“ DUYGU ’LAR ”
Dı dıtt, dı dıtt, dı dıtt……
Bıktım artık her sabah bu saatin sesiyle uyanmaktan. Sabah güneşinin, sımsıkı kapalı olan perdemden sızan ışığı nasıl oluyor da tam göz bebeğimin ortasına gelmeyi başarıyor anlayamıyorum. Anlayamadığım tek şey bu değil tabi ki hayatta. Mesela neden ve kim için bu kadar çok çalışıyorum bir türlü anlayamıyorum. Bitip tükenmek bilmeyen işler, akşama kadar oradan oraya koşuşturmalar, çeşit çeşit insanlar…
Dı dıtt,dı dıtt,dı dıtt……
Offf!!! Susmaz mı bu saat hiç… Sabah sabah bu kadar gerginlikten sonra kolaysa uyu bakalım. Dün gece kaçta yattım bilmiyorum ama üzerimdekilerle yattığıma göre çok geç yatmış olmalıyım. Bütün gecemi dergi için bir yazı hazırlamakla geçirdim.2007’ye günden güne yaklaşırken kızlarımızın, kadınlarımızın farklı ve mutlu hayatlarını anlatan bir yazı olmalıymış dergide, bu işin altından benden başka kimse kalkamazmış, falanmış filanmış… İşte böyle diyor bizim derginin editörü Kemal Bey. Ama bilmiyor ki ben bir garip Duygu, kendime faydam yok bu konuda, nasıl yazarım bu yazıyı. Yazarlık gerçekten zor iş, bir yazı yazacaksan eğer yazının içine gireceksin, damarlarında hissedeceksin ve yazı bitinceye kadar nefesini içinde tutacaksın.
Canım yataktan kalkmak istemiyor nedense, çalışma masamın üzeri araştırma yapıp topladığım resim ve kâğıtlarla dolu. Ve tabi bir de en iyi yardımcım olan bir fincan soğumuş kahvem var. Akşam kendimi yazıya kaptırınca içmeyi unutmuş olmalıyım büyük ihtimalle.
Zıırrrrr……
Çalar saat yetmedi, bir de telefon başladı. Sanki evdeki bütün cihazlar beni delirtmek için anlaşmış durumdalar. Kim arar ki bu saatte?
—Efendim?
—Günaydın Duygu Hanım, ben Kemal SONER. Yazı nasıl gidiyor diye sormak için aramıştım, umarım çalışmak yerine uyumuyorsunuzdur.
Sabahın altı buçuğunda neden uyuyayım ki, deli miyim ben… Soruya bak şimdi sabah sabah. Sakin ol Duygu… Sakin… Derin nefes al…
—Yok, uyandım Kemal Bey, yazı üzerinde çalışıyordum.
—Çok güzel, çalışın çalışın… Hadi kolay gelsin, engel olmayayım ben size. İyi günler.
—İyi günler. Dııttttt……
Bir de engel olsaydın bari, kadınlar hakkında yazı isteyen adama bak şimdi. Sen ne zaman bir kadını mutlu etmek için uğraştın ki, mutlu kadınların hayatlarını öğrenmek istiyorsun. Hepsi aynı bu erkeklerin. Kadınlar hep çekiyor bu dünyada, hep de çekecekler. Yüzümü yıkarsam belki sakinleşirim. Zor da olsa kalkıyorum yataktan. Bu odadaki eşyaların yerlerini değiştirmeli artık, uzun zamandır aynı duruyorlar. Bu aynadan başlanabilir belki, aynadan… Ayna… Ben…
Ne olmuş bana böyle, elbiselerim, yüzüm, başım… Başımdaki de ne böyle? Kim örttü bunu benim başıma? Simsiyah bir örtü neredeyse bütün başımı kapatmış durumda, yüzüm ise sadece on dört yaşındaki bir kız yüzü gibi. Aynı şey gibi olmuşum, şey gibi… Şey işte… Adını koyamıyorum bir türlü. Evet, evet buldum: Aynı şu akşam resmine uzun uzun baktığım kıza, Güldünya’ya, benzemişim. Hayal mi bu? Yatağıma tekrar dönüp uyumak ve bu rüyadan uyanmak istiyorum.
O da ne??? Kim bu yatakta yatan yaşlı adam? Aklım yavaş yavaş yerine geliyor sanırım. Bu horul horul uyuyan adam beni, yani işte resimdeki kızı,zorla evlendirdikleri kırk sekiz yaşındaki adam olmalı.Sanırım gene duygu çatışmalarından birini yaşıyorum.Köyde zorla evlendirilen o küçük kızın ruhuna bürünmüş durumdayım.Neler hissediyorum peki??? Yani o küçük kız neler hissediyor olabilir?
Midem bulanıyor sadece başka hiçbir duygu hissetmiyorum. Yatakta yatan adam hiç uyanmasın istiyorum. Ağlayan çocuk sesleriyle irkildim birden, bu sesler de bu küçük kızın bu yaşta sahip olduğu çocuklarının sesi olmalı. Bütün kemiklerim ağrıyor. Akşama kadar çalışmak yetmiyormuş gibi bir de üzerine kocamdan yediğim dayakların etkisinden olmalı bu ağrılar. Nefesim daralıyor, midem bulanıyor, bağırarak kaçmak istiyorum.
Tam kaçacakken aynayla tekrar göz göze geliyorum, ohhh çok şükür kendi bedenime dönmüşüm. Ama gene de emin olmak için dönüp yatağıma baktım, evet orda da yatan kimse yok. Derin bir nefes almanın tam zamanıdır sanırım. Bu kadar çok çalışmak yaramıyor bana, hep söylerim. Ne zaman bir yazı üzerinde bu kadar çok çalışsam hep kendimi yazının içerisinde buluyorum böyle.
Törelerin altında ezilmeye çalışılan, hor görülen o köylü kızından sonra kim var peki aynada… Dikkatlice bakıp tanımaya çalışıyorum. Ama çıkaramadım galiba. Gayet modern görünüşlü, yani başkalarının deyişiyle batılı süsü verilmiş, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın. Ne kadar modern dursa da Türk kadını olduğu belli oluyor, nasıl anlatmalıyım bilmiyorum, bir tarafı “Ben Türk kadınıyım.” diye bağırıyor. Yüzünde her ne kadar modern bir ifade olsa da ince hatlarda gelenekçi bir tavır yakalayabiliyorum. Uzun uzun aynadaki aksimi izlerken neler hissettiğimi düşünüyorum. Nedense kendimi hiç mutlu hissetmiyorum. Arka plan değişti birden, İstanbul’un işlek sokaklarından birinde yürüyorum tek başıma. Bakışlar çok fazla rahatsız edici.
Ruhuna büründüğüm kadın gibi modern kişileri sevmeyen bayanların bakışlarından düşündükleri aynen okunuyor zaten. Onların gözünde sadece namusunu önemsemeyen, aile değerlerinden yoksun, Batılı bir kadınsınızdır. Ağzınızla kuş tutsanız bile sizi hiçbir zaman yanlarına ya da içlerine almazlar. Sizin gibi olan bayanlar çok mu iyi sanki, yüzünüze gülen ama arkanızdan konuşan binlerce kopyanız. Erkeklerin bakışını çözmek dahi istemiyorum ve gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Acı çekiyormuşum gibi hissediyorum kendimi ve çok mutsuzum…
Yavaş yavaş göz kapaklarımı araladığımda kendimi mutfağımda buluyorum tekrardan. Bu kadar gerginliğin üzerine kahvaltı nasıl gider bilmiyorum ama midemin bulantısını başka ne bastırabilir ki. Çaydanlığı ocağın üzerine koymak istiyorum ama boyum yetişmiyor nedense, bir terslik var bu işte ama anlayamıyorum. Eyvah düştü çaydanlık yere, offf ya, battı her yer. Ağlamaya başlıyorum birden, nedenini anlayamadan… Sonra birden gözüm mutfak penceresinin camındaki yansımama takılıyor. İşte şimdi bütün parçalar birleşti. Neden korktuğumu, neden ağladığımı anlayabiliyorum artık. Daha ilkokul çağında bir çocuğun kimliğine bürünmüşüm şimdi de.
Annem modern, çalışan bir kadın olduğu için gene yalnız geçirdiğim bir günü yaşıyorum kendi halimde. Kurallar hep aynı, çalışan bir annenin çocuğu olduğum için sorumluluk sahibi, kendi işini kendi yapan, daha bu yaşta kendi ayakları üzerinde durması gereken bir çocuk olmak zorundayım.
Yağ satarım… Bal satarım… Ustam ölmüş, ben satarım…
Ne kadar da güzel oynuyorlar dışarıdaki arkadaşlarım, sesleri buraya kadar geliyor. Ben de gidip katılsam mı acaba oyunlarına… Olmaz Duygu, sen evde kimse yokken evi beklemelisin, derslerini bitirmelisin ve annene yardımcı olmak için biraz ortalığı toplamalısın. Oyun oynamasan da olur Duygu, nasıl olsa sen çalışan annenin erken büyüyen kızısın. Çok mutsuz hissediyorum kendimi, şu küçücük bedenimde duygular oradan oraya uçuşup duruyor bir kuş misali. Ben de büyüyünce annem gibi bir kadın mı olacağım? Benim çocuklarım da böyle benim gibi mutsuz mu olacaklar? Yoksa Ayşe’nin annesi gibi ev hanımı mı olacağım, her akşam kızımın yanında olacağım ama kocamdan gün aşırı bir ton dayak yiyeceğim. Ya da Canan’ın güzel annesi gibi mi olacağım? Hem çalışıp hem kızına zaman ayırabilen güzel annesi gibi… Ama o da kocasından boşanmamış mıydı?
Annemler ne zaman toplansalar mutlaka Canan’ın annesinden laf açılırdı. Pek iyi konuşmazlardı onun hakkında, kocası aldattığı için ayrılmışlar, elinde tutmayı başaramamış, onun kızı başında baba olmadan adam olmazmış, mış mış mış… Aldatmak ne demek? Canan neden adam olamazmış? Zaten neden adam olsun ki o,kız adam olur mu hiç… Neden kimse Canan’ı sevmiyor? Babası annesinin yanında olmadığı için mi? Offf kafam karıştı iyice, ben mutlu değilim, Ayşe mutlu değil, Canan mutlu değil… HİÇKİMSE MUTLU DEĞİL !!!
Vazgeçtim kahvaltı hazırlamaktan kendimi tekrar diğer odaya attım. Aynanın önünden geçerken tekrar normal halime döndüğümü fark ettim. Hazır kendimi bulmuşken bilgisayarın başına oturup yazmaya karar verdim. Hangisinden başlasam acaba yazmaya, şu ezilen küçük anneden mi, yoksa modern kadının hissettiklerinden mi başlamalıyım kadınlarımızı kızlarımızı anlatmaya…
Parmaklarımı klavyenin üzerine koyduğumda garip bir görüntüyle irkildim, tuşların üzerindeki benim ellerim değil de yetmiş yaşındaki bir kadının elleri gibiydi. Anlaşıldı, tekrar başlıyoruz… Bu sefer kim oldum acaba? Beni yazar olmaya iten bu aşırı hayalci dünyam bugün bana yazdırmamak için elinden geleni yapıyor doğrusu. Tanıdım bu parmakları, geçen gün resmini çekmek ve hayatı hakkında bilgi almak için gittiğim komşumuz Fatma teyzenin elleri bunlar. Şimdi de onun ruhuna büründüm sanırım. Dizlerimdeki şiddetli ağrılar da bu yüzden olmalı. Romatizması yüzünden kendi işini yapamaz hale gelen Fatma teyzeyi şimdi daha iyi anlayabiliyorum.
Eşini birkaç yıl önce toprağa teslim eden, hiç arayıp sormayan iki tane hayırsız evladı olan ve torunlarını bile bayramdan bayrama gören yaşlı bir kadın ne hissederse onu hissediyorum şu anda. Kalbim sızlıyor, gözlerimden yaşlar süzülmeye başlıyor ve acı çekiyorum… Evet, işte gene mutsuzum ben, yani Fatma teyze mutsuz… Kim bilir neler gördüm geçirdim yetmiş yaşıma kadar, kim bilir kadın olmanın ne acılarını çektim ama halen çekiyorum. Neden peki? Kaderimiz mi bu bizim? Belki de bütün baskılara rağmen inatla evlenmemekte direnen ve bütün hayatı boyunca erkeklerden uzak duran komşum Latife Hanım gibi olsaydım daha az acı çekerdim.
Ama onun da pek mutlu olduğu söylenemez, gençliğinde hep evde kalmış kız kurusu gözüyle bakıldı, orta yaşlılığında sahipsiz görülerek başına bela olundu, yaşlılığında ise yüzüne bile bakılmadı… Sonuç aynı, o da mutsuz ben de mutsuzum…
İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekâr kadın var diye; hepsi kariyer derdinde, birbirinin aynı kadınlar. Çünkü artık herkese karşı güvenlerini yitirdi o kadınlar. Hayatları boyunca yüreklerine o kadar çok acı saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Şimdi onlar sadece kendileri için yaşıyorlar. Bir parça mutluluğun peşinden sürüklenerek…
Yeter artık sıkıldım ben bu ruh değişimlerinden. Kendi halime dönmek istiyorum. Bir an evvel şu yazıyı bitirip Kemal Bey’in masasına bırakmak, onun kadınları anlamasını beklemeden yazıyı bir an evvel okumasını beklemek ve odasını hemen terk etmek istiyorum.
— Duygu! Kalk kızım, okuluna geç kalacaksın. Geç yattın gene dün akşam değil mi?
Anne!!! Ne işin var senin burada? Ne okulu, ne kalkması? Ben artık kırk yaşına merdiven dayamış başarılı bir dergi yazarıyım anne. Unuttun mu yoksa… Yatağa nasıl geldim ben peki? Düşüncelerim yavaş yavaş yerlerini buluyor.
Ne yani hepsi rüya mıydı bütün bu yaşadıklarım, hissettiklerim. Evet, ben Duygu’yum ama sadece üniversite öğrencisi olan bir garip Duygu’yum. Nasıl bir rüyaydı bu böyle… Bütün kadınlar mutsuz, bütün kızlar mutsuz. Gerçekten bu kadar da kötü mü bu kadınlarımızın durumları acaba? Okuluma yetişmek için zor olsa da yataktan kalkmayı başarıyorum. Aklımda türlü düşüncelerle kendimi bir an evvel sokağa atıyorum. Sağımdan, solumdan, karşımdan, her yerden kadınlar geliyor… Hepsi birbirinden farklı, hepsi birbirinden derin. Kim bilir yüreklerinde ne fırtınalar ne çalkantılar oluyordur.
Hepsi mi mutsuz acaba? Hayır, hepsi mutsuz değil, en azından bir bayan olarak ben mutluyum. Bu kadar karamsarlık yeter artık. Bütün yaşananlara rağmen umudumu kaybetmedim ben, mutluyum ve mutlu olacağım hep. Ben ve benim gibi hayattan umudunu yitirmemiş olan kadınları, kızları yıldırmayı başaramayacaklar. Eğer rüya olmasaydı ve ben gerçekten bir dergi yazarı olan Duygu olsaydım, sayfalarca kadın olmanın ne kadar büyük bir erdem olduğunu yazardım.
Kadınlar… Kadınlarımız…
Bir idare lambası misali yaşarlar hayatlarını; dünyayı, insanları, eşlerini, babalarını, çocuklarını, kendilerini, yuvalarını idare ederler durmaksızın… Bütün bunları idare ederken de kendilerini tüketip bitirirler. Ama yine de mutlu yine de umutlu yaşarlar…
Kafamda durmadan yolculuk yapan bu düşüncelerle kendimi binlerce kadının olduğu sokaklara bırakıyorum, idare etmek ve edilmek üzere…
Pelin ÖZASLAN
BURDUR
2007
YORUMLAR
Ben Kadınım
Cadde ortasında
saçından tutmuş bir erkek
Sürüklüyor genç kızı
oradan oraya
Öfkesini alamadıkça
Bir tokat, ardından tekme
Ve
Yine başlıyor sürüklemeye
İnsanlar toplanmış etrafına
Film seyrediyorlar sanki
Almak için ellerinden
Kimse kıpırdamıyor yerinden
Belli ki
Taşradan gelmiş genç kız
Kaçmış baskılar yüzünden evinden
Belki de
Töreler nedendir kaçışına
Eğitimsiz bilgisiz,
Atılmış kurtlar sofrasına
Tutunacak tek bir dalı yok
“Kız çocuğu okumaz”
Der baba
“Erkek den arkadaş olmaz”
Der anne
“Sokağa çıkamazsın”
Der ağabey
“Bağımlısın bizlere”
Ben kadınım,
yarın anne olacağım
Çocuklarıma
Güzel bir gelecek hazırlayacağım
Almazsam eğitim
Çocuklarıma
Topluma ne vereceğim
Kimse duymuyor sesimizi
Kimse anlamıyor bizi
bilseler…
Gelecek güzel günler
Yalnız benim elimde
Hiç düşünmeden verirler
Verirler bana eğitimi…
Uyanın artık anneler,
Uyanın babalar,
Duyun benim sesimi
Ben mal değilim
Alıp, satılan
Bende insanım
Etten kemikten,
İstiyorsan aydınlık bir gelecek
Vermelisin
Vermelisin bana eğitim öğretimi..
Onurumsun - Türkan Dinçer
...
Kadınlar… Kadınlarımız…
Bir idare lambası misali yaşarlar hayatlarını; dünyayı, insanları, eşlerini, babalarını, çocuklarını, kendilerini, yuvalarını idare ederler durmaksızın… Bütün bunları idare ederken de kendilerini tüketip bitirirler. Ama yine de mutlu yine de umutlu yaşarlar…
Yüreğinizin güzelliğini satırlarınıza nakış gibi işlemişsiniz.
Yüreğiniz ve kaleminiz sağ olsun efendim.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Yazarlık gerçekten zor iş, bir yazı yazacaksan eğer yazının içine gireceksin, damarlarında hissedeceksin ve yazı bitinceye kadar nefesini içinde tutacaksın..........
tebrikler gerçekten çok güzel uzun ama okudukca merak uyandırıyor... kalemine sağlık çok güzel bir yetenegin var yazıyor anlatıyor ve yasatıyorsun.... tebrıkler....
Kadından Kadına
Kadın var onurlu,
Kadın var utangaç,
Kadın var duygulu,
Bir lokmaya muhtaç.
Kadın var hakkını arıyan,
Kadın var ağlayan,
Kadın var adını soran,
Kadın var çağlayan.
Kadın var güneş gibi,
Kadın var dopdolu,
Kadın var gönlüme eş gibi,
Kadın var mutluluk yolu.
Kadın var evde dır,
Kadın var gönülde,
Kadın var görevdedir,
Kadın var eğitimde.
Kadın var ilaç gibi,
Her derde çaredir,
Kadın var taç gibi,
O hep baş üstündedir.
Mehmet Yılmaz
bu şiiride kısa bir dipnot olarak geçelim...emeğine sağlık...
bu kadar özenle yazılmış bir yazıya üzerimdeki iş yorgunluğuyla nasıl bir yorum yazbilirim bilmiyorum..belkide pazar gününü beklemeliyim...yok hayır bu kadar titizlikle yazılmış satırlara her ne kadar bir edebiyatçı olmasamda bir şeyler yazmadan geçemem sanırım...
öncelikle hayal dünyan ve kaleminle olan samimiyetin mükemmel bence....kesinlikle müthiş bir gözlem gücünde var...tabi sadece hayal dünyası diyip geçmiyorum..yazında bahsettiğin problemleri hemen her kadın yaşıyor ülkemizde...ciddi bir ikilem ya da ya da daha fazlası yaşanıyor...
erkeklerin kadınlara bakış acıları,çalışan kadınların ve çocuklarının problemleri önemli noktalar...ne yazık ki bunlar acı manzaralar...bazı klişeleşmiş olguların değişmesi gerekiyor...ama bunlar ne zaman değişir burası kocaman bir soru işareti...beğeniyle okudum...tbrklr...
Kadınlarımızı anlatan güzel bir yazı.Daha anlatılabilecek portreler de var Anadolu'nun değişik yörelerinde.Ama yine de toplumumuzun kadınlarımıza bakış açısı yansıtılmış, eksiklikleriyle beraber.Bu yazınızdan dolayı tebrikler Pelin Hanım.
Sevgiyle ve esenlikle kalın.
KADIN
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde
yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki ayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
Nazım HİKMET
Yorum yazan herkese yürekten teşekkür ederim...
HOŞGELDİN KADINIM (41237 Hit)
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
NAZIM HİKMET
pelincim yüreğine sağlık
'Kadınlar… Kadınlarımız…
Bir idare lambası misali yaşarlar hayatlarını; dünyayı, insanları, eşlerini, babalarını, çocuklarını, kendilerini, yuvalarını idare ederler durmaksızın… Bütün bunları idare ederken de kendilerini tüketip bitirirler. Ama yine de mutlu yine de umutlu yaşarlar…'
Mükemmel bir yazı.Fakat erkekler için de geçerli,ülkemizde bu durum.En azından bazıları için.Tebrikler.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız ( Nazım Hikmet )
Ne mutlu ki bize hem başkalarını hem de kendimizi idare etmesini becerebilme yeteneğine sahibiz ve ben bir kadın olarak bu tür meziyetlere sahip olmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde oldukça mutlu birisiyim ancak ülkemde ve dünyada ezilen , horlanan , aşağılanan ve mutsuz olan hemcinslerimin de yanında ve onların sorunlarını ve DUYGU larını elimden geldiğince de anlatmaya çalışan bir kadınım da aynı zamanda tıpkı senin gibi Pelin .......
Seni bu güzel ve anlamlı yazından dolayı kutluyorum , başarıların devamını diliyorum , sevgilerimle .......