Sarı Gül
Yürüyüş yapmak uzun zamandan beri düşünmek ve birazda sıkıntıdan kaçmak için kullandığım yöntemdir. İstanbul’da güzelliklerini sunmada hiç hasis davranmadı. Böyle olunca rahatlamamak için özel bir çaba içinde olmak gereklidir. Aşiyan sık sık uğradığım bir yerdir, gerek anıları gerekse güzellikleri ve huzuru beni hep çeker. Deniz kenarındaki gölge bir banka oturup boğaza karşı çay içmek ve yanında güzel bir kitap okumak gibisi yoktur. Hobi olarak özellikle insanları gözlemeyi çok severim. Çocukluğumdan miras kalan bir kaç güzel özellikten biride budur.
Gene oturmuş boğazın keyfini sürerken, ritmik sopa sesiyle bir anda dikkatimi yoldan geçen bayana yönelttim. Zarif ince yapılı biriydi, ayağında yürüyüşe uygun düz bir ayakkabı ve rüzgarda tatlı tatlı salınan mavi eteğiyle önümden tıkırtılar çıkararak geçti. Bir sonraki banka geldiğinde sopasıyla şöyle bir vurdu. Ardından kimsenin oturmadığından emin olmak için birde eliyle yokladı. Belkide hayatında hiç görmediği ve göremeyeceği boğaza karşı keyifle oturdu. Hayatla bu şekilde mücadele eden hatta nispet yapan insanlara karşı özel bir sempatim vardır. Öte yandan da kendim tamamen sağlıklıyken ufak tefek olayları kafamda büyütüp kendimi üzdüğüm düşüncesi kafama çivi gibi çarpar. Bende eğer bir eksiklik olsa acaba onun kadar huzurlu görünebilir miydim? Burada sorulması gereken asıl soru huzurun savaşarak mı yoksa kabullenip özümseyerek mi kazanılmasıdır. Savaşmayı severim ama bana hep huzur getirmez. Doğal olarak tabi savaşın bir kazananı bir de kaybedeni olur ama arada ölen askerleri ve özverileri kimse düşünmez. Kabullenmekte güç isteyen bir durum ve hiç denediğim bir şey değil. Düşünce sisimi hafif tıkırtılar dağıttı. Sese yöneldiğimde bayanın ayaklanıp tekrar yürüyüşe başladığını gördüm. Bana düşündürdükleri için aslında bir teşekkür etmem gerekirdi ama bunu anlatmaya çalışsam sanırım epey uzun sürerdi. Sonra aklıma birden şimşek çaktı ve yol kenarında çiçek satan çingeneyi hatırladım. Hemen konuşup bir tane sarı gül aldım. Ardından hızlı adımlarla bayana yetiştim. Omzuna hafifçe dokundum, irkilmeyle karışık bir tedirginlikle arkasına döndü. “Hanımefendi kalkarken bunu düşürmüşsünüz” diyerek gülü uzattım. Eline aldığında çiçek olduğunu anladı. “Bana ait değil, başkasının olmalı” dedi. Ona “İnsanlar kendilerine uygun çiçekler seçerler. Bu çiçeğin size ait olması gerekli” dedim ve bir şey daha söylemesine fırsat vermeden ayrıldım. Göz ucuyla baktığımda çiçeği atmadığını görmek beni mutlu etti.
Yüzünde mutlu bir ifade vardı ama eğer rengini görebilseydi ona sarı renk gül verdiğimi anlayacaktı. Düşününce mutluluk aslında gerçeği birazda görmemek anlamına geliyor.
2004