145-M
“kış bu şehre yakışıyor”
Düşünceler geçmeye başladı aklından buraya dair.
“şiir gibi aslında, içindeyken mi anlamıyor insan ne..” kendisini alamadı, bir süre daha baktı odasının camından son bir kez olduğunu sanarak. Az sonra aşağıdan geçen otobüslerden birinde olacaktı. Belki geri dönecekti, ama ne zaman ne şekil olacağı beli değildi henüz. Akşamın sarı ışıkları yanmaya başlamıştı. Birazdan oradaki otobüslerden birisinin içinde olacaktı. Büyük ihtimalle çift katlı, kırmızı bir otobüsün en arka koltuğuna sinmiş gizleniyor olacaktı, kalın mor bir atkının arkasında.
Körüklüleri sevmiyordu, hem nerden estiyse artık günde birkaç tane de onlardan geçiyordu. Elbette biliyor sayısını camda durup onları izlemekten başka işi yoktu ki. Ancak numaralarını okuyamamıştı henüz. Kim bilir belki 71E belki de 92D. Yok yok büyük ihtimalle 71Eydi. Bunlar neresiydi acaba, rengi kırmızı beyaz. Oyuncak arabalarıyla oynayan küçücük çocuklara benzetiyordu kendisini buradan bakarken. Yukardan bakınca bayağı küçük oluyorlardı. Kumandalıydı üstelik onunkiler. Her zaman aynı tümsekten yavaşça atlayıp tam hızlanmak üzereyken durağın önüne gelir ve birkaç metre geçmeden de durmazdı. Fazla kalabalık olmayan duraktakiler ise koşturarak binerlerdi 92D ye. En çok o yapardı bu yaramazlığı. Sabırsız.
“neresi bunlar ya..” hala düşünüyordu aklına takılmıştı bir kere. Sanki birisi ona çaktırmadan küçük oyuncaklarını değiştirmişti. “hiç yakıştımı şimdi bu renkler… Yok, 145-M olsa hemen tanırdım ben onları. Ya da –T.” Evde otobüsleri kullanan tek o vardı ne de olsa. O bilmeyecekti kim bilecekti.
“saçma bir uzmanlık.” Diye söylendi. Çift perdeyi de kapattı günün ortasında içeri dönerken. Birileri hala kapıya vuruyordu.
Anlık bir dalgınlığın ardından şöyle bir silkindi. Ne düşündüğünü daha o an unuttu. Yine kapıya vuruluyordu, açmadı. Kapıyı açtığı anda hızla kapıya ulaşması gerektiğini düşünüyordu. Çantasını kaptığı gibi bir an bile duraksamadan. Kapıya geldiğinde kolundan, kazağından çekiştirenlere aldırmadı. Odasından evin dış kapısına kadar olan hol bu sefer gözünde uzayıp gitmemişti. O kapıyı her açtığında sanki bu hol bir anda hızla uzar karşıdaki balkon kapısını bir anda uzak bir yıldıza çevirirdi. Kimi zaman ise rüyalarında oraya ulaştığında artık uçma yetisine sahip olduğunu görürdü. Bir kez daha kendisini kendisine kilitlemişti. Belki böyle gitmemeliydi, ya da gitmeli ancak yine de birilerini azaltmalıydı sanki etrafından. Uzaktaki yakınlarından ya da aslında en çok işe yarayanlardan. Kapıcıdan, tesisatçı, taksitçi ya da bakkalın çırağından… birileri daha görünmez olmalıydı işte. Karşıki bina mesela ya da hemen ardında gizlenen deniz artık yer değiştirmeli. Bunca araç kalabalığının yerinde sadece saatte bir geçen köy minibüsü olmalı mesela. Çınarcık- laledere seferleri uygundu şuan.. Ya da karanfil taşıyan traktörler. Süslü yapay bahçe yerine ısırganların sardığı bakımsız, ıssız bir izbe köy bahçesi. Arandığında bulunamayan. Gözlerini kapatmak istedi her şeye biran inadından vazgeçmeli ve sadece uyumalıymış gibi hissetti. Buna sevinecekler vardı. Bugün sevindirme isteği ise sıfırın altında seyrediyordu. Hırsla asıldı ısrarla tutulan asansör kapısına.
Kararını vermişti şimdi olmasa da gidecekti oraya. Yalovaya.
Orda devam edecekti yaşamaya en azından bir süreliğine. Ama şimdi sınırlar içinde kalacaktı yine de. bu rüzgar o kadar güçlü değildi şimdilik. Beklemeliydi. Yakındı nasıla fırtına mevsimi.
- bak tansiyonum çıktı yine, sebebim olacaksın. Sesi geliyordu annesininardından.
Beş kuruşsuz nereye kadar uzaklaşılabilirdi bugün onu deneyecekti. Kader izin vermedi, yolda parıldayan üç nesneyi aldı eline. Şimdi beş kuruştan biraz fazlası vardı elinde. Yani yeni türk lirası elli kuruş ve birde yirmi beş kuruş yol gösterdi sanki az önce yukardan izlediği durağa kadar. Duraklar sakin olurdu genelde buralarda. Demek ki oturarak gidecekti 145-M ye kadar. Araca bindiğinde kendisine yol vermesine rağmen önünde akbilini ayarlamaya çalışan adamı bekledi bir süre. Bu an belki ezilip büzüldüğü, utanıp çekindiği bir an olmalıydı ancak hissettiği sadece davul gibi olmuş bir kafa, ağlayamamaktan gittikçe şişen gözler ve önünde neden orada beklediğini anlayan bir şoför vardı.
- siz buyurun, dediyse de. Teşekkür etmeden geçemeyeceğini hissetti.O kadar da umursuz davranamazdı. Bazen sık duyduğu bir söz vardı çevresinde.
- Devletin otobüsünde dahi bazen nazımız geçmeyecekse nerde geçecek ki.Bu şu demekti; yani ödemeden de binebilmeliyiz işte.
Yine de önündeki uzaklaşınca rica etti. Ne de olsa çift biletli uzunca bir yolu bedava kat edecekti. Etti de zaten şoför çoktan anlamıştı;
- siz buyrun demesine karşın yine de beklemişti.Ağır ağır ilerleyen henüz boş otobüsün alt katındaki en arka koltuğa ilişti usulca, hala başı dönüyordu. Çocukluğundan beri çarpardı araçlar.
Aklında o şarkı yol almaya başladı;
İst bugün yorgun… ağlamış yine rimelleri akıyor…
***gülden
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.