ESKİCİ
ESKİCİ
Dolu bir kalabalığın boş uğrakları, gezinen sigara ve nargile dumanları dönüp dolaşıp iki kişinin küçük limanına sığındı. Sığ kalabalıkların gürültülü boşluklarından sıyrılan sanat müziği İstanbul’u överken, bugünki İstanbulsuzluk’ta birbirlerini duymak için iyice birbirlerine sokuldukları küçük limanlarından şöyle bağırdılar; aslında konuşabilmek için :
E – Hani Ortaköy’de sahilde eski kitaplar satan sahafa benzer yerler var biliyor musun?
A – Evet !
E – Ha işte, ordan bir İngilizce kitap aldım.
A – Ama sen İngilizce bilmezsin ki?
E – Olsun, bakarsın bir gün öğrenirim. Hem kapağı çok güzel, üstünde mistik, esrarengiz şekiller var. İlgimi çekti aldım.
A – Kitapların sahibi yoktur ve kitaplar okunduktan sonra el değiştirmeli diyenlerin; özellikle yabancı turistlerin sağda solda bıraktıkları ya da unuttukları kitapların para karşılığında satıldığı bir yer orası. Orası bana hep esir pazarlarını anımsatır.
E – Ne alaka ?
A – Şöyle akalandırayım senin için.Eskiden ticarete, geziye ya da başka niyete yolculuk edenler, bir şekilde yakalanıp bu pazarlara getirilirmiş ve en çok parayı verene satılırmış. Bu kiaplar da böyle olmalı; Esir. Bu şekilde ele geçirilmişler ve şu an orda en çok değeri ya da nakti verene diyelim satılmayı bekliyorlar. Okunan her kitap okuyucusunun hisselerini yüklenir, ondan bir parça olur. Çünkü o da okuyanına kendinden bir parça vermiştir. Okuyan nasırlı eller, zarif eller, kısa parmaklılar, uzun parmaklılar, gözlüklüler, zayıflar, şişmanlar, enteller, ilgisizler, meraklılar, oburlar, museviler, hindular, müslümanlar, hristiyanlar, ataistler, hiçler; aslında bu yönleriyle hep kitaplardadırlar.
Yani bu yönden bakarsan esir edilen kitabın şahsında o kişilerin de bir parçasıdır ve üç beş kuruşa günün cirosu olmayı orda öyle mahsun, zavallı, esir halde bekliyorlar. Düşünsene ne kadar korkunç bir durum. Sen aynı şekilde olsan ne yapardın?
E – Ya nerden nereye getirdin ? Valla bravo sana.
A – Asıl bravoyu sana püskürtmek istiyorum iznin olmadan. Bakayım şu kitaba nasıl bir esirmiş.
E – Yanımda değil, eve bıraktım.
A – Nee, eve mi bıraktın ?!
E - Evet, ne olacak ki ?
A – Şimdi Allah bilir nereye koymuşsundur. Küçük kardeşin alıp her tarafını çizmiştir, ya da annen kanepenin kırılan ayağının yerine koymuştur. Sen de eve gidip kanepenin, pardon esirin üzerine sere serpe uzanırsın bir de !
G – Abi çay, elma ne veriim?
A – Bir şey almasak be kardeşim bi seferde, Allah, Allah iç iç işkembe patlayacak. Hem görüyorsun burda ciddi bir mevzunun göbeğindeyiz. Adam bir destur der !
G – Desturrr! Çay, elma...?
A – Kaybol kardeşim kaybol !
G – Nereye gidiiim abi, işimiz bu!
A – Kardeşim işin bu da zırt pırt da getirme, biz canımız isteyince seni çağırırız.
G – Abi iyi diyorsun da. patron ha bire çalışın, dolaşın, koşun diyor. Ne yapcan ekmek parası. Sen içmesen o içmese, ben nasıl öderim borcumu.?
A – Ne borcu? Ne diyorsun, ne anlatıyorsun. Çay içmiyoruzzz!
G – Tamam içme güzel abim, bir de bağır üstümüze zaten felek vurmuş bir de sen vur.
A – Yav bir çayla ne alakası var bunların?
G – Olmaz mı abi.Bak şu arkası dönük geviş getire getire gülen öküz bozması adamı görüyor musun ?
A – Evet, ne olmuş ?
G – Olacağı şu, o adam buranın sahibi, benim de patronum. Memleketten çıkıp geldik buralara iş yok, güç yok. Cebimizde üç lira para var, bir gün aç, bir gün tokuz. Ne iş olsa yaparım diye dolanırken, bu kapıya geldik, başladık. Kalcak yerimiz,” alın size kalacak yer” dedi. Paramız yok dedik, maaş bir se üç verdi. Başladık çalışmaya, sabah altı, gece on iki, oturmak yok, dinlenmek yok, çalış babam çalış. Gün geldi, yeter dedik. Gün dedimse dört yıl oldu.
E – Eee, git.
G – Gidemezsin diyor, bu kadar borcun var ; yatak parası, yemek parası, avans borcu. Ne olacak, diyorum, çalışıp ödeyeceksin diyor. Yemeyecem, içmeyecem, yatmayacam, çalışıp borcumu ödeyecem. Anlayacağın esirim abi burda!
Özgürlüğümüzün, memleketimizin kadrini bilemedik be abi. Şimdi ya bu borcu çalışıp ödeyecem, ya da daha iyi bir yatak, daha iyi bir yemek, daha iyi bir maaş veren bir patronun beni satın almasını bekleyecem. Çay içiyor musun şimdi abi?
Küçük limanın sahipleri duraksadılar. İncelip incelip, dolandırıp dolandırıp, özgürlükler icat eden ellerinin, kollarının boşaldığını hissettiler. Bir gün İngilizce’ yi öğrenmeyi uman boş boş bakakaldı. Sonra ikisi birden;
E – A –Hadi kalkalım !
Ufuk ATAMAN
YORUMLAR
Hele de o altı çizili olan satırlar yok mudur? Bizden önceki sahibinden kalan izler. Görünen izler, altında ona düşündürdükleri. Bıraktığı izle beni de düşüncelere sevk ederler.
Bu öykü de düşündürdü beni. Düşünmeye devam etmek için aldım çıktısını.
Kutluyorum yüreğinizi, kaleminizi.
saygımla.
bilirim,çok iyi bir gözlem sonucu bu güzel öykü ortaya çıkmıştır.yıllar önce öyle bir kitap geçti elime çok eskiydi
okudum ve tam orta sayfasında bir mektuba rasladım
çok özeldi ,sevgiliye yazılmış ve kitapta unutulmuş duruyordu,üzüldüm sahibini bilsem geri iade ederdim,ama sahibi gibi sakladım..
hakikaten bizden bir parça onlar kokumuzun sindiği ve bizleri başka alemlere götüren kitaplar..
yüreğine kalemine sağlık arkadaşım..çok hoş ve anlamlı bir öykü
sevgiler..