- 956 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GAR HİKAYESİ
Haydarpaşa garında sabah olmak üzere ve ben buz gibi havayla bir beden olmuş, titrek parmaklarımın arasına sıkıştırdığım yoldaş sigaramdan çekiyorum kronik bronşit müptelası ciğerlerime. Önümden ayaklar geçiyor aceleci ve yorgun sesleriyle belli ki onlarda uykuya hasret kalmışlar kompartımanların tedirgin uykuluğunda. Gözlerim ise isyanlarda ne kadarda hasretler yumuşacık bir kucaktaki toz pembe bir uykuya. İhtimalleri düşünüyorum, en son trenle bile olsa gelebilme ihtimalini ve son sigaramı benimle paylaşabilme ihtimalini saçlarının hala kızıl, gözlerinin yine ateşli, kara bakışlı olma ihtimalini ve ihtimaller bağlıyor beni bu garda tutsak ve ellerim kirli paltomun cebinde kelepçeli. İnsanlar bana acıyarak ve birazda ürkerek zavallı bir vebalı gibi bakarken gözlerim koşuyor bir tutam kızıl kokulu saçın ardından.. Artık moda olmuş kızıla boyanmış, hafif dalgalı cilveli saçlar. Parmaklarımsa bir sigarayı bile yakamayacak kadar soğuk, oysa yüreğim yıllardır hep o kızıl ateşle yanıyor, üşüyen parmaklarıma inat. Derken hırçın sesiyle beyaz umutlara gebe kara bir tren geliyor, uykulu gözler meraklı ve sabırsız birer birer açılıyor. Hasretine gebe kalınan sevgilinin doğum sancısını haykırıyor kara tren, gözlerim her vagonun kapısını görebilecek kadar büyüyor, görebildiğim yalnızca, insanlar ve kompartıman kapıları... Kalabalık özlemlerle inleyen garda zaman hızla geçiyor, etraf gittikçe yalnızlığın sessiz ve sensiz kokusuna bürünüyor. Yalnızlığımı kalabalık umutlarımla paylaşıyorum.. Kirli paltom, yangın alevinde yüreğim ve bir de senin gelebilme ihtimalin…