- 828 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ÜÇ
Kapı gıcırdayarak aralandı.
Bakıştılar.
Sarıydı teni, bitkindi. Tedirgindi bakışları. Yattığı yerden ağır ağır doğruldu.
“Geldi mi?”
Başını sallıyordu adam. Tedirgindi bakışları.
Koyu renk perdeleri sımsıkı örtülmüş havasız odaya, adamın elini tutarak girdi küçük çocuk. Kıvır kıvır kestane rengi saçları, uzun kirpiklerinin gölgelediği kocaman ela gözleri vardı. Korkuyordu, çok! Ayaklarını sürte sürte ilerledi odanın ortasına. Adam elini bırakmış, aralık kapının ardında bekliyordu, soluksuz.
Kadın çocuğun girdiğini görür görmez hışımla dönüp uzanmıştı yine yatağa.
Korkuyordu çocuk.
Arkasına baktı, cesaret için aradı gözleri adamı, babasını.
Gülümseyerek başını sallıyordu babası, devam etmesi için cesaret veriyordu küçücük aralıktan.
Kafası öne düştü, gözlerine yaşlar doluştu, minik parmaklarını iç içe geçirip destek aradı bir eli diğerinden.
“Anne?” dedi en sonunda, “Çok özür dilerim.”
Sessizce ağlamaya başladı.
Aylar sonra karşılaşmalarının bu kadar sessiz olacağını tahmin etmemişti. Yine eskiden olduğu gibi boynundan koklaya koklaya öper, sımsıkı kucaklar, saçlarını okşarken, “Yavrum!” der sanıyordu. Çok özlemişti, çok. Bir adım ötesindeydi ama gidip dokunamıyordu bile. Aylardır günbegün çoğalan özlemini gideremiyordu bir türlü. Aynı gün hayatındaki en değerli iki kişiyi kaybetmişti. Birine ulaşmak asla mümkün olmayacaktı. Ama diğeri için de şansını yitirmek üzereydi. Geri dönüp hızla oradan kaçmak isterken duvar gibi dikildi babası karşısına. Bakışları yükselerek buluştu babasının gözleriyle. Sevecendi. “Hadi,” dedi olabildiğince sessizlikle. Döndü ve yatakta boylu boyunca uzanmış annesine baktı, sarsılıyordu bedeni, ağlıyor olmalıydı.
Büyümeliydi, şimdi, şu anda, şuracıkta! Bu kez kendisi gidip başlatmalıydı annesiyle arasındaki sevgi diyalogunu. Küçük adımları hızla ilerledi. Ona, annesine doğru. Kendine dönük sırtına usulca dokundu. Minik parmakları dolandı üstünde.
Sarsıntı durdu. Parmakların gezintisi durdu.
Çarçabuk doğruldu kadın. İkisinin de yüzüne hiç bakmadan çıktı odadan.
Kadının bıraktığı boş yataktaki fotoğrafa baktılar; kıvır kıvır kestane rengi saçları, uzun kirpiklerinin gölgelediği kocaman ela gözleri olan bir çocuk fotoğrafıydı bu.
Mutfağa gidip hızla kapıyı çarptı kadın. Doğruca tezgâh üzerinde duran bıçaklıktan en büyüğünü aldı. Kapıyı kilitledi. Ağlıyordu. Elindeki bıçağı şah damarına dayadı. Durdu. Ölmek istiyordu o da. Bundan sonrasını nasıl yaşayacağını bilmediğinden ölmek istiyordu, tıpkı oğlu gibi. Onun yanına gitmek, cennetin ışıl ışıl ovalarında onunla sarmaş dolaş yuvarlanmak istiyordu.
Peki ya diğeri?
Altı yıl önce doğdukları gün canlandı gözünde, elindeki bıçak hâlâ boynuna dayalıyken. Hemşirenin kucağında girdiklerinde odaya, ayırt edememişti ikisini birbirinden, o kadar benziyorlardı ki. Mutlulukla kucaklaşmıştı eşiyle, artık dört kişilik bir çekirdek aileydiler.
Şimdi üç kalmışlardı!
Üç ay önce, o lanetli akşamüstü kalmışlardı üç kişi.
Çamaşır asıyordu balkonda. Oğulları, yaşam kaynağı ikizleri, canının iki yarısı yavruları oynuyordu içeride.
Çığlığı duydu! Bedenini, beynini yırtan çığlıkla, soluk almadan vardı içeriye. Yoklardı! Hâlbuki en son salonda bir çizgi film karşısında bırakmıştı onları. Televizyona kaydı gözleri, kılıçlarıyla savaşan iki yaratığa bakıyordu, aklı durmuştu, sessizdi ortalık çok sessiz. Mutfağa yürüdü, korkusu esir almıştı her yerini. Mutfak kapısının aralığından yerdeki bir öbek kanı gördü. Kendini unutmuş bir halde, çığlık çığlığa daldı mutfağa.
Toprak’ın cansız bedeni yerde yatıyordu, elinde hâlâ sımsıkı tuttuğu bir bıçak vardı. Çınar’ın elindeki bıçak ise kanlıydı, Toprak’ın başucuna dikilmiş duruyordu kıpırtısız.
Sonrasına dair hatırladığı tek şey, “Kılıç Savaşları filmini oynuyorduk,” diyen Çınar’ın sesiydi.
Üç ay olmuştu. Üç aydır nasıl yaşadığını ve nasıl yaşayacağını bilemiyordu.
Biri Toprak, diğeri Çınar.
Uzun ömür sürsünler diye koymuştu adlarını. Oysa ömür boyu çekeceği vicdan azabıyla Toprak’ın mezarı başından ayrılmayacaktı şimdi Çınar. Tıpkı mezarların sadık dostu çınar ağaçları gibi. Hata kendisindeydi, çok yanlış isimler seçmişti.
Boynuna dayalı bıçağı indirdi. Canının yarısına, öbür yarısını feda edemezdi. Kilidi açtı, mutfaktan çıktı.
Az önce uzandığı yatakta yan yana oturmuştu baba oğul. Elini uzattı, kuruladı gözyaşlarını Çınar’ın. İp gibi inen gözyaşları durdu. Aylar sonra annesinden kendisine uzanan ellerin mutluluğuyla gülümsedi.
Eğildi kadın, bakışları kilitlendi. Başını saçlarına dayadı. Kokladı derin derin. Ve fısıldadı;
“ Yüreğimin sağ yanı için sol yanını da harcamak üzereydim. Yaran iki kez açılacaktı. Hadi gel, yaralarımızı el ele saralım, birlikte. Üç kişilik bir aile olarak seni yarına hazırlayalım…”
YORUMLAR
Ve fısıldadı;
“ Yüreğimin sağ yanı için sol yanını da harcamak üzereydim. Yaran iki kez açılacaktı. Hadi gel, yaralarımızı el ele saralım, birlikte. Üç kişilik bir aile olarak seni yarına hazırlayalım…”
of, of, of
yüreğimin içlerine kadar işledi :(
harika bir anlatım, ve halkulade bir öyküydü yaşadığım.
Teşekkür ederim efendim size
bu güzel eseri, bizlerle paylaştığınız için.
Saygılarımla