Su Perisinin Öyküsü (Çayın Doğuşu)
Bir varmış bir yokmuş, çok uzak diyarlarda, Kaf Dağı’nın aşağılarındaki yemyeşil vadilerde, Çia adında bir peri kızı yaşarmış. Bu perinin simsiyah saçları ve zümrüt yeşili gözleri varmış. Çia’nın ülkesine günlerden bir gün beyaz atlı, mor kaküllü,siyah gözlü bir şehzadenin yolu düşmüş. Şehzadeyle peri kızı bir ara göz göze gelmişler. İşte asıl hikâye o andan sonra başlamış. Tutulmuşlar ilk bakışta birbirlerine…
Şehzade hemen atından inmiş. Çia’ya şiirler okumuş, şarkılar söylemiş. “Benim eşim olmanı, benimle ülkeme gelip sarayımın ve ülkemin prensesi olmanı diliyorum, ey güzel kokulu, güzel gözlü Çia!” demiş. Çia da onu sevmiş sevmesine, peri yüreğinde yer etmiş şehzade. Lakin Çia’nın yurdunu terk etmesi imkansızmış. Eğer ülkesinden ayrılırsa, yaşama hakkı elinden alınır, ölümsüzlük özelliği kaybolurmuş.
Şehzadeye “ben de seni sevdim; ama seninle gelmem imkansız. Çünkü, ben bir periyim ülkemi terk edersem, bu iklimden ayrılırsam, yaşama hakkım yok olur, ölürüm. Yine bensiz kalırsın, iyisi mi sen ülkene dön, aşkımız yüreklerimizde yaşasın.”demiş.
Demiş; ama ne mümkün şehzadeyi ikna etmek. Şehzade, “ya benimle gelirsin, ya da ben ülkemden vazgeçer, burada seninle kalırım.”demiş. Çia şehzadeye şunları söylemiş: “her ikisi de çok zor. Ben buradan ayrılamam, senin de burada kalmana periler padişahı izin vermez.”
O zaman şehzade, “öyleyse, buralarda bir yerlerde gizlenip, geceleri buluşmaya ne dersin?”demiş Çia’ya. Çia aşkına ve şehzadenin ısrarlarına yenik düşmüş. Kabul etmiş şehzadenin ülkesinde kalıp gizlenmesini.
Artık, şehzade gündüzleri Çia’nın gösterdiği sık koruluklarda gizleniyor, el ayak çekildikten sonra saklandığı yerden çıkıyor, Çia’ya koşuyormuş. Günler gelip geçiyor, her gece Çia’yla şehzade buluşuyor hasret gideriyormuş. Her buluşmada yüreklerindeki ateş daha da şiddetleniyormuş.
Yine bir buluşma gecesinde sabaha karşı uyuya kalmışlar. Sabah olunca uyanmışlar. Uyanmışlar uyanmasına da sırları ifşa olmuş.
Bu durum periler padişahını çok kızdırmış. Derhal mahkeme konseyi kurulmuş, yargılama başlamış. Çia’yla şehzade sürgüne mahkum edilmişler. Bu sürgün aslında ölümle eşdeğer bir sürgünmüş. Çünkü, Çia’nın ülkesini terk etmesi onun ölümüne, onun ölümü de şehzadenin ölümden beter duruma düşmesine neden olacakmış.
Çaresiz verilen cezaya razı olmuşlar. En azından, birlikte bir süre daha mutlu olacağız diye birbirlerini teselli etmişler.
Sonra, birlikte şehzadenin atına binip başka ülkelere kanat açmışlar.
Daha Çia’nın ülkesinin toprakları biter bitmez, Çia’nın bedeni erimeye başlamış. Şehzade çaresiz, Çia’yı kucağına almış; ama Çia eriyip gitmiş kollarında. Şehzadenin elinde sadece Çia’nın aşk dolu yüreği kalmış. Olduğu yere yığılmış şehzade, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. Göz yaşları avuçlarında Çia’nın yüreğini sulamış. Çia’nın yüreğinden yeşil yapraklı hoş usareli bir fidan meydana gelmiş, şehzadenin avuçlarında. Şehzade Çia’nın yüreğinden oluşan fidanı oracıkta dikmiş toprağa. Kendisi de orda can vermiş, toprak olmuş. Çia’nın ve şehzadenin yüreği o fidanda yaşamışlar ve bugüne kadar tek yürek olup gelmişler. O fidanın yaprakları derlenip , fırınlanınca ve suyu görünce, iki sevgilinin yüreklerindeki sevgiyi canlandırıp kan renginde su perisine dönüşmüş, yani çay olmuş. Şimdi her çay tiryakisi, Çia’yla şehzadenin sevgisini yudumluyormuş.
Ankara,11.03.2008 İbrahim KİLİK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.