- 613 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZÜ GEÇMEMİŞ
“Ben Kiraz ağacı ve Kırmızıyım” dedi küçük kız…
Onun doğduğu yerlerde Kiraz ayı derlerdi Haziran ayına. Kirazlar kırmızı kırmızı sarkardı bahçelerindeki ağaçlardan. Zaten 4 çocuğun yükünü omuzlamış annesi ona istemeden hamile kalmıştı. Haziranın 12’si ve 80’li yılların başıydı. Karnı burnunda tarlada çalışan annesinin ansızın tutmuştu beklenen sancıları. Diğer 4 kardeşi, gibi köyde doğum yaptıramayacaklarını anlayan kendi doğumlarından tecrübeli ebeler zavallı kadıncağızı el yordamıyla sarıp, bir traktörün üzerine şehir hastanesine yetiştirdiler. Hastanede çıktı bizim 5.5 kiloluk kırmızının neden bu kadar zor doğduğu. O da insan doğası gereği yaşlara sığındı ve ağlayıverdi doğar doğmaz . Zaten literatürde bu nara yaşam belirtisi demekti. Bulduğu ne varsa zapt etmeyi amaçlayan insanoğlu bizim ufaklığı da bez kundakla zaptetti bir süre, ama mıncıklanmaktan sarkmış tombul yanaklarını zaptetmek mümkün olamadı. El bebek gül bebek olmasa da, gel bebek git bebek büyüyüverdi bizim kırmızı. Kıvır kıvır saçları, çatık kaşları ve her fırsatta köşeye sıkıştırılıp, mıncıklanan, hoyratça ısırılan tombul yanakları nam saldı çevre köylere. Çok mıncıklandığından mıdır bilinmez hep bir kaçma saklanma arzusu kapladı bizim kırmızının ruhunu. Bu yüzdendir ki kaçıp evden ağaçlara tırmandı. Ağaçlara tırmanmak kolaydı da, inmek bir o kadar zordu. O yüzden hep düşerek inmeyi huy edindi. Yaralar bereler sarsa da her yanını böylesi daha kolaydı. Henüz 6 yaşındaydı. Ve sıkılmıştı annesinin çekiştirerek tarayıp, sıkıca bağladığı saçlarından. Bir makas gördü masanın üzerinde ona göz kırpan ve kırptı bütün buklelerini gözünü kırpmadan. Sonra korktu yiyeceği köteklerden ve sakladı kestiklerini sırlar odasına, kendiside bir müddet divanın altını mesken tuttu. Bir rivayete göre yine de kurtulamadı hesabına yazılan köteklerden.
Derken akıl kemale erdi dediler, okula gönderdiler bizim kırmızıyı. Maksat eli kalem tutsundu. O maksadını aştı tuttuğu kalemi hiç bırakmadı. Eli yorulunca ağzında geveledi bir müddet ama bırakmadı. Köyün tek odalı, tek öğretmenli okulunda çok sınıf bir arada okumaya koyuldu. Koyuldu koyulmasına da okumak o kadar kolay değildi. Üstelik kıştı her yerde kar vardı. Bu defa kaçacak bir yeride yoktu bizim kırmızının anlayacağınız. Sabah körü kaldırılıp, ayaklarına geçirilen yün çorapların, üzerine sarılan naylon poşetlerin içine giren kar sularını yadırgamaz olmuştu artık. Tek yadırgadığı okula giderken onu aralarına hem kız, hem de küçük olduğu için almayan erkek kafilesi oldu. Kimse yardım etmediği ve onu beklemediği için defalarca içine düştü, üzerinden geçmek istediği dere kod adlı su birikintisinin. Ve hastalanıp yaşayamadı heyecanını, Milli Eğitimin dağıttığı defter ve silginin. 2. sınıfın sonlarına doğru annesinin “aman aman”lara dayalı amansız hastalığı baş göstermişti. “Tavşan kaç tazı tut”lu günlerin sonlarına gelinmişti artık. Doğduğu yeri terk ediş ve doyduğun yere göçüş için taşlı yollardan asfalta düğümlenen bir yolcuğa çıkılmıştı. Asfaltın sonu 3 odalı kalabalık ve bir o kadarda yalnız bir dünyaya savurmuştu onu. Ve asfaltın çocuklarına tutunmak tırmandığı ağaçlara tutunmaktan daha zordu, dışlandığında aldığı garip yaralar ağaçlardan düştüğünde aldığı yaralardan daha derindi. 3. sınıfa devam etmesi için bir okula yazıldı. Okul zili ve seyyar satıcılarla tanıştı. Neyse ki kendisine Bulgaristan’dan göçmüş dili yarım yamalak ama yaraları benzer bir arkadaş edindi. Yuvarlanıp geçti yıllar Barış Manço ile 7’den 77’ye ve kendi sokağından daha çok tanıdığı Susam Sokağına tutunarak. Geç edinilmişliklerin bir getirisi olarak kendine eksikliğini duyduğu pelüş bir bebek edindi. Bu onun ilk oyuncağı oldu.
Sonraları büyüdükçe kente uyum yasaları çıktı önüne, pantolon giyme yasağından yırtmak için aile meclisine yaptığı muhalefet parti girişimlerini başarı ile kazandı. Büyümenin ilk adımını ortaokul yıllarında, okul bahçesinde bir öğretmeni kaybetmemek uğruna yapılan ve yasa dışı olabileceği düşünülmeyen masum bir mitingle atmıştı bile. Devamında pürüzsüz ve masum geçti orta(lama)okul yılları. Tek yüz kızartıcı suçu Fen bilgisi sınavlarında çektiği sayısız kopya oldu.
Sonradan kıymetini anlayacağı Lise yıllarına başladığında tam bir hayal kırıklığı yaşadı. Ve geçip gitti lise yılları hepsini toplasan π (pi) sayısına denk gelmeyen, az yaşanılan, çok yazılan ve arabeske sobelenmekten burun farkı ile kurtarılan lise aşkları ve müfredata uyup kafa yapısına uymayan derslerle. Gitti gitmesine de getirisi olan 4 yanlış elinde kalan 1 doğruyu götürmemeliydi. Dershanelere gidip bunun için kendini kastı sonra. Kendini kasmakla geçerken şekerlemeye ayıramadığı zamanların getirisi olarak elinde 1 adet şeker hastalığı ve her daim karşısına çıkıp “vah vah evladım!” müfredatında, acıma akımının öncüsü duyarlı yetişkinler kaldı. Ailesi çok üzüldü bu duruma ve bir rivayete göre içten içe hala üzülmekteler.
90’lı yılların sonlarına doğru elindeki 4 yanlışı 1 doğruya çevirip, üniversite macerasına atıldı bizim Kırmızı (Bu arada rengi kırmızıdan mora döndü azıcık). İleride nasılsa işletecek bir şeyler bulurum düşüncesiyle Trakya Üniversitesi İşletme bölümüne girdi. Kendisini cilalı ve bir o kadarda belalı ders programının içinde buldu. Üniversite hayatının kuyruğuna boş konserve tenekesi ve +1 sene takıp mücadelesini bitirdi. Trakya da kaldığı süre içinde alfabesinden 1 adet harf eksiltti. Sonunda dışına itilen hayatın içine atıldı Kırmızı. Bitenlerin ardından çoğalan hep derteler oldu nedense.
Şu sıralar elinde; 3 – 5 değerli dostu, “kirlenmek güzeldir” edasıyla karaladığı beyaz kağıtları, tükenmesi her an muhtemel bir adet tükenmez kalemi, gölgesinde dinlenirken uyuyup kalmayı ümit ettiği kirazlı bahçe düşleri ve özü hiç geçmeyecek olan bir geçmişi var bizim Kırmızının…