- 955 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANCA YAŞAMAK
Apar topar indi yokuş aşağı. Kendini kesişen sokağın kollarına bırakıverdi. Sert ve hızlı adımlarla loş karanlığı yürümeye başladı. Soluğundaki buğudan ve hızlı nefesinden başka hiçbir şey yoktu...
Kimse yoktu...
Parke taşlı zeminde, kösele ayakkabılarının sesi, o sessizliğin içinde korkunç bir yankı yapıyordu. Gözleri korkunçtu. Nefesi, kalbi korkunçtu... Karanlık, sessiz ve oldukça gizemli görünen eski kerpiç evlerin duvarlarına çarpa çarpa, tutuna tutuna, koşarcasına geçti o uzun sokağı.
Uyandığında, kan ter içinde kaldığını hissetti. Annesi başucundaydı. Alnına sirkeli bez koymuş, durmadan bir şeyler mırıldanıyordu. Dışarıda, yağmurun tıkırtısı camlardaydı. Sirke kokusu midesini bulandırdı. Kusmamak için zorladı kendini.Gözlerini hafifçe araladı. Annesinin bulanık görüntüsüne baktı. Beyaz başörtüsü gözlerini kamaştırdı. Tekrar kapattı göz kapaklarını. Sıktı iyice... Sonra gevşedi. Eli kolu gevşedi. Bütün vücudu gevşedi. Tekrar uykuya daldı…
Bir daha uyanmamak için dua etti.
* * *
Sokağın iki ucunu tutmuş adamlar vardı. Karanlık bakıyorlardı. Sesleri, yüzleri, görüntüleri karanlıktı. Elindeki kırmızı boyalı fırçalarla da duvara bir şeyler yazan iki kişi vardı. Biri genç bir kızdı. Öyle seçiliyordu uzaktan. Sokaktan geçip geçmemek konusunda tereddüt etti. Bir çöp kovasının yanına sindi. Oradan bakmaya başladı. Korkmuştu. Uzak uzak silah sesleri duyuluyordu ve mezar sessizliğinden de beter bir sessizlik vardı. Fırçanın duvardaki garip sesi ve kendi soluğundan başka hiçbir ses yoktu ve olmasını da istemiyordu.
Uzak silah sesleri devam ediyordu. Bazen sesler yakına geliyor, korkusu artıyordu.
Birden bir şey oldu.
Sokağın iki yanından da bağıran adamlar türedi.
Yazı yazan ve sokağın başında onları kollayan gençlere “Durun, teslim olun” diye haykırdılar. İyice korkmuştu. Çöp kovasının arkasına kadar sinmişti ve neredeyse kapağı kaldırıp içine girecekti. Neler oluyordu? Kimdi bu adamlar? Sokak lambasının ışığında parlayan ellerindeki o metal şey silah mıydı?
Birden silah sesleri duyuldu. Geceyi bıçak gibi kesen, karanlığı bile ürküten acımasız silah sesleri... Karşılıklı çatışma başladı. Amansız bir kurşun senfonisi, geceye bestesini geçiyordu ve ne zaman son bulacağı meçhuldü.
Kulaklarını avuçlarıyla kapattı. Başını bacaklarının arasına gömdü ve göz kapaklarını acıtırcasına sıktı… Sıktı… Sıktı…
Orada öylece ne kadar kaldığını bilmiyordu. Yavaşça başını kaldırdı. Artık kallavi bir sessizlik cirit atıyordu sokakta. Ayağa kalktı. Duvarın dibine doğru yürümeye başladı. Korkudan zangır zangır titriyordu. Yeni doğmuş bir ceylan gibiydi adımları. Duvarın dibinde yerde yatan gençleri görünce gözleri büyüdü, hepsi ölmüştü ve kanları kırmızı boyayla karışmıştı. Ama garip bir gülümseme vardı yüzlerinde. Genç kızın yüzünün yarısı kana bulaşmıştı. Uzun siyah saçları kıpkırmızı olmuştu. Birden ürktü. Karşı komşularının kızı değil miydi bu yerde yatan kelebek. Gizliden gizliye sevdiği, yanına yaklaşmaya bile çekindiği, uğruna ölebileceği kız değil miydi bu dalından koparılmış çiçek?
Başını yukarıya gökyüzüne kaldırdı. Gözlerinden sular süzüldü. Yavaşça indirirken başını aşağıya, gözleri duvardaki yazıya takıldı. İNSANCA YAŞAMAK… yazıyordu.
***
Gözlerini hafifçe araladı. Annesinin bulanık görüntüsüne baktı. Sıktı yine gözkapaklarını. İyice sıktı. Sular süzüldü yüzüne, yıldızlar yanaklarına indi. Tekrar kapattı gözlerini. Uykuya daldı.
Bir daha uyanmamak için dua etti.
RÜZGAR