- 1485 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
HAYAL HIRSIZI
Uyanıp pazen perdeyi açtığında, dağların ardından yükselen güneşin ilk ışıkları köyün üstüne düşmeye başlamıştı. Güneş başka doğuyordu. Sonbaharı yaşıyor olsalar da, o gün temmuz güneşi gibiydi sanki, ılık, kırmızı ve gülümseyen. Hemen duvarda yer alan elbise askısına koştu, oradaydılar. Mavi önlüğü, hemen üzerinde yer alan Atatürk işlemeli yakalığı ve çantası. Dün şehre gidip almışlardı babasıyla, dün olanların bir rüya olmadığına sevindi. Çocuk kalbi bir serçe gibiydi, pır pır. Nasıl kahvaltı yaptığını, nasıl cicilerini giydiğini, nasıl çantasını alıp abisiyle aşağıya indiğini ve şehre giden minibüse bindiğini hatırlamıyordu. Taşımalı eğitime katıldıkları okulun yanına geldiklerinde abisinin elinden tutup aşağı indiler. Okulun bahçesine girdiler, her yer mavi ve siyah önlüklü çocukla doluydu. Nasıl bu kadar çocuk vardı, bu kadar çocuk buraya nasıl gelmiş olabilirdi ki diye düşündü. Kalbi pır pır, abisinin elinden sıkı sıkı tutuyordu.
Sınıfa girdiklerinde, öğretmen onları tek tek sıralara dağıttı ve sessiz oturmalarını söyledi. Sonrada "Andımız"’ı söyletti. Sonrada "Bu gün dersimiz resim, resim defterlerinizi ve kuru kalem boyalarınızı çıkarın" dedi. Küçücük kalbi hala pır pırdı. Öğretmen "peki çocuklar, bu gün dersimizde çiçek resmi çizeceğiz, hadi resim defterlerinize çiçek resmi çizin dedi.
Fatma Gül hemen çantasını açtı defter ve boya kalemlerini çıkardı, özenli bir şekilde sıranın üstüne koydu. Eline yeşil kalemi alıp düşünmeye başladı. Ne hoş bir konu vermişti öğretmen. Ne kadar çok severdi çiçekleri, evlerinin önündeki sardunyaları, sümbülleri, kasım patlarını, patates çiçeklerini, leylakları, zambakları, gülleri düşündü, zaten ikinci adı da Gül’dü. Babası hep "güzelliğinle gülesin" diye bu isimi verdim demişti. Hep onu önce koklar, sıkı sıkı sarılır gülüm diye severdi.
Ama bu kadar çiçek yetmez dedi kendince. Tarlalardaki kırmızı gelincikleri, zakkumları, papatyaları, mürdümekleri (Lathyrus sp.), dağlardaki sıklemenleri, kedi karanfillerini, minik kekik çiçeklerini, ağlayan gelin çiçeğini, çiğdemleri düşündü, ne çok çiçek biliyordu. Vakit geçirmeden çizmeye başlamalıyım diye düşündü ve çizmeye başladı. Kağıdın üzerinde bir renk cümbüşü oluşuyordu, yemyeşil kırların içinden rengarenk çiçekler fışkırıyordu. Öğretmen "resimlerinizi kontrol edeceğim" dedi ve tek tek her öğrencinin defterine bakmaya başladı. Kalbi bir kat daha hızlandı sanki, çünkü sıra ona gelmişti.
Öğretmen yanına yaklaştı "bakalım sen ne yaptın?" dedi ve kağıda doğru eğildi. Yüzünün buruşturup, kafasını sağa sola sallayarak "nedir bunlar kızım, ben size çiçek çizin dedim, siz karalamışsınız"… "Öğretmenim bunlar çiçek, işte sümbüller, işte gelincikler, işte …". "Sus bakayım, birde bana cevap verme. Çiçekmiş, çiçek öyle mi olur, bakın şimdi tahtaya size çiçek çizmesini öğreteceğim" dedi. Eline tebeşiri alıp tahtaya üçgen bir saksı çizdi. Saksını üzerine uzun bir sap ve sağlı sollu birer dal çizip iki, üç yaprak yaptı. Sonra en üste ablasının çeyizi için işlediği dantellere benzeyen bir şey kondurdu. "İşte, çiçek böyle çizilir" dedi. "Ama öğretmenim çiçek …" dediyse de öğretmen sesini biraz yükseltip "çocuğum sen sus bakayım, dilin bir karış, ben izin vermeden de bir daha konuşma !!!"
Yıllar geçti, Fatma Gül büyüdü ilköğretimin ilk beş yılı bitmişti. O gün altıncı sınıfa başlıyordu. Ne tesadüf ki ilk ders yine resimdi. Öğretmen içeri girdi, "günaydın !" dedikten sonra "defterlerinizi açın, bu gün serbest konulu resim yapacağız, hadi çizmeye başlayın" dedi. Bir süre geçti öğretmen resimleri kontrole başladı. Fatma Gülün yanına geldiğinde öğretmen, onun defterine hiçbir şey çizmediğini görünce "neden çizmedin kızım, kalemin mi yok ?" diye sordu. "Hayır öğretmenim hepsi var ama siz bana ne çizeceğimi söylemediniz" dedi. "Dedim ya kızım, serbest çizin diye. İster bayram yapan çocukları, ister okulumuzu, ister çiçekleri…" dediği anda "tamam" dedi Fatma Gül "onu biliyorum"
Fatma Gül hemen kağıdın üstüne eğildi ve en alta üçgen bir saksı çizdi. Saksının üzerine uzun bir sap ve sağlı sollu birer dal çizip iki, üç yaprak yaptı. Sonra en üste dantellere benzeyen bir şey kondurdu…
Sınıf içi davranışlarla ilgili bir konferansta son sözlerimi bu öyküyle tamamlayıp yerime geçerken bir öğrencinin elindeki mendiliyle gözlerini sildiğini gördüm. Yanına yaklaşıp saçını okşadım, "ne oldu kızım, neden bu göz yaşı, adın ne bakayım senin ?" "Ben, Ayşegül, Ayşegül !!! ". Sessiz göz yaşları elimi daha fazla ıslatıyordu…
YORUMLAR
işte bu...
eğitim sistemimizin hali pürmelali...
:(
iyi ki zayıf not almaya razı olmuşum paçamı nasıl kurtardığımı hala düşünüyorum. oğlumu da az hasarla kurtarabilirsem tamamdır.
sallabaş eğitim sistemi kısaca SES
bir başka nümunesi yok üstelik yeryüzünde tekiz birinciyiz. rezalet.
kaleme aldığınız için tebrik ve teşekkürler...