- 842 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KAHVE BAHANE
Burası dostlar kahvesi
Hani derler ya;
Kahve bahanesi.
Başladı mı batak, tavla,
Sus diyemezsin Haydar’a.
Karşısına almış Veysel’i,
Kimi çok usta der, kimi acemi.
Tavla masası, televizyon başında,
Haydar kırk beş, Veysel elli yaşında.
Gönderme yapıyorlardı,
Irak’taki savaşa.
Anlatmaya başladı ya Haydar,
Eller, kollar hareketli,
Sanki yeri dar.
Genişlettik halkayı,
Olmamak için manidar…
Atılan zar, dört cihar,
Alınacaktı kapılar.
Veysel zarı henüz atmadan,
Haydar duramazdı anlatmadan…
Kırk beş kişilik otobüste
Yetmiş can taşınıyor.
Bir kaçış var batıya,
Terminaller, insan kaynıyor.
Merak ettim,
Yolculuk nedendir diye.
Bir yolcu anlattı,
A’ dan Z’ ye…
Anons yapılmış mikrofondan,
Yolcular yerlerine.
Önce sağ yap sol yap demiş, yardımcı kaptan.
Hareket edilmiş hayırlısı ile…
Yirmi yaşını geçikmiş otobüs,
Koyulmuş yola,
Yedi ton insanla.
Virajlara girdikçe de yatarmış,
Bir sağa, bir sola.
Geride top sesleri,
Cruise, tomhawk, scut füzeleri,
Patriotla karşı karşıya El Hüseyin.
Gökyüzünden ışıklı oklar,
Düştüğü yerde kadın - çocuklar.
Yer de panik, çığlıklar, çığlıklar…
Pırıl pırıl üstü komşu ülkenin,
Haddi hesabı yokmuş ölenlerin.
Duman,yanan petrolün,
Tozlar,yıkılan evlerin.
Balıklar tutsak olmuş ölüme,
Karabataklar petrol karası.
Yüz kilometre yokmuş
Güney illerimizle arası…
Hatta geçenlerde bir şehrimize,
On beş bin gaz maskesi dağıtılmış,
Beş bini bozuk olmak üzere.
Ve erken uyarıda “tavuk” kullanmışlar
Çağ atlayan ülkede …
Otobüste bir duman,
Benzermiş kara trene.
Yetmiş yolcu ayağa kalkarmış
Basıldıkça frene…
Otobüs durdurulmuş,
İlerde bir yerde.
Kimlik kontrolü yapılacakmış, her halde.
On dokuz numaralı koltukta,
Oturan Elif nine,
Titrek ve ürkek bir sesle,
“Nüfus cüzdanı çıkaramamıştık ta” diyebilmiş,
Kucağında ki velede.
İmdat istercesine…
Kaptan sakinleştirmiş,
Çocuğa sormazlar diye.
Kimlikler sorulmuş, vukuat yokmuş,
Otobüs yine yola koyulmuş.
On numarada Hasan onbaşı,
Kore Gazisi.
Öyle uzun hava çeker ki;
Yanıktır sesi.
Kışın hep köyündeydi,
Yazınsa iş bulduğu yerde.
Ne kahramanlıklar yapmış,
Tanımadığı Kore’de…
On bir numaradaki Hüseyin,
Lise bitiren tek genciydi köyün.
Yirmisinde askerdi,
Döndüğünde işe girdi,
Asgari ücretli…
Okurken yakalanmış,
Bir sendika dergisini,
Kimseye zararı yokmuş ama,
İşten atılmış…
Yanındaki koridorda,
On yaşında bir çocuk uyumakta.
“Hey! Ali, uyan” dedi şakadan,
Bak F 16 lar uçuyor yukarıdan.
Leoparlar ayırmazlar,
Asker ile sivili,
Gül atılmaz unutma, en insancıl namludan…
General Kara Kafa’nın aklında,
Petrolün karasından da kara,
Karanlık şeyler geçiyor
Irak’lı zorlukla büyütmüş,
O acımadan biçiyor.
Ali ufaladı gözlerini.
Şöyle bir baktı, uzun uzun esnedi.
Anlar gibi yapıp, söylenenleri,
Tekrar uzandı.
Hüseyin gülümsedi Ali’ye,
Şanslı çocuk dedi .
Öyle ya şu an Necef’te de olabilirdi,
Ateşlerin içinde.
Oniki numarada çolak Rıza,
Gözlerini dikmişti yola,
Zeynep kadını düşünüyordu.
Beni de alın demişti yanınıza.
Alacaktı ya,
Dokuzuncu çocuğu çok hasta.
Adı Namık’tı,
Henüz üç yaşında ve kızamıktı.
Babası yanında yoktu.
Katılmışta bir örgüte,
Aranıyor muymuş ne.
Karşı köydeki Ömer’ i
Güreşlerde hep yenermiş.
Korucu olunca Ömer,
Kıskançlıktan jurnallemiş.
Namık’ın babasına,
Örgüt damgası vurulmuş.
O’ da tek çareyi,
Dağa çıkmakta bulmuş.
Zeynep kadına göre…
Rıza bunları düşünürken,
Bir yandan da Hüseyin’ in elindeki gazeteye,
Bakıyordu yan gözüyle.
Okumayı asker ocağında öğrenmişti.
Çokta iyi etmişti.
Hüseyin’e dönüp;
Havadisler nasılmış, yeğenim dedi.
Hüseyin gazeteden, bir fotoğraf gösterdi.
Bak dedi Rıza amca;
Bu Amerikalı bir pilotmuş,
Bir tuhafta adı var,
Dayaktan gözü morarmış.
Irakta çocuklar öldürülürken,
Gıkı çıkmayan Batı’nın
Vicdanları sızlamış.
Ve Filistin’ linin kırılan kolunda,
Katılaşırken yürekleri,
Şimdi petrol var ya ufukta,
Nasıl da yumuşamış, nasıl da yumuşamış…
Hey gidi para;
Sen nelere kadirsin.
Çıkar var ya ucunda şimdi,
İki tarafta insancıl kesildi.
Haksız savaşın neferlerine de,
Ölünce cennet vaadi…
Rıza irkilmişti ani frenle,
Kaptan çarpmak istememişti küçük köpeğe.
Bağdat’ta olsa idi bu köpek,
Otobüs çarpmasa bile,
Belki bir şarapnelle, ya da paletlerle ezilecek.
Neyse ki kurtulmuştu,
Otobüse çarpmadan
Ancak herkes uyanmıştı,
Yarım yamalak uykusundan.
Hay Allah dedi kaptan.
Bir sigara yaktı,
Sonra saate baktı
Gecenin on biriydi.
Diyarbakır’da oturuyordu ama
Aslen Hakkari’ liydi.
Kaptanlığına kimse laf edemezdi,
Koyu Fenerbahçeliydi.
Adeta şeytana tapardı,
Şeytan dedikse Rıdvan.
Çalım atışına,plaselerine bayılıyordu
Ama sakatlanmıştı son maçta.
Uzun süre görülmeyecekti yeşil sahada.
Yolcuları bırakıp geri dönecekti,
Bu kez, füzelerin maçını seyredecekti.
Kanlı ve dehşet vericiydi bu maç,
Arkadan bağırdılar;
Kaptan radyoyu aç, radyoyu aç!..
Naklen anlatılıyordu savaş.
Kan, duman, kadın, çocuktu ölenler.
Spiker de bir heyecan, bir heyecan,
Reytingler yükseliyordu, kaybolsa da can.
Sonra ülkemizden ekonomi haberleri,
Komşuda pişer bize de düşer besbelli…
Yükselirken altın, düşen hisseler,
Banka kasaları boş,
Fırsatçılar için hava hoştu.
Oteller sinek avlıyor,
Stokçular cirit atıyordu.
Grevler yasaklanmışken savaş yüzünden
Ücretler tırpanlanıyordu.
Savaş borsasın da bir hesap;
AB Yolu açılacak,
Bir koyup, beş alınacaktı…
Korkmaya gerek yoktu,
İnip çıkan borsadan.
Pay alınmalıydı, talan sofrasından.
Yardımcı Kaptanın sesi duyuldu mikrofondan;
Sayın yolcular!
Yarım saatlik ihtiyaç ve yemek molası.
Dışarıda kar fırtınası,
Aslında savaşlar olmasa,
Hepsi razı idi, dışarıdaki soğuğa…
Fatma teyze halen horlamakta.
Kucağında Nergis beş yaşında.
Kendisinin çocuğu olmamıştı,
Kocası üstüne kuma almıştı.
Kuma kaçınca dayaktan,
Nergis başına kalmıştı…
Şaşkın şaşkın bakınırken etrafa,
Yiyecek çıkınını çözüyordu Mustafa
Hüseyin hala gazete okuyor,
Otobüs havasız ve berbat kokuyordu…
En öndeki göbekli,
Adı Mahmut, lakabı Maho Ağa.
Çiğ köfteyi çok severdi.
Şimdi bir kuzu çevirme olacaktı,
Yanında bol issotlu salata,
Üzerine şalgam suyu,
Aslan sütünü de içerdi.
Kahyası Hasan’a dönüp,
Çantasını istedi.
Üç karısı, dört traktörü,
Kırk bin dönüm tarlası.
Bir de binek arabası varmış.
Şimdi şehre gidiyor ya,
Daha lüksünü alacakmış.
Limuzin, mimuzin gibi bir şey…
Söylentiye bakılırsa,
Yabancı ülke bankalarında,
Yüklüce parası varmış.
Devletin birçok ileri geleni
Kendisini sayarmış.
Geçenlerde oturmuşlar pazarlığa,
Satın alacakmış
Birkaç şirket ile beş on fabrika…
“Atma” dedi Veysel Haydar’a;
Haydar’ ın yanakları kızardı.
“Ne atması be,”
“Bana anlatılanları söylüyorum.”
Biliyorum dedi Veysel;
Bak bütün kapılar kapalı.
Ver bakalım bana şu zarı,
Haydar anlamıştı zar atamayacağını…
Kaldığı yerden devamla,
Başladı Maho Ağa’yı anlatmaya.
Çantası elinde otobüsten iniyordu,
Bu memlekette özel sektöre,
Gereken değer verilmeli,
Bütün devlet malları özelleştirilmeli diyordu.
Demokrasinin gereği imiş,
Herkes kuzu kuzu dinlemişti.
Burnu benli Hatice teyze ile,
Hüseyin ve Çolak Rıza dışında.
Saat 23.30 du,
Mola yeri dolmuştu.
Herkes televizyon izliyordu.
TRT de CNN,
CNN de bir spiker,
“R” Harfini yutarak tercüme eden.
Heyecanla anlatıyordu;
Bağdat yanıyor,
Basra, Necef, bombalanıyordu.
Gökyüzünde takla atan uçaklar,
Yıldızlar sanki yere yağıyordu…
Savaşa dört saatlik mesafede,
İnsanlar medyanın etkisinde,
Kimilerinin aklı petrolde,
Kimisi daha çok kar peşinde,
Sanki üzülen yok gibiydi ölenlere…
Tv başında Maho ağa,
Bizde katılmalıyız diyordu savaşa.
Bire beş değil, yirmi kazanırız,
Çözüm buluruz, işsizler ordusuna…
Burnu benli Hatice teyze,
Kızmıştı bu sözlerine.
Bak dedi Maho ağa,
Bu insanlar barıştan yana,
Yiğitsen gidip, kendin savaşsana…
Sus dedi Hasan onbaşı kulağına.
Darılır sonra koskoca ağa.
Kıskıs gülüyorlardı,
Hüseyin’le Çolak Rıza.
Ağa kaskatı kesildi.
Böyle tepkilere alışık değildi.
O ne söylese herkes dinlerdi.
Köyde birer kuzu,otobüste asilerdi…
Biz dedi Hatice teyze,
Seve seve ölürüz gerekirse.
Petrol diyorlar, çıkar diyorlar,
Kimileri de çok kâr diyorlar,
Üzüntüm benim bebelere…
Yakılan, yıkılan evlere üzülüyorum.
Denizde zehirlenen balıklara,
Petrole bulanmış karabataklara,
Ve en çok ta analara…
Üzülüyorum elbet,
Yaşamı bu kadar önemsiz olmamalı,
Bu kadar ucuz olmamalı memleket…
Anons yapılıyordu,
İzmir yolcuları yerlerine!
Hava soğuk,
Gök yüzü kara,
Kara Kafanın zifiri karanlığı sanki…
Fakat top sesleri duyulmuyordu artık.
Komşu ülkeye uzaktık.
Hüseyin’e sordu Çolak Rıza
Savaşlar olmasa,
Kardeş kardeş yaşansa,
Herkese yetmez miydi?
Şu koca dünya…
Veysel düşeş attı
Haydarın pulları, yine altı kapıda
Yetmesine yeter de dünya,
Şu petrol illeti var ya, şu çıkar,
Bak Saddam kargasını da besledi batılılar.
Oymaya kalkışınca gözlerini,
Hepsi başına üşüştü…
Verdikleri silahlar çevrilince kendilerine,
Bahane oldu Diktatör Saddam,
Yeni füzelerinin denemelerine…
Ölenler Araplardı nasılsa.
Savaştan, zarar gelmezdi batılıların üstün(!) ırkına.
Kim düşünür dü, kara kafanın askerlerini,
Rambo filmleriyle robotlaştırılmıştı her biri.
Bazen de Marvin gibileri;
Benim işim ne diyebiliyordu savaşta.
Joe’nin tek derdi ise para,
Maaşını yükseltmişler di, bin yüz on dolara…
Bu canlar, insan canı,
Çıkar kurbanı,
Para diye sürdükleri pazara…
Sonra, hatırlasana dedi,
Çolak Rıza’ya.
Ne ağıtlar yakılmıştı, Hiroşima’ya.
Daha dün Halepçe’de, çocuklar,
Batıdan gelen, kimyasallarla zehirlendi.
Çocuklar ki, kimi sokakta oynamakta,
Kimisi kundakta iken,
Sorgusuzca ölüme hapsedildiler…
Ne batılı demokratlardan hık,
Ne doğulu barışçılardan gık
Ne de insan hakları vs.den tık…
Gökyüzünde uçuşan o yıldızlar,
Yine çocukları öldürmekte şu an.
Bütün bunlar niye,
Belki; talan sofrasından kapılmak istenen petrole.
İnsan ömrüdür,
Savaş kumarında,
Masaya yatırılan.
Hani insanlık, hani vicdan…
Hani gözleri kördü Halepçe’ de,
Nasıl da açıldı, petrolleri gidince.
Gün gelecek belki silahlar da susacak
Öldürülen çocuklar?
Nasıl canlanacak, nasıl canlanacak…
Daha dün kahkaha atarken biri,
Ayağına düşmüş top şarapneli.
Altı yaşındaymış henüz,
Kalan ömrü koltuk değnekli…
Haklısın dedi Çolak Rıza.
Bir hırka örttü,
Koridordaki uyuyan kıza.
Bu gün yıkarlar öldüresiye,
Yarın imar tadilat diye,
Girerler fesat karışmış ihaleye.
Yine yıkanlar kazanır,
Bire beş bekleyenler, havayı alır…
Biz terk ettik ama her şeyimizi,
Neler bekler büyük şehir de
Geleceğimizi…
Böyle sürüp gitmiş otobüste
Karşılıklı konuşmalar,
Öyle bir zar attı ki,
Marsı kesti Haydar.
Ancak oyun gidiyor.
Nerde kaldı şu çaylar.
Şu sohbette olmasa
Nasıl geçerdi haftalar…
Mektepler tatil dedi Veysel,
Zarı salladı gelen dörtcihar.
Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma
Haftanın günleriyle, toplandı pullar…
Belki dedi Haydar;
Sen bu maçı kazandın,
Savaşın faturası çıkınca,
Ben de yandım, sen de yandın…
Bir tavla maçı daha bitti,
Dost kahvesinde.
Arzulanan sohbetti,
Kahve bahane…
CEMAL EROĞLU