Ağlayamadı/m
Tek hissettiğim minicik yüreğin isyan atışlarıydı.
Arada anlamaya çalışan kırpma nöbetleri sadece hüznün kuruttuğu gözlerinde.Derin iç geçirme sarsıntıları yapılanmayı henüz tamamlayamamış bedeninde, ruhu, ruhu çoktan çökmüştü bile.
Toparlanmalıyım yapmam gereken uzaklaştırmak yavrucağı, hızla çıkıyorum, ölümün soğuk havasını duymasın daha fazla yüreğinde. Ne kadar uzaklaştırabilirim bilemiyorum.
Duygularım mı dondu yoksa bu minik yüreğin devliğinden mi utandım, bilmiyorum, AĞLAYAMADIM.
Merak ediyorsunuz tabi hikayeyi, offf öyle zor ki anlatmak.
Hayatın oradan oraya savurduğu çaresizlik rüzgarlarına kapılmış, taşı toprağı altın sanılan yedi tepeli şehrin yedi dişli canavarına yem olmuş bir aile.
Rasim çok sevmişti Sultan’ı ,verememişti başlık parasını alıp kaçmıştı Sultan’ını İstanbul’a; bir sitede hizmetli olmuştu, kocamandı mutlulukları o küçücük rutubetli yuvalarında..
Hayatın vurduğu her darbede nasırlaşsa da bedenleri, yeşermişti umutları doğacak yavrularıyla, her gün biraz daha çiğnendikçe canavarın dişlerinde, soluklanır olmuştu Rasim sahilde bir meyhanede. Bir iki derken tutsağı oluvermişti alkolün. Zavallı Sultan arasa da çıkış yolları eli kolu bağlanmıştı Umut’un doğuşuyla. İşe vermişti kendini, sitede temizlik işlerine gider o yanık sesiyle içindeki tüm nefreti güzel türküleriyle haykırırdı. Akşam olduğunda gün batımıyla birlikte onun da dünyası kararırdı, Rasim gelecek ve yine olmadık bir sebeple atacak günlük dayağını diye.
Umut büyüdükçe Sultan’ın umutları da büyüyordu.Tek yaşam sevinci Umut’tu çünkü, çalıştığı emeğinin karşılığını Umut’un geleceği için biriktiriyor, güzel yarınları düşlüyordu.
Bir pazar sabahı birikmiş parasını istedi Rasim;
vermedi tabi Sultan.
Rasim hızla fırladı evden;
yine içti ve yine sarhoş döndü ve yapıştı boğazına Sultan’ın; direnince de tekme tokat girişti.
Zavallı Umut masanın altında motif aralarından izliyordu olanı biteni;
yabancı değildi bu sahnelere ama bu kez çıkan seslerden korkar olmuştu sımsıkı sarıldı bebeğine ve;
"korkma bir şey olmaz" dedi korkmaması gerektiğini telkin ediyordu, aslında kendineydi bu telkin. Sessizce , "yapma Baba" diyordu sesinin duyulmasından korkarak ve annesinin yediği her darbe yüreğine iniyor daha bir sıkı sarılıyordu bebeğine.
Usulca uzattı başını, hani annesi anlatmıştı ya o her şeyi yaradan’ı "ne olur kurtar Annemi, bak sana bebeğimi vereceğim" fırlattı bebeğini havaya bir kaç parende attı bebek ve çakıldı yere, aynı anda bir ses daha duydu, bir Annesine bir bebeğine baktı, sıktı yumruklarını öylece kalakaldı;AĞLAYAMADI..
İşte Umut’u bulduğumda bu haldeydi ve hikayesi de bu kadar kısaydı.. Uyuyor şimdi, eminim ki uyanmaktan korkuyor. Uyandığında yaşadıklarını yok edebileceğim bir sihirim olabilseydi keşke..