahip bu hasta hızlı bir tedaviyle eski sağlığına kavuştu.
Yeniden hayata dönen hastanın şiirlerine ve hikâyelerine başkaları da eklenmişti artık.
İlker’in anlattıklarıyla da bütünlenen, bu buluşmayı yazan bir hikaye uzun satırlara dökülmeye başlar:
İşte buradaydılar, dışarıdan dönenler, özledikleri şehre, anılarına koşarak gelenler. Rahat spor kıyafetleri ve güneş gözlükleriyle bu şehirde birkaç yıl önce üniversite tahsillerini bitirmiş iki arkadaş,.. Mevsim henüz yazdı…
Yorgunluklarını atmak için ilk durakladıkları Beyaz adlı hamburgercide dijital fotoğraf makineleriyle çoktandır hatırlayıp özledikleri tostlarını yerken, vitrin camı kenarındaki karton sanatçının resmini çekiyorlardı.
Şehre ilk adım attıklarında apansız çıkan bir rüzgar gibiydiler, anılarının geçtiği her yeri geziyorlardı; çok özlemişlerdi buraları.
Kaldırımda, sol yanlarındaki uzun süren demir parmaklıklı okul ve öğretmen evinin yanından geçerken yolun karşısındaki sinema afişlerini incelediler. Kendileri burada birçok film ve tiyatro oyunu arkadaş guruplarıyla zevkle izlemişlerdi.
Köprünün üzerine durup aşağı doğru bakmaya başladılar. Serkan gözlerini yumdu ve yazın rengi yeşile dönen temiz çayı, sessiz ve sığda yüzen balıkları ve güneşteki yusufçukların meleklere benzer kanatlarını düşündü.
İlker’in ona aldığı en şanslı balık oltasının ucundaki parlak balıkları hayal etti. Köprü sanki şimdi İstanbul’la bu ilçenin arasında asılı gibiydi..
Gözleri, öğretmen evinden saklı bahçeye, oradan Renga Kafeye uzanan uzun yoldaydı şimdi. Uzun bir kaldırım,.. Kimler gelmiş kimler geçmişti oradan güneşli cumartesilerde..
Arif ÖDEMİŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.