...Dehliz...
aylardan nisan günlerden 13 saatlerden dehliz idi...artık bahar iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamış,kuş ve böcek sesleri birbirine karışıp bir senfoni orkestrasını andırıyordu...bahçedeki binbir çiçek kokusu insanlara nefes alıyorum hala dedirtiyordu.. burası İstanbul’da Çamlıca taraflarında yitik umutların yeşerdiği bir yetimhane idi... muhteşem bir mimari çizgiye sahip,fırtınalara kafa tutmuş yaşlı bina sanki son demlerini oynamakta...bahçe de eğlenip oynayan çocuklar kırk umutlarını tazeliyorlardı...
çocuklar büyük bir gürültüyle açılan çürümeye yüz tutmuş demir bahçe kapısına doğru baktılar...içeriye giren eski model simsiyah bir araba idi...arabadan inen meymenetsiz adamın elinde bir yaşlarında tatlı bir bebek vardı...meymenetsiz adam sanki bir bataklığa gelmiş gibi etrafına sinsice ve iğrenerek bakıyordu...içinde duygudan eser olmadığı belliydi...sert adımlarla kapıya doğru yöneldi...kapıyı öyle şiddetle çalıyordu ki bahçedeki çocuklar korkmaya başlamıştı...
- Bahtiyar Bey!!! Size yeni bir pislik getirdim...diye haykırdı...
binanın kapısında 45-50 yaşlarında,orta boylu,tonton bir ihtiyar belirdi...saçlarındaki aklardan belli ediyordu sanki kendini...yüzündeki tatlı gülümseme bile meymenetsiz adamın içinde insani duygular çıkarmaya yetmemişti...
- Sözlerinize dikkat edin...dedi...
ve küçücük bebeği koynuna sarmalayarak içeriye girdi....çok sinirlenmişti aslında...ama bu tip insanlarla uğraşılmaya değmeyeceğini biliyordu...ne yazık ki dünyada iyi ve kötü her daim yanyana vardı ve var olacaktı...kucağındaki bebeğe baktı...
- Talihsiz yavrum...diyebildi ancak...
bu bebek yetimhaneye Rize’nin Çayeli ilçesinin yüksek köylerinden birinden gelmişti...adı Serdar konulan yavrucağın kötü kaderi doğmadan önce yazılmıştı...
annesi nazlı isminde hanım hanımcık mukadder bir insandı...güzelliğinden ötürü köyün bütün serseri gençleri onun peşinde dolaşıyordu...ve bir gün Sefer onu zorla kötü emellerine alet etmişti...ailesi bu günahsız doğan yavrucağı istememişti...ve annesinin elinden alıp çok uzaklara göndermişti...oraların düzeni böyleydi...sanki Sefer Nazlı’ya değil de Nazlı Sefere tecavüz etmişti...bu durum doğanın acımasızlığından başka bir şey değildi belkide...
...8 yıl sonra...
Serdar;Bahtiyar Bey’in gölgesinde yetişmiş ve 9 yaşına basmıştı...Bahtiyar Bey yetimhanedeki çocukların hiçbirini ayırmaz hepsine sevgi ve şevkat gösterirdi...bu iyice ihtiyarlıyan adam da hayatı boyunca bulamadığı mutluluğu talihsiz çocukları bağrına basarak gidermeye çalışıyordu...ama artık emekliye ayrılma zamanı gelmişti...ve bu kutsal görevi devredeceği insanı beklemekte idi...er veya geç bu olacaktı ve o her türlü kötülükten sakındığı çocuklarından nasıl ayrılıp kopacağını düşünüyordu...
....beklenen gün gelmişti...Bahtiyar Bey’in görevi devredeceği adamla odasında görüşüyordu...bu adam dünya da sevgi nedir bilmemiş odunu andıran birisiydi...adı Osman idi;namı değer Ford Osman...ihtiyar adam hiç istemese ve güvenmese de görevi ona devrediyordu...yetimhanenin düzeninden ve çocuklardan bahsetti ayrı ayrı...bu uzun konuşmanın ardından bavulunu yanına alıp çocuklarla vedalaştı...çocukların hepsi üzülüyorlardı;Bahtiyar Dedeleri gidiyordu çünkü...kapıdan çıkarken geriye dönüp çocuklara el salladı nur yüzlü ihtiyar...içten içe ağlıyordu ama çocuklarına belli etmemeliydi...bir kaç dakika sonra ufalarak kayboldu ufuktan...
Ford Osman disiplin hastası hayatta sevgiyle alakalı hiç bir şey görmemiş ve göstermeyecek odun gibi bir insandı...sanki gözlerinden her daim alev çıkıyordu... psikolojik problemleri olduğu halinden belliydi...çocukları toplayarak yeni kurallardan bahsetti...
- o yasak...
- bu yasak...
- şu yasak...
oysa eskiden sevgi dolu sımsıcak bir yerdi burası ve çocuklar geleceğe umutla bakmaya başlamışlardı...yeni gelen adam hiç hoşlarına gitmemişti...sanki olabilecek bütün olaylar bir bir gözlerinden geçiyordu...karanlık çökmeye hazırlanıyordu...
bir kaç gün sonra ortalık tam bir cehenneme dönmeye başlamıştı...çocukların hepsi atılan dayaklardan birer birer payını alıyordu...hepsinin tek kurtuluş ümidi kendilerini bu cehennemden kurtarabilecek herhangi bir ailenin kendilerini evlat edinmeleriydi...zaman ilerledikçe acılar ve feryatlar gitgide artıyordu...kimileri ise gelen bir kaç ailenin evlat edinmesi sonucunda bu lal karanlıktan kurtuluyorlardı...Serdar kendine soruyordu hiç durmadan...ne zaman çıkabilecekti bu zindandan;ne zaman???
...
bir gün bahçede çocuklar yine top oynuyorlardı aralarında...bu onların en büyük zevklerinden birisiydi...sanki talihsiz kaderlerine inat vakit buldukça tekmeliyorlardı... bir süre çok iyi oyunda belkide en umulmayacak olay oldu...top Ford Osmanın’ın odasının camından içeriye girdi...çocukların hepsi donakalmıştı...Ford Osman kafasını pencereden dışarıya çıkardı ve hışımla çocuklara seslendi...
- ulan or... çocukları ben size ne söyledim!!!
koşar adımlarla odasından çıktı;sinirden adeta deliye dönmüştü..hepsini bir güzel benzetecekti...elinde bir kızılcık sopası vardı;her zaman bunu kullanırdı...bahçeye çıkar çıkmaz çocukların hepsi birer birer kaçıştılar...bir tek Serdar hala olduğu nokta da beklemekteydi...sanki suç onunmuş,sanki topla camı o kırmış gibiydi...zaten Ford Osman için de camı kimin kırdığı önemli değildi...adetten olsa gerek sopayı sallayarak Serdar’a sordu...
- sen mi kırdın???
- ...
- ...
Serdar hiç sesini çıkartmıyordu...oldukça zeki ama bir o kadar da sessizdi...ben kırmadım diyebilse belki de bu kadar dayak yemeyecekti...Ford Osman kızılcık sopası kırılana kadar dövdü onu gün boyunca...Serdar o kadar acı çekiyordu ki;vücudunda morarmayan hiç bir yeri kalmamıştı...futbolu çok sevse de o günden sonra bir daha hiç topa vuramadı... oysaki oldukça yetenekliydi...ama topu her gördüğünde o anlar aklına geliyordu garibin...
tek bir düşüncesi vardı talihsiz yavrucağın...buradan kurtulmak ve bunun için her zamankinden daha fazla dua etmeye başlamıştı...ve bir gün o kapıdan çıkıp gidebilme ümidi idi onu ayakta tutan...günler günleri kovaladı;ve sanki o gün yanaşmıştı iyice...
bir sabah yine uyandı erkenden...gece rüyasında kabus görmemişti ve çok mutlu hissediyordu kendini...saat henüz sabahın 6’sı idi;yüzünü yıkayıp üzerini değiştirdi... bahçeye çıktı;her zaman oturduğu eril ağacının dibine çöktü...bugün hava sanki bambaşkaydı...aylardan nisan günlerden 13 idi...bunu bilmese de bu onun bu cehenneme geliş zamanıydı...ve bir kaç saat sonra bu cehennemden geldiği ay ve gün çıkıp gidecekti yine buradan...
saat dehlize yanaşırken son model turkuaz bir araç bahçeden içeriye girdi...çocukların hepsi sevindi;gelen adam içlerinden birisini alıp buradan kurtaracaktı...acaba hangisi olacaktı bu??? meraklı gözlerle etrafı süzüyorlardı...Serdar erik ağacının dibinde derinlere dalıp gitmişti...gelen aracı bile farketmedi...Ford Osman yüzündeki gülümsemeyle karşıladı...bir beladan daha kurtulacaktı kendince...çocukları bir araya topladı...
gelen adam 40 yaşlarında,siyah gözlü,esmer bir insandı ; sevgi dolu birisine benziyordu...çocukları sıra sıra süzdü...tam onlarla tanışmayı düşündüğünde erik ağacının dibinde derin düşüncelere dalan Serdar’ı gördü...Ford Osman’a dönerek...
- o çocuk neden burda değil!!! diye sordu...
- efendim!!! o çok sessiz çok sinsidir,tavsiye etmem...dedi Ford Osman...
- bırakın da ben karar vereyim...
ağır adımlarla Serdar’ın yanına doğru ilerledi...erik ağacının dibine çöktü ve bir sigara yaktı...bir müddet Serdar’ı süzdü...sonra uzunca düşündü...
- adın ne senin...
- Serdar,efendim!!!
- erik ağaçlarını sever misin???
- çok...
- benimle gelmek ister misin???
- siz bilirsiniz...diyebildi sadece...
- hazırlan da gidelim Serdar...
Kemal Bey bu çocuğu çok sevmişti...ve onu alıp gitmek geçti içinden...Ford Osman’a dönerek seslendi...
- İşlemleri en kısa sürede bitirir misiniz...
- tabi,efendim...
Serdar kulakarına inanamadı...hiç yüzüne gülmeyen hayat bu defa ona göz kırpmıştı... hemen hazırlanıp çürük dehlizlerle dolu bu cehennemden çıkmak istiyordu...çabucak hazırlandı ve işlemler bittikten sonra Kemal Bey’in arabasına bindi...kendisi için çok mutlu olmuştu;ama ardında kalan arkadaşlarını düşündü...çok buruk bir sevinç olmuştu bu onun için...turkuaz araç yeni umutlara yelken açmaya başlamıştı bile...
...6 yıl sonra...
yeni hayatına iyice alışan Serdar Liseye başlamıştı...notları sınırları zorluyordu...o kadar zekiydi ki öğretmenleri bile bazen onu hayranlıkla izliyordu...iyice büyümüş;gencecik bir delikanlı olmuştu...eki bir aşkın küskünlüğü ile hayata kızıp yapayalnız yaşayan Kemal Bey’in tutunduğu yaprak gibiydi...ve gerçekten Kemal Bey onun üstüne titriyordu...iki sevgiye muhtaç insan öz baba-oğul’dan kat be kat daha iyilerdi...Serdar;Kemal Bey’i utandırmamak için her şeyde en iyiye ulaşmaya çalışıyordu...özellikle Kimya onun için bir sanat tarzıydı...parmağı Kimya derslerinde havada sabit olarak kalıyordu...
Lise son sınıfa geldiğinde Serdar hayatında hiç bilmediği bir duygunun esareti altına girmeye başlamıştı...Sema ile tanışalı çok uzun bir süre olmamasına rağmen onu gece gündüz hiç aklından çıkartamıyordu...hiç bir kötü alışkanlığı olmayan genç delikanlı Sema içine doldukça ona söyleyemiyor ve iyice suskunlaşıyordu...bir akşam evde Kemal Bey’in sigara paketinden 2 dal sigara aldı...odasına çekilip ikisini de peşpeşe içti...içi içini kemiriyordu...sessiz olduğu için pek fazla arkadaşıda yoktu ve sigarayı kendine dost edinmek gibi bir hataya düşmüştü...
gece boyu Semaya olan duygularını kendisini o bataktan kurtaran arabanın renginde olan Turkuaz defterine döküyordu...her geçen gün daha fazla yazmaya başladı;ve yine her geçen gün daha fazla sigara içmeye...bu dertten nasıl kurtulacaktı hiç bilmiyordu...bazen Turkuaz renkli küçük kağıtlara yazdığı duygularını Semaya verebilmeyi denedi...ama bir türlü cesaret edemiyordu...
Semaya açılamadıkça kendini iyice Kimya’ya vermeye başlamıştı...bir gün Kemal Bey’le uzun bir konuşma geçti aralarında...ve ondan kendisine bir laboratuar kurmasını istedi... Kemal Bey biraz tehlikeli olsa da onu kıramadı...ve sonsöz şu olmuştu o gece;
- dikkat et oğlum;bu iş çok tehlikeli...
çok sevinmişti...artık uğraşabileceği yeni bir şeyler bulmuştu;ve bu belki de Semayı kısmen de olsa unutturacaktı...3-4 gün sonra laboratuar hazırdı...ve o da hemen en büyük zevkiyle uğraşmaya başlamıştı bile...
zaman hızla akıp gidiyordu;okuldan döndüğünde laboratuarına giriyor ve saatlerce oradan dışarıya çıkmıyordu...bildiklerinin ışığı altında bir şeyler deniyordu...ve her geçen günde yeni bir şeyler öğreniyordu...Kimya onun yaşam tarzıydı...
bir gece çok fazla bilmediği bir tepkimeyi denedi...aslında bunların olabileceğini hiç te tahmin etmemişti...sadece 3 miligram fazla madde kullanmıştı...küçük bir dikkatsizlik sonucunda orta çapta bir patlama oldu...bu zeki adamın dikkatsizliği onun ellerinde ve yüzünde ciddi yanıklar meydana getirmişti...hastahaneden çıktığında bir süre okula hiç gitmedi...bir türlü açılamadığı Sema ona nasıl bakacaktı bunu bilmiyordu ve bu düşünce onu çok korkutuyordu...okulun bitmesine yakın bir zamanda okula gitti...herkes ona acıyarak bakıyordu sınıfta...arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra bahçeye çıktı...ve gözleri Sema’yı arıyordu...okulun kapısından dışarıya çıktı ve beklerken bir sigara yaktı....ceketinin cebinde Turkuaz kağıda yazdığı upuzun bir mektup vardı...bir müddet sonra Sema kapıda göründü...Semanın yanına gitti;mektubu Semaya uzattı...ve sessizce oradan uzaklaştı...
4 gün sonra okula diplomasını almaya geldi...Sema oldukça güzel,alımlı ve bir o kadar da şımarık bir genç kızdı...havasından okulun pencereleri bile is tutyordu adeta...Diplomasını aldıktan sonra bahçe de Sema ile karşılaştı...hızlı adımlarla okulun kapısından çıkıp gitmek istiyordu...Sema Serdar’a seslendi:
- sen hiç aynaya baktın mı da beni sevdiğini söylüyorsun???
bu söz o kadar ağrına gitmişti ki koşan adımlara başlamıştı...sanki dünya başına yıkılmıştı...eve gittiğinde odasına kapandı ve uzunca bir müddet dışarıya çıkmadı...Kemal Bey ona bir şeyler olduğunu anlamıştı...baba-oğul derin mevzuatı sabaha kadar bıkmadan konuştular...bu konuşma Serdar üzerinde olumlu etki yaratmıştı...ama bir süre hiç bir şeyle ilgilenmemeyi düşündü...kitaplarını okudu,balığa çıktı,bahçedeki erik ağacının altında oturdu...bir kaç ayı neredeyse bu şekilde geçti...
ve onun için üniversite zamanı başlamıştı bile...artık sadece dersleriyle,kitaplarıyla ve bahçedeki erik ağacıyla ilgileniyordu...kadınlar onun için çok uzak bir adadan başka hiç bir şey ifade etmiyordu...okulunu bitirip Kimyasal alanda en iyi olmaktı bütün düşüncesi... Kimyanın her bölümünü ayrı ayrı biliyordu ve bu onun için bir ressamın resim çizmesi gibiydi...kimyanın her alanıyla ilgiliydi;analitik kimya,biokimya,inorganik kimya,organik kimya,fizikokimya,teorik kimya,nükleer kimya...o bunların hepsini beynine kazıyordu kitaplarından...ama özellikle organik;inorganik ve nükleer kimyayla daha fazlasıyla ilgileniyordu...
üniversitede de çok az arkadaşı vardı...bunlardan en önemlisi Furkandı...Furkan zengin bir aile de büyümüş haşarı bir gençti...aklı fikri ülke meselelerinde idi..Furkan çok tehlikeli adamlarla yanyana gelen birisiydi...siyasal düşünceleri yüzünden bu adamlarla yakınlaşmıştı...Serdar’ın kimyasal yeteneğini de biliyordu...ve onun en iyi patlayıcıları bile büyük bir uzmanlıkla hazırlayacağını da...Furkan Serdar’dan bahsetti arkadaşlarına... arkadaşları da tanışmak istediler...
bir gün Kadıköy’de bir evde bir araya geldiler...Serdar ortamı hiç sevmemişti ve adamların yaydığı elektrik hiç te pozitif görünmüyordu...bir kaç saat söz ettiler sağdan soldan ülke meselelerinden...siyaset hiç te onun tarzı değildi...bana ne diye geçirdi aklından...ama adamların onun zekasından ve kimyasal uzmanlığından hiç bir şüphesi kalmamıştı...Serdar ayrıldıktan sonra Furkan ile konuştular...
- onu bize patlayıcı hazırlaması için ikna etmelisin...
- bu çok zor olacak...
- her şey zor...bizimle beraber yürüyeceksen zor da olsa halletmelisin...
- ...
Furkan bir gün Serdar’ı kendi evlerine davet etti...uzun uzun konuştular...ama bir türlü ikna edemiyordu Serdar’ı...
- kesinlikle olmaz... diyordu...
öyle çok tartışmışlardı ki...ikisi de barut gibi olmuştu...Serdar ağzında sigara kapıyı çarpıp çekip gitmişti...
Furkan arkadaşlarıyla konuştu tekrar ve ikna edemediğini söyledi...bir çözüm bulmalıydılar...Serdar onlara lazımdı ve onu ne olursa olsun ikna etmeliydiler...iyice düşündü her biri tek tek...Serdar’ın çok samimi olduğu herhangi bir kız arkadaşı ve sevdiği de yoktu...aslında hayatındaki tek değer de Kemal Bey idi...ve içlerinden birisi bu karanlık tozlu adamlara seslendi...
- babasını kaçıralım...tek çıkar yolumuz bu...
herkes sükunete daldı...tek çıkar yol buydu gerçekten...Furkan bile bu fikre karşı çıkmadı;onun için sansasyon arkadaşından çok çok önemliydi...önce Kemal Bey’i takip ettiler uzun uzadıya...nereye gider,ne yapar,nerde durur...bir hafta sonra ellerindeki bütün bilgilerle yuvarlak bir masanın etrafında toplandılar...kağıt ve kalem önlerinde bir kaçırma planı oluşturmaya çalıştılar...her kafadan bir ses çıkıyordu...tartışa tartışa sabaha karşı işe yarayabilecek bir planda birleştiler...artık her şey hazırdı...
Kemal Bey her Cuma günü Fatih Camiine Namaz kılmaya gidiyordu...oradan da fatih tepesinin zirvesine çıkıp akşama kadar düşünüyordu...burası onun hayatına giren tek kadınla her zaman buluştukları ve bir ömür ızdırap çekmesine yol açan ayrılık kararını verdikleri yerdi...ve Kemal Bey’i oradan alacaklardı...en risksiz noktanın burası olduğu kanaatine sahip olmuşlardı...
Kemal Bey Cuma Namazının ardından her zamanki yerine gitmişti...içini parçalayan pişmanlık yine yarasını kanatmıştı...o güçlü,o örnek insan ağzında sigara hıçkırıklar içinde ağlıyordu...onu belki de kimseler bu halde görmemişti...karanlık adamlar birden üzerine çöktüler;hiç karşı koymadı belki de koymak istemedi...hayattan o kadar bezmişti ki...onu alıp Pendik taraflarında evin birisine hapsettiler...niyetleri onu öldürmek değildi sadece Serdar’ı ikna etmekti...çünkü onu öldürmeleri ülkeyi sallamazdı;onlar ses getirecek bir eylemin peşindeydiler...
...
Serdar’ın cep telefonu çaldı...hattaki çok tanıdık bir sesti:
- Kemal Bey ellerinde ve senden patlayıcı yapmanı istiyorlar...dedi...
Serdar donup kalmıştı...hiç bir şey söyleyemedi yine...hayattaki en değerli varlığıydı söz konusu olan...bir müddet daha sessiz kaldı...
- Furkan...benden ne istiyorsanız yapacağım...diyebildi...
hemen kapıdan dışarıya çıktı...koşar bir halde Furkan’ın evine gitti...
- ne yapmamı istiyor sunuz???
- tri nitro toluen...bol miktarda...
tri nitro toluen;yani halk içindeki bilinen adıyla TNT yapılması isteniyordu...bununla çok küçük bir iş yapmayacakları belliydi...böyle bir yükü üstüne almak istemiyordu...o kadar insanın ölümüne göz yumamazdı...ama hiç bir insan ona yeterince değer vermediği halde Kemal Bey onun için her şeyi yapmıştı...bu ömrü boyunca başbaşa kaldığı en büyük ikilemdi...sırtında kırılan kızılcık sopalarını bile mumla arıyordu o anda...yumruklarını sıktı...öyle isyan etmek istiyordu öyle kusmak istiyordu ki içindekileri...biraz daha düşündü Kemal Bey’e bunu yapamayacağına karar verdi ve Furkan’ın eline gerekli malzemelerle ilgili bir liste verdi...
onlar metroyu havaya uçurmayı planlıyorlardı...çok fazla insan ölecekti...ve sansasyon olacak ülke yine karışacaktı...ama kararını vermişti;bu suça ortak olacaktı...Kemal Bey dünya da umurunda olan tek şeydi...kaderine lanetler yağdırarak uzaklaştı...polise gitmesyi bile düşünemedi;ellerinde ve yüzünde yanıklar olan bir insanı kim dinleyebilir ki diye düşündü...
malzemeler gelmişti...ve Serdar işe koyuldu...istenen miktarda patlayıcı yapacaktı;ve bu metroyu patlatıp sansasyona yol açmak için fazlaydı bile...kendinden iyice nefret etmeye başlamıştı...2 gün uğraştıktan sonra patlayıcıyıları hazırlamıştı...
beklenen gün yine gelmişti...aylardan yine nisan günlerden yine 13 idi...bu rakamları çok iyi biliyordu...gözü hiç bir şeyi görmüyordu...hayatı hep dehlizler içinde geçmişti;bu dehlizlerle dolu yolculukğun bitirilmesi gerekiyordu...karar verilmişti...önce evdeki laboratuarında ne var ne yok hepsini kırdı...sonra da polisi aradı...
- metroyu havaya uçuracaklar...dedi...ve telefonu kapattı...umarım ciddiye alırlarnız...
kendine bir silah buldu...sonra da Fatihin en yüksek zirvesine çıktı...babasının yeri yıllar geçtikçe onunda meskeni olmuştu...baştan sona hayatını düşündü...ne kadar değersiz bir insan olduğunu...sonra Sema geldi aklına;güzel ve havalı Sema...ondan da beklediğini bulamamıştı...onu dehlizlere sürükleyenlerden biriside semaydı...bir sigara yaktı ve ardından bir tane daha;bir tane daha...sonrasında da Semaya bir kaç satır yazdı...
Sen de beni anlamadın;belki de anlayamadın...
Ellerimi hiç tutmadın;yüreğime alev saçtın...
Mazimle silindim gittim;dehliz gecelerde bittim...
Artık bu son Serdar gider;bu veda da sona olsun...
dilinden dökülen bu sözcüklerin ne kadar saçma olduğunu biliyordu...silahını çıkarıp son defa baktı İstanbul’a...o kadar insanın ölümüne yol açmak onun hiç bir zaman aklına getiremeyeceği bir olguydu...tek bir kurşun;çok sevdiği erik ağacının dibine yığıldı... doğduğu;yetimhaneye verildiği; yetimhaneden alındığı gün onun son günü oldu...
aylardan yine nisan ; günlerden yine 13 ; saatlerden dehliz idi...
Selçuk YILMAZ
Nisan 2008 - İZMİR
Saat; Dehliz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.