Dudu Dilli, Külhan Beyi...
Zamanın bahrinde yaşamış bir ağanın, bey`in hikâyesini anlatır eskilerimiz...
Sırma boylu, dalyan gibi... Peşrev çeken yalancı pehlivanları andıran düşük omuz yürüyüşüyle, kendisini görenlere " Aman da bre, maaşallah! " dedirten,görünüşte gözü kara bir ağa, bir yiğit, bir kül han beyi...
Devrinin ve ülkesinin en meşhur ülemasından çeşitli ilimleri tahsil ederek; ilmi siyaset ve hitabet derslerinden de icazet alır.
Öyle ki ; zaten yaratılışında kendisine verilen güzel konuşma ve ikna etme kabiliyetinin üzerine inşaa ettiği bilgi ve becerisiyle, her gittiği yerde insanları kendisine hayran bıraktırıp, mestû medhuş ederek, kısa zamanda umulmadık makam ve mevkilere gelir.
Zamanın manâ padişahına gösterdiği bir tazimle aldığı hayır dua hürmetine, türlü nimetler ihsan edilerek köyler, beldeler bağışlanıp , sevki idaresine verilir.
Gel zaman git zaman; namı öyle yayılır ki, rakipleri olan diğer beyler, ağalar hasetlerinden yarım yarım yarılırlar.
Yalnızca satır ilmini okuduğu için, sadr (gönül) ilminden habersiz olan ağa, etrafından gelen övgülerle sarhoş olup, zamanla öyle mağrurlaşır ki, gittikçe yoksullaşan tebasını, halkını unutup, makam mevki sahipleri, beyler, ağalar ve haramzadelerle oturup kalkmaya başlar.
Ateşin; demirin üzerindeki örtüsünü, kirini ,pasını yakıp asıl cevherini ortaya çıkardığı gibi, sarhoşluk da kişinin ayıkken gizlediği aslını ortaya çıkarırmış. Ağanın da dışarıya meziyet, hüner diye sunduğu bozuk tabiatı, çirkin mayası çıkıp görünmeye başlar yavaş, yavaş...
İnsanlar da uyanmaya başlamışlardır ancak, atı alan Üsküdar`ı geçmiştir. Yanından yöresinden, hısım akrabasından hiç kimse kalmamış tır ki ; " Haram helal ver Allah`ım, biz kulların yer Allah`ım! " demeyen...
Günlerden bir gün, kapısındaki Pir`i fani ihtiyar kâhyâsına seslenip der ki;
- Kâhyâ ! Bir haftaya kadar kervanı hazır edin! Yaylaya çıkıyoruz...
- Baş üstüne ağam! diyen kâhyâ hazırlığa başlar.
Bir hafta süren hummalı telaş biter ve kervan yola koyulur. İkinci günün akşamında, yorulan kervan mola vererek yük indirir.
Tam istirahate çekilecekken, etraf bir tabur eli silahlı eşkiya ile çevriliverir birden... Ortalık ana baba günü olur. Feryat figan, koyun kuzuya karışır.
Ağa, hanımları, çoluğu, çocuğu üstünü başını yırtar dua edip, Allah`a yalvarırken... Ama nafile...
Kervan, soyulup soğana çevrilir. Eşkiyalar tam gidecekken, kâhyâ birden eşkiya başına bağırarak;
- Reisim! Nereye gidiyorsunuz ? Siz asıl hazineyi görmediniz !.. Reis;
- Nasıl yani ihtiyar? der.
- Reisim! Anam babam benim! Ben bu kervanın ve ağanın kâhyâ sıyım. Neyin nerede olduğunu ağamdan da iyi bilirim. Asıl cevher , ağamın hanım ve kızlarının boyunlarında, göğüslerinde ve bileklerin dedir. Onları almadan nereye gidiyorsunuz ki siz ?..
Ortalık buz keser. Zaten bitkin ve harap olan ağa, küçük dilini yutmuş, şaşkınlıktan gözleri dışarı fırlamış vaziyette kâhyâya bakar...
Eşkiyalar sevinç ve çığlıklarla hanımların, genç kızların göğüslerini yırtıp açarken, ağa ve adamları öyle içten bir feryat ederler ki;
- Allah`ım ! Yetiş imdadımıza ya Rab`bim ! diye...
O anda gayb aleminden bir manâ ordusu peyda olur ve eşkiyayı etkisiz hale getirip, tekrar gözlerden kaybolur.
Ortalık sakinleşip ağa kendine gelince, kâhyâya şöyle sorar;
- Ey kâhyâm ! Seni babam gibi bilirdim. Kucağında büyüdüm. Bize bunu damı yapacaktın ? Seni öldürmeyeceğim, nereye gidersen git ama sebebini söyle de öyle git. Neden ?..
- Ağam ! Ağırlığımızca altın versen, sahip olduğun konakları, gemileri ve servetinin tamamını bağışlasan yine durmayız biz. Çünkü senin gibi bu dünyanın şöhretinin ve şehvetimizin esiri, köpeği değiliz biz. İşin sırrına gelince... Baktım ki; ahu figanınız değil Arş ı Alâ`ya çıkmak, şu yukarıdaki en yakın bulutlara kadar bile ulaşmıyordu. Çünkü hiç biri yürekten değildi...Yalandı... Bu kervanın hepsi gitse bile, gerideki servetinin yanında, devede bir kıl bile etmezdi. Bunu sen de biliyordun...E... Peki! Ne yapmalıyım da, bu feryatların Arş ı Alâ`ya çıkmasına vesile olmalıyım diye düşündüm ve aklıma bu geldi. Ağamın hanımlarının mahrem tenlerine eşkiya eli değerse ancak, feryatları sahi ve yürekten olur da , makamına ulaşır... İşte , dediğimiz gibi oldu ve ahınız Cenabı Hak`ka ulaştı da , maksadımız hasıl oldu ! der ve oradan ayrılır...
Allah ; cümlemize gönül agâhlığı vere de, böyle günlere erişmeden, daha büyük belalara düçar olmadan kendimize gelip, kalp akçe ile geçer akçeyi, sapla samanı birbirinden ayırıp, başımıza taç ettiklerimizin aslının ve neslinin ne olduklarını bilelim, fehmedelim. Yoksa, Cenabı Hak ne vaadinden, ne de adetinden , haşa dönmeyecektir, halfetmeyecektir. Milli Şairimiz merhum Akif`in buyurduğu gibi;
Kadermiş öyle mi , haşa değil bu söz doğru ,
Belanı istedin, Allah` da verdi, doğrusu bu!..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.