Neden Burdayız?
Şeyh Mahsur Dergâhı, Yeditepe, İstanbul
Akşam Sohbeti
‘’…İşte dostlar Kader ve Kaza mevzuu bu şekildedir. Şimdi gelelim bu akşam ki asıl konumuza; burada, bu dünyada bulunmamızın sebebine... Kadir-i Mutlak Yaradan insanoğlunu neden buraya yolladı? Bu soru yüzyıllardır birçok kişinin kafasında yer etmiş, nice filozof, din âlimi ve bilim adamı bu sorunun cevabını aramıştır. Bu soru beraberinde yine birçok soruyu da getirmiştir. Nereye gidiyoruz? Ölümden sonra hayat var mı? Vs… Ve sonunda birçok felsefe akımı, bilimsel görüş ve dinler ortaya çıkmış, benimsenmiş ve yaşanmıştır… Tabii ki bütün soruların cevabını bulmak o kadar basit değil lakin konuya girmeden önce sizlere de sormak isterim bu soruyu; sizce Allah biz Âdemoğullarını neden bu topraklara koymuştur? ‘’
‘’Tabi ki sınav için hocam.’’
‘’Yani, biraz daha aç konuyu…’’
‘’Eee… Yani bizlerin buradaki davranışlarına ölçmek için? ‘’
‘’Ölçünün sonunda ne olacak? ‘’
‘’ Ölçünün sonu Cennet yahut Cehennem olacak tabiî ki de ‘’
‘’ Yani sen diyorsun ki; Yaratıcı, bizlerin davranışlarını ölçtükten sonra bizleri sınıflandırmak için ve sonunda da yakmak yahut ödüllendirmek için yarattı. ‘’
‘’ Aslında tam olarak öyle değilde… eee… Biz kullarını sınamak için!’’
‘’ Bakın dostlar bu konuya geçmeden önce Kader ve Kazadan bilerek bahsettim Bu mevzu da tıpkı bu kavramlar gibi inananların çoğu arasında yanlış bir ahvalde şekillenmiştir. Düşünün bir öğretmen 30 kişilik bir sınıfta neden sınav yapar? Çünkü öğrencilerin anlayıp anlamadıklarını öğrenmek, bilmek için. Peki, O’ nun buna ihtiyacı var mıdır? O zaten yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı bilmektedir. ‘’
‘’Sınav değilse ne peki hocam?’’
‘’ Sınav değil demedim ki, sadece düşündüğünüz şekilde değil diyorum. Evet, bu bir sınav ama öğrenmek için değil öğretmek için yapılan bir sınav.’’
‘’Yani?’’
‘’Yani ruhun olgunlaşması için…’’
(Dergâhın içinde bir sessizlik oldu, bunu akşam sohbetine yeni katılan birinin meraklı sorusu bozdu)
‘’Peki, ruhlar olgunlaştıktan sonra ne olacak? ‘’
(Şeyh Mansur gülümseyerek cevap verdi)
‘’ Dediğim gibi bütün soruların cevabını bulmak o kadar basit değil. İnsanlık bunu yaşayarak görecek ‘’
150 Yıl Sonrası
Üçüncü ve dördüncü dünya savaşlarından sonra Yeryüzü, Batı Bloğu ve Doğu Bloğu olarak ikiye bölünmüştü. Savaşlar tahmin edildiği gibi petrol ya da uranyum için değil, gitgide azalan su kaynakları için cereyan etmişti. Amerika bu savaşlar esnasında çok kayıplar vermiş, ekonomik ve siyasi gücünü yitirme durumuyla karşı karşıya kalmıştı. Ülkede bunun yol açtığı kargaşa beraberinde bölünmeyi getirmişti. Çıkan iç isyan o kadar büyümüştü ki Amerika, kendi ülkesinde nükleer silah kullanmak zorunda kalmıştı. Bu son yüz yıldır dünyada atılan ellinin üzerindeki nükleer başlığın bir tanesiydi sadece. Avrupa ülkelerine olan sadakatini sunan Amerika, bunun karşılığında Batı Bloğunun müttefiki olmakla mükâfatlandırılmıştı. Avrupa Ülkeleri ise ettikleri kardeşlik yeminine sıkı sıkıya sarılmış ve Avrupa Birliği olarak Dünyanın en güçlüsü olmuşlardı.
Rusya, Sovyetlerden sonra yaşadığı, Doğunun mu yoksa Batının mı yanında yer alma kararsızlığına, AB tarafından Moskova’ya yapılan füze bombardımanı sonrasında Doğuyu seçerek son vermişti. Çin ise gitgide büyüyen nüfusuna baş edemeyince çareyi ilk önce Kazakistan’a girmekte görmüş lakin Rusya’nın ağır baskılarına daha fazla direnemeyip çıkmıştı. Fakat hala nüfus sorunuyla başı dertte olan Çin bu sefer Hindistan’a gözünü dikmiş, var gücüyle oraya saldırmıştı. Bu çaresiz saldırı karşısında beklenmedik bir direnişle karşılaşan Çin, nerdeyse nüfusunun 4’te birini bu savaşta kaybetmişti. Hindistan’ın bu başarısının altında son yüzyılda hızlı bir şekilde gelişen teknolojinin etkisi büyüktü. Çin ve Hindistan yıllar süren savaşın sonrasında barış imzalamış ve binlerce yıldır dünyada yaşanan Doğu- Batı kutuplaşmasında Doğunun en büyük güçleri olarak yerlerini almışlardı.
Türkiye ve İran ise toplumda gitgide büyüyen Yahudi ve Amerikan antipatisi sayesinde güçlerini birleştirme kararı almışlar, dünya savaşlarının Amerika’yı düşürdüğü vaziyeti de fırsat bilerek ilk iş olarak da Irak sorununu ortadan kaldırmışlardı. Daha sonra tüm Ortadoğu da barışı sağlamak adına bu toprakların ağabeyliğini üstlenmişler ve İsrail’i kutsal topraklardan çıkarma kararı almışlardı fakat hiç ummadıkları bir silahla karşılaşmışlardı. Yahudilerin, Zebur adını koydukları bu silah, şu anda dünyanın en güçlü silahı olarak kabul edilmekte ve İsrail’in büyük saygı görmesini sağlamaktadır. Silahın en büyük özelliği uzaydan uydu yardımıyla kontrol edilip, İyonosfer tabakasında, Dünyanın magnetik alanına yakalanmış yüklü parçacıkları yeryüzüne yoğunlaştırarak, kulakları adeta sağır eden, dünyadan da rahatlıkla duyulabilen bir ses sonrasında çalışması. Bu silahın ceremesine gelince, şu anda İran’ın tüm Batı şeridi ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde canlı yaşamamaktadır.
Mısır, Piramitler
Medeniyetlerin beşiği olmuş bu yerde akşam olurken, güneş rengini kızıla vermiş bulutların arasından güne son bakışlarını yolluyordu. Çöllerden gelen rüzgârların beraberinde getirdiği hava dışarıda olanların içlerini ürpertiyordu. Fakat akşamları böyle olmasına karşın dünyanın bu karışık haline tezat, sanki Tanrı bu ülkeye kanat germişçesine büyük bir sükûnet hâkimdi her yerde. Bu huzurun tadını çıkartanlardan biri de Malik’ti. Tam yedi sene önce buraya gelmişti, aslında zorla getirilmişti. Memleketi olan Kudüs’te teoloji üzerine çalışmalar yapıyordu. Birçok gazetede de makaleleri yayımlanmıştı. Son yayımlanan ‘’Neden buradayız ?‘’ adlı yazısı ülkede birçok tarafın ona karşı cephe almasına neden olmuş, halkın baskısına dayanamayan hükümet tarafından yargılanmak maksadıyla hapse atılmıştı. Fakat İran’ın ve Türkiye’nin İsrail’e savaş ilan ettiği tüm dünyada yankı bulunca kendisine olan tavırlar geri planda kalmıştı. Tam o sırada bu karmaşık gündemden fırsat bilen iki, rahip kılıklı kişi tarafından hapishaneden kaçırılmış ve buraya, Piramitlere getirilmişti. Neden buraya getirildiği hiçbir zaman kendisine doğru dürüst açıklanmayan Malik aslında halinden de pek şikâyetçi değildi. Zira belki de ülkesinde kalsaydı çoktan idam edilmişti bile. Ama yine de içini kemiren ‘neden’ sorusunu bastırmakta güçlük çekiyordu. Burada belirli eğitimlere tabi tutulmuştu. Birçok zorlu sınavdan geçirilmiş ve her defasında kendisinin de inanamadığı bir başarı göstermiş, birçok şey öğrenmişti. Eğitimleri nefsini kontrol ve ruhsal güçleri kullanabilme üzerineydi. Her ne kadar birçok sınavdan başarılı olsa da hocası onun daha yolun başında olduğundan bahsediyordu. İşte bunu anlamıyordu Malik ve en büyük zaafı da buydu, tam yedi senden beri buradaydı fakat kendisinden bir şeylerin gizlendiğinden adı gibi emindi. Artık bunu düşünmekten yorulmuştu, bu derin düşüncelerden onu buraya getirenlerden biri olan Yusuf’un sesi çıkardı.
‘’Malik, hocam seni görmek istiyor’’
Malik hocasının kendisini Piramitlerde her zaman ki ders gördüğü yerde beklediğini bildiği odaya girdi. Hocası tam karşısındaydı ve düşünceli gözüküyordu.
‘’ Buyurun Hocam benim görmek istemişsiniz ‘’
‘’ Otur Malik, lafı fazla uzatmayacağım; senelerdir bizlerlesin ve buradaki kaderinin sonuna geldik. Son bir sınav var seni bekleyen. Ondan sonra her şey senin ellerinde ‘’
Genç adam neye uğradığını şaşırmıştı. Şaşkınlığını gizleyemiyor ve ne diyeceğini bilmiyordu. Kendini toparladı ve:
‘’Ama efendim hani daha yolun başında olduğumdan bahsediyordunuz. Bu düşüncenizin değişmesine sebep olan şey nedir?’’
Yaşlı adam gözlerini öğrencisine çevirdi, kararlı bir ifade vardı suratında,
‘’ Düşüncem değişmiş değil Malik, sadece buradaki yolun sonuna geldik, daha fazlasını söylemek isterdim ama bunu ben de bilmiyorum. Nasıl bir sınav olduğunu sana Yusuf anlatacak. Tanrı yardımcın olsun’’ dedi ve yerinden kalktı.
Malik iyice şaşırmış biraz da korkmuştu, ürkek bakışlar arasında hocasının kapıdan çıkıp gitmesini seyredebildi sadece.
‘’ Yusuf sandığın içindekini hazırla ve Malik’in kapatılacağı odanın bir ucuna koy. Onu iki kişi ziyaret edecek. Artık bundan sonra bizim işimiz kalmadı. ‘’
Yusuf her zamanki itaatkârlığından taviz vermeyen sert bir ses tonuyla ‘’Tamam, hocam’’ dedi.
Kudüs, İsrail Başkanlık Binası
Odanın içinde birazdan verilecek kararların neye mal olacağını bilmeden oturan üç kişi akşam yemeğinden sonra gelen kahvelerini yudumlarken bir taraftan da İsrail başkanını nasıl ikna edeceklerini bir kez daha sesli olarak gözden geçiriyorlardı.
Kapı açıldı, beyaz sakallı, beyaz tenli, iri gövdeli biri içeri girdi. Bu İsrail’in başkanıydı.
‘’Hoş geldiniz beyler, kusura bakmayın biraz beklettim ama bilirsiniz dünyayı yönetmek kolay olmuyor. ‘’ sözlerindeki aşağılayıcı tavır odadakileri rahatsız etmişti. İçlerinden adı Bocs (Fransa Başkanı) öne çıktı,
‘’ Sayın başkan hemen söze girmek istiyoruz. Biz buraya…’’
‘’Biliyorum Sayın Bocs, benden ne isteyeceğinizi biliyorum.’’
Odadakiler fazla şaşırmamıştı, nede olsa Mossad’ın gücünü dünyada bilmeyen yoktu artık. Bir diğeri araya girdi (İngiltere Başkanı) :
‘’ Peki, ne diyorsunuz ?‘’ Odadaki üç büyük ülkenin liderleri çocuk gibi susmuş, İsrail başkanın ağzından çıkacak söze odaklanmışlardı.
‘’Rusya ile yeni bir anlaşma yapma niyetim vardı, bana tam bağımlılığını bildirmek karşılığında tabi, peki siz bana bende olmayan ne verebilirsiniz ki? ‘’
Almanya başkanın bu fırsatı kolladığı söze heyecanla başlamasından belli oldu.
‘’ Altın Elma’yı ‘’
İsrail başkanını alaycı tavrı bir anda değişti,
‘’ Nerde, nasıl buldunuz yerini? Yıllardır aratmadığım yer kalmadı. ‘’ O sert, acımasız adam sanki kaybolmuş yerini meraklı gözlerlerle bakan birine bırakmıştı. Altın elma Yahudilerin kutsal saydığı ve yüzyıllardır aradığı değerli bir cevahirdi. Kimde olursa onun sonsuza kadar dünyanın hâkimi olacağına inanılıyordu.
Almanya Başkanı devam etti,
‘’Aynı zamanda birini daha bulduk; Malik Âdem’i’’
İsrail lideri, hapse attırdığı ve bir anda ortalıktan kaybolarak halkın gözünde itibar kaybetmesine sebep olan bu adamın ismini duyunca iyice şaşırtmıştı. Hafife aldığı Avrupa Ülkeleri, ona yıllardır aradığı iki şeyin yerini bulduklarını söylüyorlardı.
‘’Mossad galiba yeterince iyi çalışmıyor ha sayın başkan’’Almanya başkanı kendinden beklenmeyecek bir rahatlık içersine girmişti, tabi bu uzun sürmedi.
‘’ Karının seni neden terk ettiğini bu odadakiler dâhil tüm dünyanın duymasını istemiyorsan çabuk bana Altın Elma’nın yerini söyle ‘’ diyerek büyük bir hışımla elini masaya vurdu İsrail lideri.
Almanya Başkanı kızarıp bozardıktan sonra, odadaki diğer başkanların bıyık altı gülüşleri arasında hemen konuya girerek, cevahirin ve Malik’in yerini tüm ayrıntısıyla İsrail Başkanına verdi. Bunun sonunda da İsrail ve AB ileri gelenleri arasında gizli bir anlaşma imzalandı; Rusya İsrail’in büyük silahı tarafından vurulacaktı.
ARTIER Uzay Üssü ( Bir zamanlar adı ISS olan uzay üstü dünya savaşlarından sonra 2059 da el değiştirdi ve İsrail yönetiminin geçti )
‘’Dünyadan Artier’e, Dünya’dan Artier’ e’’
‘’Artier dinlemede ‘’
‘’Ben bu projenin başındaki kişi olan Yüzbaşı Shlomi Arbeitman, son durumu rapor edin ‘’
‘’Efendim, koordinatlar elimize geçeli üç gün oldu, fakat teknik bir aksaklık yüzünden sistem ancak şimdi hazır olabildi. Beş saat sonra ateşlenecek ‘’
‘’ Peki, unutmayın bir aksilik istemiyorum, Moskova ve Petersburg haritadan silinecek ‘’
‘’Emredersiniz komutanım’’
Mısır
Malik tam üç gündür Piramidin yedi kat altındaki bir mabetteydi. Bulunduğu yer oldukça küçük bir yerdi. Yanına her zaman ki gibi konulan su ve biraz kuru ekmek bu sefer verilmemişti, madenin diğer ucunda duran bir de nesne bulunuyordu. Ona dokunmaması için bilgilendirdiği için yanına yaklaşmamıştı bile. Ama onun her zamanki zaafı olan merak artık içinde doruk noktasındaydı. Burada kalacağı süre ona söylenmemişti, bildiği tek şey ise; bu onun son sınavıydı. Bundan sonra ne olacağını, neyle karşılaşacağını düşünmekten kendini alı koyamıyordu. Yerde bağdaş kurmuş bir şekilde oturmuş, aklından bunları geçirdiği bir sırada derinden gelen bir sesle irkildi. Etrafına bakındı ama kimse yoktu. ‘’Açlığın sınaması ‘’ dedi içinden. Fakat fazla zaman geçmemişti ki aynı sesi tekrar duydu, ses ‘Malik’ diyordu ve gittikçe güçlenmeye başlamıştı. Bu ilk defa oluyordu, korkamaya başlamıştı. Şimdiye kadar böyle bir şeyle hiç karşılaşmamış olan genç adam ayağa kalktı. Etrafta ondan ve şu nesneden başka hiçbir şey yoktu. Sesin bilmediği bu cisimden geleceğini düşünerek yavaşça oraya yaklaşmaya başladı, ona söylenenleri adeta unutmuş gibiydi. İyice yakınına geldiğinde nesnenin şekli iyice ortaya çıkmıştı. Bu altından bir elmaydı.
*****
Dünyada insanlar üzerinde garip bir ruh hali hâkimdi. Kimse bugün işlerini yapmak istemiyor, anlamadıkları bir yorgunluk hissiyle hareket ediyorlardı. Her yerde ürkütücü bir sessizlik kol geziyordu. Birden kulaklarda uğuldayan tanıdık bir ses ile kendilerine geldiler. Bu sesi yıllar önce Türkiye ve İran yıkımlarından birkaç dakika önce de duymuşlardı. Bir borazan sesini andıran bu yankılanma, bu sefer çok daha şiddetliydi.
ARTIER Uzay Üssü
‘’Efendim cihazı çalıştırdık. Yaklaşık on dakika sonra Rusya’nın iki büyük şehri tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. ‘’
‘’Güzel, görev bitene kadar irtibatta kalın’’
‘’ Emredersiniz efendim’’
*****
Malik bu altından nesnenin karşısında adeta büyülenmiş, ona dokunmak arzusu içini yiyip bitirmekteydi. Tam elini uzatacakken, ona söylenenleri hatırladı ve geri çekildi. Bu sırada o sesi tekrar duydu, bu sefer daha şiddetli ve daha yakından geliyordu yankılanma. Vücudu kaskatı kesilmiş, sanki damarlarındaki tüm kan çekilmiş gibiydi; kımıldayamıyordu.
‘’ Malik bu senin hakkın, onu al ‘’ dedi ses tüm ikna ediciliğiyle.
‘’Sen kimsin ‘’ diyebildi sadece.
‘’ Malik yıllardır seni burada tutmalarının sebebi işte bu, bunu sen de çok merak ediyorsun, biliyorum. Şimdi onu al ve bütün sırları öğren ‘’ dedikten sonra ses aniden kayboldu. Genç adam bir anda kendini zincirleyen bu ruh halinden kurtulmuştu. Elini yavaşça elmaya doğru götürdü…
*****
‘’Artier neler oluyor orada, cevap verin, bu gürültüde neyin nesi, neden bağırıyorsunuz, çabuk cevap verin, Artier, Artier…!!!’’
‘’Efendim kaynağını anlayamadığımız bir kısa devre sonucu bir yangın çıktı ve gitgide büyüyor !’’
‘’Çabuk ateşlemeyi durdurun bu sonumuz olur, çabuk!’’
‘’….’’
‘’Artier, Artier cevap verin!’’
Gürültü bir anda kesildi, tüm insanlar gözlerini göğe çevirmiş, bekliyordu. Işık kümesinin düşeceği yer bu sefer neresiydi? Küçük bir sarsıntı hissedildi önce, daha sonra Gökyüzü yarıldı, yıldızlar dünyadan gözükmeye başladı. İnsanlar adeta büyülenmiş bir şekilde bakışlarını göğe odaklamış, bu sihirli manzarayı seyrediyordu. Sonra büyük bir sarsıntı oldu, gözleri kör eden bir ışık kümesi aynı anda dünyanın dört bir yanına düşmeye başladı. İnsanlar sağa sola kaçışıyorlar fakat en fazla gittikleri yer beş metre uzaklık oluyordu. Dünyanın en son halini gören, parçalanmakta olan uzay üssünden bakan bir görevli oldu. Dünya’nın kıtaları tekrar ayrılıyordu. Her şey yok oluyordu. İnsanlık kendi kıyametini gerçekleştirmişti. Kocaman bir medeniyet küçük bir kısa devreyle son bulmuştu...
******
Malik ne kadar olduğunu hatırlayamadığı bir zaman sonunda ışığı ilk defa görüyordu. Hava masmavi, güneş bulutlar arasında sevimli bir çocuk edasıyla yeryüzüne gülücükler dağıtıyordu. Yem yeşil bir vadinin içindeydi ve buraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Aslında pek de umurunda değildi. Umurunda olan tek şey karnının şu anda acıkmış olmasıydı. Ağaçlardan birinin meyve ağacı olduğunu fark etti. Fakat ağacın dalları ondan epeyce yüksekteydi. Nasıl oraya ulaşacağını düşündüğü bir sırada aniden gözlerini kapatma ihtiyacı hissetti, açtığında ağacın meyvesi elindeydi. Bu çok garipti ama hoşuna gitmişti. ‘’Öldüm ve herhalde cennetteyim’’ diye düşündü. Sonra hocası aklına geldi, en son kaldığı mabet ve altın elma. Ama hiç birine anlam veremiyordu. Üşümeye başladığını hissetti, biraz önce masmavi olan havada şimdi karabulutlar esmeye başlamıştı. İlerde bir beyazlık fark etti ve ona gitgide yaklaşıyordu. Yaklaştıkça bir insan olduğunun farkına vardı. Koşarak onun yanına gitti. Tam ağzını açtığında, derinden ve huzur dolu bir sesle, karşısındaki konuşmaya başladı.
‘’ Ey Âdemoğlu, yaptıkların yaradılışının bir amacıdır. Bu ulvi amaç sana benim aracılığımla bahsedilmiştir. Kendini ve yaradılışı dünyaya anlatma görevi senindir. İkinci evreye hoş geldin. ‘’
Ve Cebrail, Malik’in önünde secde etti.
10.000 Yıl Sonra
İki Kıtanın İki Boğazla Birleştiği Yer
‘’Evet dostlar, bugünlük sohbetimiz burada bitmiştir. ‘’ dedikten sonra ayağı kalkmaya çalışan beyaz sakallı yaşlı adamın gözleri bastonunu aradı. Diğer odada bıraktığını hatırlayan adam bir saniyeliğine gözlerini kapadı, açtığında bastonu elindeydi. Onu diğerleri izledi ve herkes gözlerini kapattı, kısa bir süre sonra herkesin paltosu elindeydi.
Kapıdan çıkarken bu sohbete yeni katılan biri onun yanına gelerek meraklı gözlerle,
‘’Efendim peki ruh olgunlaştıktan sonra ne olacak? ‘’ diye sordu. Yaşlı adam gülümseyerek cevap verdi;
‘’ Bütün soruların cevabını bulmak o kadar basit değil. İnsanlık bunu yaşayarak görecek.’’