- 840 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KOPARILMA İHTİMALİ
Bir anın hikayesini nasıl anlatırsanız sizi dinleyenler de o an öylece kalakalır.
Ya beden dilinin anlatıkları.?
Düşünün ki mevleviler mistik müzik eşliğinde döndükçe dünyanın dönüş istikameti tersine , başı eğik kendi eksenleri etrafında esrarlı izleyenlere bir garip hüzün ,bir garip mistik huzmeyle ,tutuşturuverirler dağ,dağ sevda ormanlarını.
Dönen mevleviler ise başka bir boyutta başka bir iç hesaplaşmalarda sararır,sararır solar ve cennet bahçesinde gül olarak uyandığını sanırlar.sahi hiç yaşayanınız var mı bu anı kanatlanıp,uçanınız odlumu.?
Bazılarının ayakları kesilir yerden,bazıları terk eder mekanı ,neyse ki birileri ite kaka uyarır da, onları dünya kendi halinde başlar dolanmaya.
Bir sabah evden erken çıkmama sebep olan saatin azizliği, sahilde nefis deniz kokusu almama, sessiz sakin kuş seslerini dinlemenin büyüsü olmalı ki,kendimden geçmişim süt liman hafif,hafif salınan yelkenli gibiyim,ki cüppeli birilerinin koşar adım yanımdan geçmeleri ile irkilmem bir oldu.
Adamlar kanatlanmışlar da sanki, fethediyorlardı istanbul’u ,fatihin fethettiğini unutmuş olmalılar ,hezarfenin galata köprüsünden üsküdar’a kadar uçuşunu da duymuşlar gibi adeta uçuyorlardı.
ilk uçanların sarhoşluğu bu olsa gerek demekden kendimi alamadım
Bir çırpı da alalım gitsin istanbul’u demelerini duydum hızlı,hızlı uzaklaşırlarken ve ben koptum ,uçtum,uçmak ne kelime uçmak şöyle dursun şöyle bir efesinden Osmanlı tokadıyla uyandım sanki.
Öyle ya alsınlar istanbul’u türbanlı hanımların altında son model jipler,sahi ne yakar bu jipler ne kadar vergisi vardır acaba,benim maaşım yada emeklinin maaşı,dulun,yetimin maaşının toplamı yeter mi buna binmeye kalksak.?
Bunlara binmek biraz Allah vergisi mi olmalı helalinden şöyle rahat ,rahat ?
Neyse bu jiplerin giderini devletten alınan teşvik kıredisi ile kurdukları şirketin gideri olarak gösterildiğini öğrendim ve vay be dedim vay beeeeee……
Çalış Osman çitlik senin kandırmacası bu olmalı,helalle haramı ayırma meselesi de bu noktada farklı.
türbanlı bir hanımın bir yemekli davette götürdüğü rakıyı görüp de dili tutulan akşamcı bir ağabeyimin şaşkınlığı aklımı bulandırdı daha ne ?
Neyse …
Tamekse koy sepete…
Ben uçtum gülmekle ağlamak arası , sanki yüzümden, biraz önce sihirbazın asası geçivermiş de mimiklerimin dil bağı mühürlenmiş iki bileği kelepçeli müebbet mahkumunun kollarındaki mühür gibi kızıla çalıvermişti tenim .
Güldüm sonunda hem de ağzım kulaklarıma varana kadar güldüm,hiçte daha önce bu kadar acı gülmemişliğimle bu kadar sivrilmemişliğimle.
Derken aklıma birden bizim avcı yavuz geldi ,santralde böbet tutuyordu,bende yıllık izindeyim onunla birlikte geçen av sezonuyla ilgili anıları tazelemekte dahası özür defetmetteyken ,bir ara yavuz bak hel bak şu insan yiyeceğine demesiyle ,ben şaşkın,şaşkın bakındım sağıma soluma ki anlam da veremedim bu sözün neyle ilintili oluşuna, derken baktığı yöne yani benim sırtıma gelen yönde duran televizyona gözüm ilişti bir de ne göreyim , allahı var müzik eşliğinde kıvıran hanım güzeldi,
meğerse bizim yavuz insan yiyeceği diye bu hanıma laf atarmış ne bileyim işin iç yüzünü öğrendiğimde kopmuştum bu günkü koptuğum kadar olmasa da ,gün görmemiş sözler duymak harikaydı, bizim yavuz da bunları süsleyip,ballandıra,ballandıra dillendirmekten pek hoşlanır.
Rahmetli babası zeki amca da gelmiş geçmiş muzip,yörenin üstadıdır .
Ve ayni zamanda avcıdır.
Bir av esnasında köylülerin çift sürme sezonu ki her kez harıl, harıl tarla tevekle meşgul gelir bizim zeki amca derki gördüğü köylülere ,kasabanın zengin eşraflarından birinin ismini vererek kaplumbağanın kilosunu ……. Paraya topluyor kimse duymadan toplayıp para kazan der ve gider,,derken bizim köylü bırakır öküzü sabanı başlar kaplumbağa toplamaya,tabi bizim muzip tanınmış amca devam eder diğer köylüleri de makaraya sarmaya sararda nitekim av biter gelir kasabaya..
Amcanın evi kaymakamın eviyle karşı karşıya kendiside özel idarede memurdur ve her kez gibi kaymakam beyde tanır bizim muzip amcayı .
Derken köylüler katır,katır getirip kaplumbağaları eşrafa satmak ister eşraf sinirlenip,küplere biner,ne yapayım,ne yapayım derken ,köylülere alın şu parayı getirin bu kaplumbağaları zeki beyin bahçesine bırakın sizinle oyun oynamış tabi ki benimle de der, köylüler de sinirli,sinirli gider boşaltır kaplumbağaları muzip amcanın bahçesine bahçe yetmez taşar mahalleye kaplumbağalar Kaymakam beyin bahçesi de çam fidalı geniş güzel bir yeşili bol bahçe aç kalacak değil ya kaplumbağalar dalar yeşili sev diye yeşili bol bahçeye ,sabah erken kalkan kaymakam bey dolanırken bahçeyi bir de ne görsün kaplumbağalar basmış bahçeyi bir de tıs,tıs,tok,tok sesleri yok mu , çiftleşme mevsimi ne de olsa,derken kaymakam beyde öğrenir meseleyi …
İşte yavuz beyde babadan diplomalı muzip…
Sonra birilerinin oy politikası geldi aklıma nasılda kandırmışlardı bizi bir ev bir araba anahtarıyla bir kilo makarna bir küçük altınla,hele son moda inancımızı bile çekinmeden kullananların iktidar da sözlerini tutmamaları her şeyi daha bir gülünç kıldı..
Aslında bunlarda hükmünü yitirdi ,uyandı halk bir nebzede olsa uyandı.
Çözülür mü çözülmez mi kim çözer kim çözemez kör düğümü der gibi bir soru ki ,soruda şaşkındır sualde.. dönen mevleviler bir dönüşte görür çevresinde ki nesneleri oysa içinedir sonraki bakış ,bakmaya devam edemezsiniz ,başınız döner dönenin aksine.çünki bir devri daimin içindedir gözleriniz.bir nesne dikkatinizi çektiğinde bir tur beklemek zorunda kalırsınız .
Artık şu alemde binalar arasına sıkışmış çocuklara benzer yaşayışınız her şey yapay her şey size aitliğini yitirmiştir .bir garip irkilirsiniz zamanın bir yerinde nerdeyim ben kimim dercesine,
Binalar arasına sıkışıp,kalmış olan lunaparkta atlı karıncalara binen çocuklara takıldı gözüm ve geçmiş günlerden bir kaçına yolculuklarım başladı, karpuz kabuğundan araba,çam kabuğundan haritalar yaptığım yıllara ,çam kozasını kırbaçlayı,kırbaçlayı döndürdüğüm gibi kırbaçlandığımı hissettim bir anda başımın döndüğünü anladım .öyle acıdı ki içim öyle acıdı ki hiç sormayın..
Çocuklardan biri işte,
diğerleri kamçılarken bindikleri cansız ,atların, develerin havalı kornalarını pompalayı,pompalayı, o çocuğun gözleri bu yaşlı akordion çalan adama takılmış dönüp,dönüp bakıyor zor sabrediyordu bir sonraki turu
Çocuklar ,yetişkinler gibi bakışlarını kaçırmayı bilmezler ,birine uzun süre bakmanın “uygunsuz”olduğunu henüz öğrenmedikleri için,istedikleri kadar bakabilirler yüzlere.
Yüzlerine henüz uygun pozisyon vermeyi de öğrenmedikleri için,belli bir duygu yansıtmadan uzun,uzun bakarlar her takıldıkları nesneye, belki de bakmak ,görmek ayrımının keşfindedir mesele beklide kaşifliğin aşırı denizler ülkesini keşfetmek gibi maceralı düş ve düşüncelerin ortasında dır kim bilir? ..
Tam da çocuk gibi bakıyor adamın güneşten yanmış esmer yüzüne ve akordion çalma becerisine hayran,hayran..neler geçiriyor usun süzgecinden,.?
Belki de meslek seçimiydi o an ki mesele ,belki de hüzünlenme
Ya da bir hikayenin yeniden yazılışıydı
Bir bulutun nisanda bereket olup yağmasıydı kim bilir.?
O sırada atlıkarınca görevlisi adamı yavaşca uzaklaştırıyor oradan.hiç bir şey olmuyormuş gibi oluyor bu,yavaş ve yumuşak. Çocuk gözü görüyor olup,biteni ama atlıkarınca dönüyor,yeterince uzun bakıp anlayamıyor .anlam veremiyor oracıkta olanlara bir daha ki turda adamı bulamıyor.
Peki çocuklar nasıl kaydeder yaşadıklarını ?
bir ceviz ağacının zamanın bir aralığında çektiği doğa fotoğrafının her dilinen parçasında çıkması gibi midir acaba ?
Nasıl bir hikaye uyduracak o çocuk yıllar sonra bu “an”a ?
Ya çok acıttıysa derinlerde bir yeri dikiş tutmaz oluklu bıçak gibi kanarsa yarası dokunduysa kanına ? yaraladıysa bu an “onun körpecik canını
………
Kim bilir yüreğimiz şifremiz kimliğimiz artı eksi kutuplu acı inleyişimiz ,sözlerimiz işittiklerimiz,çektiklerimiz,benliklerimiz bu yaralardan mı inşa edilir acaba ?
Biz daha çocukken yaşadığımız ,”an”lar mı getirir bizi bu gün ki günlerimize.
Acaba hiç şekilsiz mi olur du ağzımız,gözümüz,sesimiz,sessizliğimiz,ellerimiz,yaralarımız hiç olmasa ?
Belki de yaralarından tanırlar insanlar birbirlerini .
Sesimizi sessizliğimizi dahası kimlikli kimliksizliğimizi birilerinin tuzu kuru bizimki yaş diyecek tuzumuz bile olmamasından ötürü tenimizdeki tuz acısının gözden damağa damaktan kalbe zehirler taşımasının sebebi kim bilir…
Adamı buharlandırmak kolay mı buharı adam yapmak kadar zor olmalı.hele tozutuverdiyse tavan yapmış koçan gibi öfkeli,birilerinin kanımıza ekmek doğraması gibi temmuzda zemheriyi yaşama olasılığının yüksek pirim yapması gibi sormayın gitsin.
Belki de sırf bu yüzden diyorum ,kıymetlidir vaktiyle canımızın acımış olması.
Kalbimizin işgalci böceklerce işgale uğrayıp,yaşam savaşını kazanmak adına dilimizi dişimize takması
Bizi biz yapan olguların,olayların ,görünen ve görünmeyen izleri yüzümüze,gözümüze içimize,kalbimize kaydolmasıydı mesele.
Acılarımız büyütür…
Olgunlaştırır..
Kimimizin kolunu alır kimimizin bacağını oysa ki kellesi gidenler vardır ,dar ağaçlarında yağlı kurşunlarda
Bakamayız bir daha atlıkarıncanın üzerinde ki çocuk gibi hayata….
Hiç yara almamış gibi de devam edemeyiz zaten yaşamaya…
Düşen asker ,düşen yaprak acıtsa da canımızı ,gidenler geri dönmezler ki…!
Kayayı delip,çıkan çitlembik,ceviz,papatya kayayla hesaplaşır dostlaşır kaya yalçın da olsa ağaç yürür,çiçek yürür.
Oysaki uzun düşmanlıklar da ,itişip,kakışmalar da bir sadakat meselesidir ,göz yaşıyla kirpiğin buluşması gibi .
Velhasıl kelam çiçek de taş da birbirini bilir.
Mesele bu değil asıl mesele yoldan öylesine geçen insanlık onurunu yitirmiş birinin,birilerinin öylesine yoldan geçiverirken ağacı kesivermesi, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir.
Kayadan hayat alan çiçeğin asıl göze aldığı budur…
VE ASLEN BUDUR HAYAT
KAMİL SÖYLEMEZ