KANLI VADİ...
Yem yeşil ağaçların arasından geçen şırıl şırıl akan dereleri,cıvıl cıvıl uçuşan kuşların gagaların da sevgililere getirilen hediyeler,umut sahiplerine getirilen zeytin dallar’ı,güneşin dağın yamaçlarından doğup anne sıcaklığı ile insanları serin ilkbahar sabahın da ısıtmasını,bahçelerdeki tavukların tan ağarırken kümeslerinden çıkıp tatlı tatlı etraflarına bakışmalarını,hele yok mu Almozin vadisinin derinliklerinden yankılanan TRT FM deki sabah kuşağı türkülerini,insanın içini ısıtan sabah uykusunun tüm sıkılganlığını üzerinden atan, hayata küskün insanların yataklarının içinde bir sağa bir sola dönerek bambaşka alemlere dalmasını sağlayan,dinlerken sanki bedeninin tüm dokularını hafif bir elektrik tutması gibi zevk veren,verdiği zevk’in hüzünlere dönüşmesini sağlayan o türküler yok mu, anne sıcaklığında ki insanın içini sımsıcak ısıtan güzellikteki güneşin altında evlerinin bahçelerine serdikleri o muhteşem köy kahvaltısını, hangi göz göremez hangi düşünce yazamaz.
Saf ve duru bir güzelliği vardı Zeyneb’in. Üzerinde gözleriyle aynı renkte siyah bir entari, ayaklarında toprak rengi terliği. Rüzgar da uçuşan simsiyah saçları narin bedenine ayrı bir hava katıyor; süt beyazı teniyle harika bir tezat oluşturuyordu. Bakışlarındaki asalet ve vücudunun duruşundan önemli bir kişi olduğu anlaşılıyordu. Başında altından işlemeli güzel bir yazma vardı. Onu gören herkes önünde eğiliyor ve onu selamlıyordu, her insanın bulunduğu andaki güzelliği gibi Zeynep te içinde yaşadığı anın güzelliğini taşıyordu…
Korkusuzluğu fethetmek isteyen kimi yüreksiz insanlar, paylaşılmamış kavgalara ev sahipliği yapan kalplerin den umut beklerler. Fakat uyuma özlemiyle can çekişirken alışıla gelmiş basiretsiz göz yaşlarında boğulurlar.
Yeraltı sığınaklarında yaşayan yürek acılarıyla paylaşılmış kader birliğimiz. Sahipsiz memleketlerin güvenilmez liderleri gibi olmuş aşk ve sevgi bekçileri.
Dolunay gök yüzünde pırıl pırıl parıldamak isteyen kandil gibi.Yer yüzüne boca ettiği gümüşi ışıklarını engelleyecek ne bir bulut, ne sis,ne de hamaset rüzgarları var. Dolunay bazen coşturur, bazen de hüzün verir insana. Almozin vadisi bir başka güzel bu gece. Bazı yerler koyu kahverengine bürünmüş, bazı yerleri ise olabildiğince aydınlık. Yer yer su birikintileri, mücevher gibi parlıyor, yemyeşil ağaçların arasından. Elindeki sigarayı üç yudumda bitirmek ister gibi içine çekti. Dolunay nasıl da etkiliyor insanı, her daim hüzünlendirir yüreği sevgi ile çarpan insanları, doyasıya ağlamak istiyorum bazen de dışarı çıkıp olabildiğince ıssız yerlere göç edip avaz avaz türküler söylemek istiyorum. İçinden kim bilir ölmek bile bir başka olur bu gecede diye geçirdi. Canı öyle bir kahve istedi ki misafirlik te olduğu için utanıyordu istemeye ,kendi evinde olsa kendisi uyanır kahvesini yapardı,yatağından doğrulup yastığın altındaki silahını alıp misafir odasın dan çıkarak evin avlusuna yürüdü ,elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçmek istedi, avlunun içinde olan mutfağın kapısı yarı aralanmıştı,yaz aylarının sıcak gecelerinde kerpiç evlerin serinliği insanın yüreğini buz tutuyor adeta,gökyüzünü kandil gibi aydınlatan yıldızlara bakıp onlarla konuşuyormuş gibi;acaba koca kainatta yalnız mıyız? Yüce yaratıcı yaşadığımız gezegende bize yol gösterici milyarlarca delil göstermiş, sonsuz kainatta farklı bir güneş sisteminde bizler gibi yaşayıp ölen ve kendilerine peygamberler kitaplar gönderilmiş varlıkların yaşadığı gezegenlerin olmayacağının garantisini kim verebilir? Eski kadim Babil’de uzay araştırmaları ile ilgilenen bilge insanlar uzayın sonsuz derinlik lerin de, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki gezegenlere yol alabilmek için kara delikler keşfetmişler miydi acaba ? Hayatın geçmişi hülya’dır geleceği ise hayal diyen bir bilgenin sözü aklına geldi. Bunları tahayyül ederken yıldızlardan birinin kayması ile birlikte hıçkırık sesi geldi karanlığın bir köşesin den, yavaş yavaş yaklaştığında bu sesin Zeynep,e ait olduğunu fark etti.
Onunla konuşmak istedi belli ki bir derdi vardı canı sıkılmıştı, gecenin bu saatin de ne işin var dışarıda diyesi geldi ama gel gör ki yörenin töreleri gereği kızlar erkekler ile konuşmaya utanırlar, erkekler de büyüklerinin korkusu ve köklerin verdiği terbiye gereği yalnız başına kalmış bir kıza yaklaşmakta çekingenlik yaparlardı,ama Cengiz bunları göz ardı ederek Zeynep’in yanına yaklaşarak usulca elini omuzlarına koyup Zeynep dedi.
Kızcağız korkudan bayılacak gibi oldu kalbinin atışı öyle bir çarpıyordu ki yüreğinin sesi neredeyse dışarıdan duyulacak gibiydi,cengiz içerlenerek kendini suçlu duruma düşmüş bir mahkum gibi hissetti…
Korkma! benim…neden ağlıyorsun? kim seni üzdü ne oldu?diye usulca seslendi
Hiç dedi Zeynep, öylesine uyku tutmadı beni bende dışarı çıktım…
Ama neden ağlıyorsun?
Ağlamak için bir neden mi olması gerekiyor sence?
Nedensiz yere hiçbir insan kendi gözyaşlarının akmasını istemez…
Zeynep birileri çıkar bizi görürse ne yaparım, içinde çekingen davrandı, daha fazla konuşmak istemedi ama dayanamıyordu yüreği onca acıya. Görürlerse görsünler canım kötü bir şey mi yapıyoruz nasıl olsa benim akrabam zaten kim ne diyecek bu saatte herkes uyuyordur, anlamına gelen umursamaz bir tavırla omuz silkti…
Cengiz abi muzaffer bir komutan düşün, savaşın yenilgisini üzerinden atamamanın verdiği acı dolu hatıraları ile üzerinden hiç çıkarmadığı yenilginin nişanı ve alameti saydığı üniforması,üzerindeki apoletler artık bir mağlubiyetin izlerini taşırcasına ne başkalarına nede kendisine emir verecek yüzü kalmaz ya…işte ben öyle bir duruma düşmüş sevgi ve aşk savaşından yenik ayrılarak…yüreğimde beslemeye çalıştığım duygularıma dahi emir veremeyecek duruma gelmiş biriyim...gözyaşları içinde sözlerine devam etti…
Ben bu yolda alınmış her bir zaferi hiçbir zaman tadına varılamamış sevişmeler gibi görüyordum…fakat şuan kendi değerlerimi, iğrenç bir düşman tarafından tecavüze uğrayarak bekareti elinden alınmış gibi görüyorum…
Hani derler ya;hazinemiz neredeyse yüreğimiz de orada dır…hazinemiz, bilgimizin yüreğimizde taşımak isteyip te başaramadığımız,okyanusların dibindeki inci tanelerinin olduğu yerdedir…en büyük hazinemi kaybettim…ve etrafını köpek balıkları değil…egoistçe,bencilce sadistçe, duyguların sardığını gördüm…özgür ruhlar için yazılmış romanlara sadece sevgi tohumları ekilirdi…bundan böyle hep o nefret tohumlarını etrafıma dağıtarak yaşayacağım ve ruhumun yelkenlerini okyanuslara açmadan kötünün kaynağına yol alacam…
Cengiz sen Bilinmeyen bir çağın ötelerinden gelen kişi gibi , binlerce yıl kalbinin pençesinden inleterek laneti kaldırmaya çalışan yüreğim gibi , benim öz kardeşim,hiç doğmayacak asil evladımın yüreğinde beslediği aşk kadar değerlisin bunu biliyorsun.
Görünmek için zamanın gelmesini bekleyen, ay ışığına inatlaşan sözcüklerle savaşımdaki zaferleri yakacaktım gönlümdeki ateşim ile ama başarmak için mücadelemde yenilgiye uğradım. Duru bir derenin suyunda yüzen kırmızı balığın sırtındaki noktacıktan ilham almak isteyen kör bir ruhtum ben. Bu yazgısı tamamlanmamış huzursuz ruhumun iyi dilekleriydi.
O anda bakışlarım kendi başına bir insan oldu,sıkıntım kara bir yılan gibi yüreğime çöreklenmiş oturdu. Aradıkça arayacaklarım çoğaldı.
Cengiz, sevdiğim insanı bu akşam kuytu bir köşede başka bir kızla konuşurken gördüm , ondan dolayı,yüreğimden bu kadar acı dolu ve dehşet verici intikam sözleri dökülüyor…
İyi de, Zeynep sevdiğin insanı başka bir kızla görmen,onun hakkında bu kadar hüzünlü konuşman için geçerli bir gerekçe değil. Bunu bilmeni isterim.
Hazır senin iyi niyetli fikirlerini zehirlerken gecenin ve yıldızların şahitliğinde sana bir hikaye anlatacağım: Zengin bir ülkenin, zengin bir kralı varmış. Kral bir gün bilge bir dilenci ile karşılaşır. Dilencinin bilgeliği kralın kulağına kadar gitmiştir,bilgeyi mutlu etmek ister:
Dile benden ne dilersen!!
-Dilemek sanki isteğim her şeyi verebilecekmiş gibi konuşuyorsun.
-Elbette,benim ne kadar zengin olğumu biliyorsun....Getirin dilencinin çanağını altınla doldurayım!!
Kral dediğini yapmış.Ama ne kadar doldurursa doldursun çanak anında başalıyormuş.Kral gözlerine inanamamış..Çanağı bu kez zümrüt,yakut elmasla doldurmuş,ama yine çanağın içine konulan ne varsa,buharlaşıp yok olmuş.Çanağın sanki dibi yokmuş gibi içine konan herşey anında yitip gidiyormuş..
Kral mağlup olmuş,başı önünde dilenciye:
-Tamam sen haklısın,ama söyle bu çanak neden yapılmıştır?
Dilenci gülümsemiş:
- Bu çanak insan zihninden yapılmıştır.İsteklere ulaşıldığı anda,bütün değerlerini yitirirler ve unutulurlar.İstek bir şeye ulaşmak için duyulan kuvvetli arzudur.İstenilen şeye ulaşılınca,bütün cazibesini güzelliğini yitirir,bir zamanlar ne kadar önemli ve kıymetli olduğu unutulur.Sonra seni mutlu edecek başka bir arzunun peşine düşersin.Bir istektekten ötekine çırpınıp durur,sonunda dilenci olursun...Seni mutlu edecek her ne varsa,dışarıda değil içinde ara....demiş
Bak Zeynep insanlar bir birlerini sevdiklerini söylerler, ama bu sevgi değildir. Sevgi dokunulmazdır, sevgi elle tutulamaz, sevgi gözle görülemez, sevgi yaşanamaz sadece hissedilir, aşık maşuğuna dokunmaktan haya eder, asla ona dokunmaya cesaret edemez.
Hep yukarılar dan damlar, yıldız ve esirgeyen yağmur lar. Çünkü hep yukarılara özlem çeker yıldızsız yürekler. Hepimizin acı dolu hayatının etrafında ay döner durur. Ama yüreğimiz kapkaranlık olmuş, ayın çevresinden uzaklaşmak tan. Kendi kendime hep sormuşumdur; neden ormanlara çekilmedin? Yeşil sularda ne ararsın? Karanlık geceyi yoksa kendinden kaçan güneşi mi yakalamak istersin ,diye.
Suçlanmayacak kadar suçsuz kalmak kadar zor bir şey yoktur Zeynep. yürüyüşün bir birine karışmayan iki nehir gibi olsun, kutsal dağlardaki kayalar gibi kıpırdayamaz olsun insanlar senin karşında.
Duyduğun her cümle gördüğün her rüya aşksız hayallerinin okyanuslarında yüreğinin kararmasına yetmesin. Kılıcınla öldürdüğün aşkını fütursuzca akan kan’a bakarak kan ağlatmasın sonra kalbin, toprağın altında yatan ölümsüz sevgiler yüzünden.
Yaralı aslanlar gibi ölümü aramak neden? Ölümsüzlük peşinde koşanlara gülmek varken. Gökyüzü krallığında uçan kartalların pençelerindeki yılanın gözündeki keskin bakış olmak varken.Ağlamak neden? Haykırmak neden? Hiç kimsenin seni duymayacağını bile bile.
Siyah giysili savaşçıların kılıçları yararken rüzgarı yüreklere indirdikleri her keskin kılıç darbesinde,uçup gitmesin sonsuzluğa ruhundaki acımasız kartallar.
Utanç her yerde pervasızca geçmişiyle yüzleşmek istemeyen ruhu yekpare olmuş, karanlık dehlizlere ev sahipliği yapan düşüncelerdir. Kederli bir şarkı gibi mırıldanıp durmasın şimdi yüreğindeki sümüklü böcekli ruhlar.
Cengiz , Yüreği senin gibi iyilik ile dolmuş insanların arasında hep yalnız ve düçar kalmışım , o yıldızın altından akıp giden yeşil vadinin ortasından geçen şu derenin dibindeki taşları bile sevdiğimden kıskanır olmuşum…hayat ne kadar acımasız olduğunu söylerse söylesin bana,yine ondan geriye mutlu anıları kalır. Onun için seni sevenler bile garip yaban gülleri gibi kalır, çünkü onlara, karşılıksız sattığın sevginin büyüklüğünün farkında değiller…
Zeynep kimsesizlik bambaşka bir duygu dur, hani bilirsin işte, kuşların üzerinde çığlık atmak istedikleri anlar gibi. Hatırlıyor musun çocukken bir gün bu vadide kararsız nereye gitmek istediğini bilmeden sonu belirsiz yolculuğa çıkmak istediğini…
Bana öyle çok uzak olan bir vadiye ölüm fermanı olarak gitmek istiyorum ki, sessiz sessiz konuşmaktan paramparça olsun yüreğim…demiştin. O sözünü hiç unutmam…
Evet diye söze başladı Zeynep; İkimizde küçüktük, kolumdan tutup şu aşağıdaki derenin kenarından getirmiştin beni, ben ; ey karanlık sokaklardaki gürültüler ve şu derenin içindeki yosunlar,arkamda kalmayınız beni gidebileceğiniz yere kadar götürün…demiştim.
Halbuki o derenin sonsuzluğa akamadığını bilseydim onunla yüzleşerek konuşabilme cesaretini bulamazdım…
Zeynep gülerek; Meğerse Riyab’da kuruyormuş…Şu bizim sonu olmadığını zannettiğimiz dere…
Evet Zeynep çok güzel günlerdi, masum aşk oyunlarımız bizi acıtmazdı bizi , bu gün döktüğümüz gözyaşlarımız kadar… Bize iki kahve yap ta masum çocukluğumuzdaki gibi yüreğimizde zannettiğimiz şu yıldızların altında yudumlayalım , ay ışığına inat…
Hayır Cengiz hayır asla ay ışığı ile inatlaşma
Neden miş o Zeynep
Hatırlamıyor musun çocukken karanlık çöktüğünde bu dağlara ,evimizin damına çıkar uzanarak gökyüzünü seyre dalardık…Sen yıldız olurdun, bende ay ışığı…O yüzden onunla inatlaşma dedim..Başıyla anlaşıldı mı işareti yaparak iki kahve getirmeye gitti Zeynep…Mutfağa geçip sessiz ve serin geceye karışan kahve kokusu ile geri geldi..Karşılıklı iki sandalyeye oturup bir birlerinin gözlerinin içine baktılar…İkisi de ya çocukluklarını görüyorlardı gözlerinde yada arıyorlardı ama kesin olan şu ki: hayatın zorlukları karşısında yorulmuşlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.