- 1043 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖTEKİ HAYATLAR (1)
ÖTEKİ HAYATLAR(Uzun öykü)
Meyhanenin, burun kemiği sızlatan ağır kokusunu soluduktan sonra, son kadehini bir sarhoş edasıyla kafasına dikip oradan ayrıldı ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında eski, dirsekleri yamalı ve kirli olan paltosunun yakasını kaldırarak nereye gideceğini bile bilmeden yol aldı.
Düşünüyordu ve kendisini bu hallere düşüren kaderine küfredercesine söylenmeye başladı. Nereye gidecekti? Nereye gidebilirdi? Hayatın acımasızca vurduğu sillelere mâruz kalmış olan bu adam, aldatılmış, dışlanmış ve hor görülmüş insanlardan biriydi. Yağmurlu ve fırtınalı bir gecede rotasını bilmeden yol alan bir gemi misâli alabora olmuştu zavallının hayatı. Parası olunca valsına erdiği bir şişe şaraptan ve ondan bundan otlanarak temin ettiği birkaç dal sigaradan başka…
Paçalarını ıslatan yağmur sularının biriktiği serseri kaldırımlarda yürürken, âcizliği ve bıkkınlığı her hâlinden belli oluyordu. Etrafta kimsecikler yoktu. Edepsizce nara atan birkaç sarhoş hâricinde… Saçının yağıyla karışmış, kirli ve bir hayli uzamış olan sakallarından dudaklarına süzülen yağmura aldırmıyordu. Bitmek bilmeyen, eski ayakkabılarından çoraplarına sızan yağmur sularıyla ıslanmış kaldırımlarda yürürken, cebinden kapağı yamulmuş tabakasını çıkardı ve düşük kalitedeki sigaralardan birini uçuklayan dudaklarının arasına yerleştirdi. Babasından kalma çakmağını çaktı ve sigarasını yaktı. İlk nefesini derince içine çektikten sonra içini ısıtan sigaranın dumanını sonsuzluğa üfledi. Kaldırımları aydınlatan, yaz aylarında sivrisineklerin mesken tuttuğu loş ışıklı sokak lambaları teker teker tükenirken, gündüzlerini geçirdiği muhitten epeyce uzaklaştığının farkına vardı. Ürkütücü bir görünüme bürünmüş ağaçlarıyla, karanlıkla muhabbete dalmış olan ormana doğru ilerledi. Eylül yağmurlarıyla ıslanarak çürümüş ve birbiri üzerine yapışık bir hâl almış gazeller arasında dolaşırken, sazdan yapılma tavanının çökmüş olduğu virâne bir kulübe gördü. “Gece bugün benden yana gâliba…” diyerek kaybettiği oyuncağını bulmuş bir çocuk misâli geçici bir sevince kapıldı ve terk edilmiş kulübeye doğru ilerledi. Menteşeleri paslanmış, ağaç kurtlarının menderesler çizerek çürüttüğü tahta kapıyı itti ve bir yabancı edasıyla içeri girdi. Aydınlanmak maksadıyla baba yadigârı çakmağını çaktı. Etrafını tetkik amacıyla göz gezdirdikten sonra içinden, “Bundan daha iyisini bulamam ya…” diye bir söz geçirerek kendisini teselli etti ve olduğu yere uzanıverdi. Geceyi birkaç tane yaramaz fare yahut pusuda bekleyen onlarca örümcekle geçirmesi olmayacak o gece için gayet tabii idi. Zaten o da alışkındı. Zayıf dirsekleri, sırtında bir şerit hâlini almış olan omuriliği ve arka bölümü bir hayli çıkık olan kafatası sert zeminle temas hâlinde olacak şekilde uzandığı yerde, yorgunluğunun vermiş olduğu bir uyku isteği üzerine gözlerini kapadı ve kendince tatlı bir uykuya daldı.
* * *
Kimilerine göre doğanın en acımasız yüzü, kimilerine göre ise kötülüklerin kara bir örtüsü olan gece, yerini gündüze bıraktı ve sabah oldu. Kulübenin eski bir örtüyle kapatılmış küçük penceresinin açık kalmış kimi yerlerinden içeri sızan güneş ışığı dağınık ve pis kokulu odadaki tozları bir çizgi hâlinde gösteriyordu. Hafif bir mide bulantısıyla uyandı. Genzi ekşimişti. Geğirdikçe, midesindeki yiyecekleri parçalamak üzere yaratılmış asit ağzına kadar geliyor, geldikçe de ağzının tadını bozuyordu. Yüzünü ekşiterek kulübeden çıktı ve yağmurun etkisi neticesinde kokan toprakla reçineli çam ağaçlarının kokusunun sentezinden oluşan o güzel doğayı kokladı. Ama buna rağmen midesi fena halde bulanmaya başladı. Kusar gibi oldu ve sendeledi. Birkaç kere sendeledikten sonra da kustu. Mide asidi ile parçalanmış yiyeceklerin oluşturduğu ve sindirilmek üzere olan kusmuğu çok suluydu ve açık renkte idi. Çünkü akşam bir hayli içtiği halde pek fazla yememişti. Başı da fena halde ağrıyordu. Ağzına bulaşan kusmuğun vermiş olduğu tiksintiyle yüzünü ekşiterek oturduğu yerden doğruldu ve kendine mesken edindiği meyhanenin yolunu tuttu.
Mustafâ KILIÇBAY
AKİS GAZETESİ
10.05.2008 KÜTAHYA