- 1099 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOLGUN FOTOĞRAFLAR
Fotoğraflara bakarız arada bir misafir geldiğinde.Daha doğrusu misafirden gelir teklif.Bir gün müşterek dostluğumuzu perçinlemek ister gibi , duruvermişiz ob-
jektifin karşısında.Saç baş bir tarafta.Fotoğraf çekilecek diye haber verildiğinde,
genel olarak herkes şöyle bir çeki düzen verir kendisine.Bazen çekim habersiz
olur. İşte o zaman yandığımızın resmidir.Eski resimlere baktığımızda, bu tür anları yakalayan muzip arkadaşlara ya güler geçeriz ya da, bir anda kendimizi yanık
minarelerin insanın içini ürperten karanlığında buluruz.Fotoğraf karesinde beni Fahrettin, Panyatof Sami ve Adnan ile buluşturan nedeni düşünüyorum elimdeki
kırk yıl önce çekilmiş resme bakarken.Sami rahmetli olduk tan sonra
ona soramamak,ne kadar korkunç değil mi? Aradan bir birkaç yıl geçince o resme bakanlar benim için, Fahrettin için, belki de Adnan için söyleyecekler o lafı. Belki
de hiç bir aile toplantısında tanıdıklar kalmadığından, o resme hiç bakılmayacak ya da, insan bakarken görmez ya bazen, bakar gibi şöyle bir gözden geçirilecek. Ama sağ olduğumuz sürece o resimlerin anlamları çok büyük bizim için. Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan Askerleri’-nce yakılan cami , o istilayı noter tasdiki gibi gözlerimi- zin önüne seriyor.Biz de belki zamanla bu noter belgesi tamamen yok olur düşüncesiyle, yanık cami duvarları üzerine dizilip poz vermişiz .O fotoğrafı çektirdiğimiz gün , ne diye oralara gittiğimizin hiç önemi yok artık.O an dersi kırıp, oralarda vakit öldürmüşüz ama, yine de çok anlamlı bir şey yakalamışız farkında olmadan.Hep öyle olmaz mı zaten. Bir gün bakarız olanlar olmuştur.Aradan geçen yıllardan sonra, göz altlarında torbalar oluşmuştur. Boyun bölgesinde , daha doğrusu gıdıkta sarkmalar,saçlara düşen aklar ilk belirtileri bir bakıma yaşlı bir insan olmanın ama , kabul etmeyiz yine yıllar sonra fotoğraflara hep birlikte bakarken yaşlandığımızı. Hava durumunu bahane eder,resmi çekerken yüzümüze ışığın tam yansıtılamadığı gibi üfürükten sebeplere bağlarız yaşlılığımızı.Bazen gurup olarak çekilmiş fotoğrafa bakıp ta:
-Beni güzel çekememişler,diyenler çıktığında bizim odacı rahmetli Hafız gibi biri çıkar da:
-Kızım neysen o çıkar resimde,diyebilir.
Fotojenik der kimisi. Şimdi de prezentabıl diyorlar her halde iyi resim verenlere. Bizim Ramazan tanınmış bir sinema sanatçısıyla karşılaşmış Beyoğlu’nda gezerken.
Bir anlatışı var ki bağıra bağıra her zaman olduğu gibi:
-Anneeee!Korkunç yengeeee! diye.
Oysa o sinema sanatçısını gören herkes ona ilk gördüğü anda aşık olur namussuzum. Demek ki o sanatçımız iyi resim verebiliyor.Televizyonda magazin proğramı sey- rederken çok karşılaşmışımdır.
-Gerçekten kilo almadım.Bu kameralar insanı oldu- ğundan daha bir şişman gösteriyor,diyenlere.
Bizim Hafız rahmetli olduğundan kimse de kalmamıştır bu tür sözlere takoz koyacak.İşe yeni başladığım zaman
Ya da teftişimizi bitirdiğimizde toplanıp dikilivermişiz.
şubede Fekahat ablanın etrafında. Şimdi baktığımda ,bir yandan rahmetli olanlara üzülürken,Hafız’ın sözleri de dudak kenarında küçücük bir tebessüm bıraktırıyor elde
olmadan.Bir de yollarını kimse beğenmese de, doğallığı koruma pahasına çekilen eziyetler.Yedigöller gezisinde arabanın egzosunu bırakıp ta geldik Ahmet’lerle birlik-
te gittiğimizde.
-Değdi mi ? derseniz.
-Hayır,diyeceğim ben de.
Orada gördük dünyanın her yerinden turistleri. Çadır kuran Japon turistler çoğunluktaydı.Bir görevli yolunun daha güzel olması durumunda, Yedigöllerin daha fazla yükü kaldıramayacağını, burasının çöplük haline gele- ceğini söyledi bilimsel bir eda ile.Aklıma Sultanahmet Parkı’ndaki“Çimlere basmayınız”veya“Çiçekleri kopar- mayınız.” şeklindeki uyarıcı yazılara rağmen, turislerin çimlerin üzerinde yatmalarına bozuk atan bir taksiciye hemen oradaki yaşlı bir adam:
-Oğlum görmüyormusun yazıyı.Türkçe yazmışlar. O yasak bize. Turist Türkçe okumasını bilmiyor, diye alaylı bir tavırla noktayı koymuştu taksi şoförünün söz- lerine.Yedigöllerin yolunun niçin düzgün yapılmadığını
anlamış olduk görevlinin uyarısıyla.İnsanın aklına ister istemez inşaatların uygun yerlerinde ”Baretini giy.”ve “Emniyet kemerini tak.” gibi uyarıcı yazılar gelmekte. Bizim kontrolle görevlendirilmiş elemanlarımız inşaata geldiğinde, salt bu levhalara bakıp dönüyor. Müteahhit inşaatını kontrol etmeye gelen mühendisi kendi arabası
ile getirip öğle yemeğini de birlikte yediler mi her şey tamam oluyor.Bir karikatür dergisinde görmüştüm.Elini prese kaptıran işçisine:
-Gel öpeyim de geçsin, diyen bir patronu karikatürüze etmişler.Gülsek mi,ağlasak mı?Ama baktığımızda uygulamaların hep birbirine benzediğini görmüyormu-yuz.Sen yaptır güzel bir şekilde yolunu, kontrolünü de tam olarak yaptırırsın. Sonra da “Yol iyi olursa gelen çok olur.Bu yükü kaldırmaz burası.” gibi bir mazeretin altına sığınmak zorunda kalmazsın.
Fotoğraflara bakarken Sivas’taki bizim müdür yardımcısı Hamza’yı görünce geldi aklıma.Hizmet binası ile lojmanlardaki bakım onarım işleri esnasında ustaları uyarmış garibim.Vay senmisin karışan ustaların işine.Dövecek gibi üzerine saldırmış müteahhidin adamları. Ben de boşu boşuna bunlar bu gücü nereden alıyorlar diye düşünmüştüm.Meğer güç bölge inşaat müdürlüğü- nün bir yemek parası, ya da bir yol parasına tenezzül edip, görevini tam layıkıyla yapmayan yetkililerinden alınıyormuş. Ben de bölge müdürüne durumu iletince bölge inşaat müdürü ile yardımcısı başka bölgelere ta- yin edilmişlerdi.Ne değişti sonuç olarak.Hiç bir şey.Bu sefer de orada görevli mühendisler işin doğru yapılıp yapılmadığına bakmadan, salt müteahhide yapılacak
ödemeler için hakediş belgesi düzenlemek üzere elleri- ne aldıkları aletlerle ölçme işlemine başlamıyorlarmıy- dı.Her gün geçtiğimiz yollarda,o meşhur ölçme aletleri- ni görmüyormuyuz.Hangi yetkili yol seviyesinden yük- sek veya alçak yapıldığını kontrol ediyor lagor kapağı -nın.Ya da arabanla yaya kaldırımına yanaştığında sağ taraftan inecek birisinin kapıyı açtığı an yaya kaldırımı- na kapının çarpmasına ne demeliyiz. Niçin kaldırımları yüksek yaptıklarını belediye çavuşuna sorduğumuzda :
-Alçak olduğu zaman herkes arabalarını park edi- yor, mazeretine ne diyeceksiniz.
Böyle mazeretleri çoğaltınca insan bayılır be.Bu yüz -den daha fazla mazeret üretmeden, daha güzel şeyleri anımsayabileceğimiz fotoğraflara bakalım bir de.
-Mengen’le Eskipazar arasında,ormanın ta içlerine doğru ilerlediğimizde,bozuk yol nedeyle renault spring marka arabama çok acıdığım bir pazar günüydü. Orman
dinlenme evi ilk önce görünüyordu bayırdan göle doğru uzanan patika yolunda ilerlediğimizde.Sonra mavi-yeşil karışımı göl sularına yansıyan, sararmış çalı yaprakları.
Bir tablo sanki karşımızda duran.Gölün çevresi Ankara ve İstanbul plakalı Mercedes otomobillerle dolu. Çadırlarını kurmuş,oltalarını atmışlar.Gölde alabalık, aynalı
sazan, kambur sazan denilen balıklar var bol miktarda.Hele gölün üst başında , bol sularıyla gölü besleyen bir çeşme var ki buz gibi suları. Piknikçilerin bulaşıklarını
yıkamaları nedeniyle göl sularına karışan yiyecek artık- ları, balıkların en büyük besin kaynağı olmalı.Makaralı oltalarıyla göl kenarına dağılan piknikçiler hiç bir balık tutamazken, çeşme sularının göl sularına karıştığı yerde bir kadın , kocaman bir sopaya bağladığı bir misine ile iğneden ibaret basit oltasıyla bir kova balık tutmuştu .
-Teyze,dedim kadına.Bu nasıl iş.Bize de öğretirmisin bu işin sırrını?Bizim yemleri alıp gidiyor balıklar.
- Siz yem yapmayı beceremiyorsunuz ki,dedi kadın.Su soğuk.Balıklar çok hızlı. Alabalığı tutmak o kadar kolay mı sanıyorsunuz? Al şuradan biraz yem, bir dene
bakalım.Bak nasıl tutacaksınız.Evde biraz pasta hamuru hazırlayacaksın. Vanilyalı. Yoğururken hamurun içersine biraz pamuk katacaksın ki balık alamasın yemi.Ben bir
yemle bir kaç tane balık tutuyorum bazen.
Yaşlı kadının bize verdiği yemle birkaç balık tutabildik sonunda.O sırada sürüsünü çeşmeye sulamaya getiren bir çobana :
-Amca ne olursun. Kuzulardan birini tutuver bana seveyim,dedi kızım Özlem.
Çoban kısa bir koşturmacadan sonra kuzulardan birini yakalayıp kucağına verdi Özlem’in.Kızım Özgül’de hemen ölümsüzleştirdi bu anı.Gerede de kaldığım üç yılda
çok defa oraya pikniğe gittiğim halde, bu kadar güzel bir yer olduğunu o fotoğrafa bakarken anlayabildim.
-Oradaki manzara sıfır kalır benim göstereceğim yerin yanında, derdi sürekli Salim. Seni maveraünnehir dediğimiz bir yere götüreceğim. Bayılırsın azizim.Günlerce oradan ayrılmak istemezsin.Ne zamandır gitmiyo-rum.Hanımla aram açık Beyaz İsmail yüzünden. Beyaz İsmail’i tanıyorsun değil mi müdürüm.Dünya tatlısı bir
çocuktur.Merttir.Arkadaşlık yapılır yani.Birlikte Dertliye gittik kafa çekmek için Yeniçağ’a. Fazla kaçırmışız rakıyı.Geç vakit beni evin önünde bırakıyorlar.Hanımın
yatmayıp , beni beklediğini görünce de üzülüyorum bir bakıma.Ben gidip gece ikilere dek içecek kadar eşeklik edeyim hanım uyumayıp beni beklesin cam kenarında.
Salona girince hanımda bir surat somak.Benim eve geç gelmeme haklı olarak tepki gösteriyor diye düşündüm.Aradan bir hafta geçmesine rağmen hanım somurtmaya devam edince dayanamadım sonunda:
-Hanım,dedim.Olayı bu kadar büyütmesen.Bak hiç huzurumuz kalmadı evde.Özür diliyorum geç eve geldiğim için.
-Ben sana geç eve geldiğin için darılmadım ki.Arabanın içindeki o nataşayı görünce darıldım.
-Hanım ne nataşası?
-Geç geldiğin akşam arabanın ön koltuğunda şoföryanında oturuyordu.Ben perde kenarından gördüm.
-Hanım vallahi arabada nataşa falan yoktu.Şoförün yanında oturan bizin bakır ustası Beyaz İsmail’di.
-Hayır!Ben gözüme mi inanayım sana mı?Arabada gördüğüm nataşaydı. Bembeyaz uzun saçları vardı.Benim hanım buralı olmadığı için o güne kadar hiç karşılaşmamış Beyaz İsmail’le.Zaten İsmail’de bembeyaz olduğu için güneşten rahatsız olur.Bu yüzden gün boyu dükkanından dışarı çıkmaz.Deli gibi çalışır akşama ka-dar.Gün battığı an İsmail insan içine çıkar. Çok iyi bir bakır ustasıdır.Can verir adeta yaptığı işçilikle bakıra.
Hanımı inandırmak için,Beyaz İsmail’le tanıştırmazsam aramızın düzeleceği yok.İsmail’e durumu anlatıp:
-İsmail ne olursun kurtar beni! diye yalvarıyorum.Kahkahalarla gülüyor.
-Ulan inek !Demek aldatırsın ha yengemi? Sonra da benden yardım istersin,diyor.
Hanıma telefon ediyorum evde mi diye.
-Beyaz İsmail de yanımda.Geliyoruz,diyorum.Hanım, benim bu işe bir kılıf aradığımı düşünerek:
-Görelim bakalım ,diyor alaylı bir şekilde.Eve geldiğimizde ,Nataşa’ya benzettiği Beyaz İsmail’i gördüğünde ,boynuma sarılıp özür diliyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.