- 997 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Havvanın öteki yüzü ( Bir romandan kesit)
Bir Eylül ikindisinde Şeyh Adil mezarlığı,Sadece Yusufçuk kuşunun yankılayan ötüşüyle canlı değildi tabii.
Bir Eylül ikindisinde, Şeyh Adil mezarlığı,Fatma Nur’un,ilk ilahi duygularını dile getirdiği edep yeri de değildi.
Şeyh Adil mezarlığı; “ Ölmeden ölünüz” ölçüsü ile hayata bakan Hatice’nin, Ahret ile dünya Berzahında “ yok” luk ile, “ var” lığının dans ettiği bir mekan da değildi sadece.
Şeyh Adil mezarlığı belki de bunun hepsiydi. Belki de;
”Can”ın “ canana” “ can “ bağışladığı bir vuslat, Yada, bir “An”lık visalin, kesiksiz huzura dönüşeceği bir mekandı mezarlık.
Hatice, gayri ihtiyari ama, son derece kısık bir sesle;
“ Bekir bey”
Az önceki esintiyi duymayan Bekir, Yusufçuk kuşunun yankılayan ötmesini de duymamıştı. Ama, sanki kulaklarına değen bir esinti,esintiye benzedi ama,sanki kulağına kendi adını fısıldadı bu esinti. “ Bekir bey ! “
Bekir titredi. Hem de apaçık.Hemen yanındaki akasyanın,kalın dalları arasında kalan tek bir yaprağın,esintinin girdabında kalarak titremesi gibi. Yada kimsesiz bir çocuğun, soğuk bir kış günü akşam olurken titremesi gibi. Belki de başka bir şeye benzedi. Bilemedim.
Geriye döndü. Sese benzer esintinin, yada esintiye benzeyen sesin geldiği yere.
Bir kaç mezar uzağında, taşlar arasında, o kız! Hani o rüyasında gördüğü kız vardı ya Bekir’in. Yada Beyazıt ta gördüğü kız. Hani o, Necip fazıl üstat tın mezarı başında fikri ile öfkeleşen kız. Hani, telefonda, yeryüzü derinliği ile, sonsuz uzay boşluğunu bir noktada birleştiren kız. Habibim. Panel de, imanı ile fikrini,iradesi ile idealini birleştirerek devleşen kız.
O, evet Hatice. Ve yanında bir kaç Hatice! daha. Hepsi birbirinden güzel,hepsi birbirinden melek. Üniversite kapısı canlandı gözünün önünde.Tahsin gibiler geldi aklına, Hepside, imanın edebi, fikirden üretilen utanma duyguları ile gözlerini kendine çevirmişler, merakla,ilgi ile bakıyorlar.
Hatice, dik, vakarlı, asil. Ama göz bebeklerinde soran manalar, hasret, vuslat kol kola. Soruyu, hasreti mi soruyor, vuslatı mı? Bellisiz.
Bekir’e doğru yürüdü. Kızlar orada kalmışlardı. Mezarlığın demir korkuluklarına geldi, orda durdu. Şimdi aralarındaki mesafe bir kaç metreye inmişti.Bakışları, halen soruyordu Hatice’nin ve eskisi gibide kaçırmıyordu gözlerini.
Bekir,Hatice’nin soran bakışlarından kaçırdığı gözlerini, Fatma Nur’un ela gözlerine çevirmişti. Fatma, boynunu büktü, Bekir’in gözlerine bakarak tatlı bir şekilde gülümsedi, sonra yüzü kızardı ve utandı başını eğdi.
Hatice’nin sesi o anda geldi. Öylesine derin, öylesine suçlamaya korkan ama, suçlayan bir tonda kısık, eylül ikindisinde, ahır dağından esen serin rüzgara kapılmış gibi geldi ses Bekir’in kulağına.
Soruyordu ses. Öyle uzun bir soru değil. Belki, aylar öncesinden sorulması gerektiği kadar uzun bir soru. Belki cevabı da, geride kalan aylar öncesi kadar uzun olacaktı.
“ Neden?”
Bekir, Fatma Nur dan ayırdığı gözlerini, tekrar Şeyhin Mezarına çevirdi.Oradan çam ağaçlarını yüksek dallarına doğru kaydı bakışları.ve Hatice’nin sesi gibi fısıltılı ama,gerçekten korkmuş gibide gerçekçi;
“ Korkuyordum.”
Kabul etmeyen, başka cevap arayan ses tonunda, soru yine aynıydı;
“ Neden?”
Bekir için kaçacak yer yoktu. Kaçamak bir halde baktığı kızın gözlerindeki soru ve hasretlik ışıltıları ses tonundan da kötüydü!
“ Beni terk etmenden.”
“ Korktuğunuzu siz bana yaptınız.”
“ Çare olur zannettim.”
“ Korku çare olur mu ?”
“ Belki!”
“ Güvenmediniz mi ?”
“ Sana değil.”
“ Kendinize mi?”
“ Zamana. Şartlara, değişimlere.”
“ Şimdi hep böyle mi oluyor?”
“ Halime yi hatırlasana.”
“ Ben, Hatice’yim.”
Bekir, sustu. Hatice, değişmez ölçüsü ile itiraz etti;
“ Ama ben demiştim ki, elinizi öpüyorum, önünüzde diz çöküyorum.”
Bekir’de, ortada gördüğü,yaygın manzarayı işaret ediyordu halen;
“ Ama bende demiştim ki, aradaki mesafe.”
“ Aramızda mesafe mi kalmıştı ki !?
“ Şartlar, yaş, fikir.”
“ Sevgiyi, geometri ile mi hesaplıyorsunuz?”
“ Ben değil.”
“ Ben de değil. Sorun ne o zaman?”
Bir anda,karşılıklı hızlı cevaplarla, o kadar dalmışlardı ki,göz göze bakarak konuştuklarının farkında değillerdi.
Fatma Nur, çok sevdiği hocasının, her ay kendini de birlikte getirdiği Mezarlıkta, bu defa, bir adamla konuşmasından, ne tam olarak bir şey anlıyordu,ne de,bunu anlamsız buluyordu.
Bekir ise, tüm içindekileri bu gün burada dökmeye karar vermişti.ve Hatice yi gördüğünde silinen sorular ve konuşacakları aklına gelmeye başlamıştı.Kaçırdığı gözlerine tekrar Hatice ya çevirdi. Artık kaçırmayacaktı. Hatice de zaten kaçırmıyordu gözlerini;
“ Bir gün genç bedenin,arzularını karşılayamam diye korktum.”
Sanki suçlanmıştı Hatice;
“ Evlilik beş dakikalık zevk üzerine bina edilecekse,ne anlamı kalır ki Bekir bey?”
Sesi isyankar ve iddiasında ısrarlı geldi.
“ Ama bu,gerçek olan!”
“ Hayır, “ dedi Hatice. Sanki Bekir de ki gerginlik ona da sıçramıştı.İlk kelime sert çıkmıştı ağzından.Bunu farkına varmış olmalı ki,ses tonunu tekrar düzenledi;
“ Hayır, gerçek olan beş dakikalık zevk değil. Gerçek olan dünyalık menfaat de değildir. Gerçek olan makam,mevki rütbede değil. Bunlar bir anlık visal.”
Ne oldu bende anlamadım..Bekir bir anda patladı..
“ Ama yaşıyoruz Hatice. Ben de bir anlık visal istemedim ki. O, bütünün küçük bir parçası. Bunu ben de biliyorum. Bir anlık visalin, misalden öte bir şey olmadığını biliyorum.Yaşadığım tüm ömür, hep bu bir anlık visaller ile geçti.Kırk beş yıldan beri ne yaptım? Hiç bir şey. O zaman! Neden bende kesiksiz huzur istemeyeyim ki?Ama bir taraftan da, bunu kabul edemiyorum Hatice”
Hatice, göz yaşlarını tutamaz olmuştu artık.
“ Kesiksiz huzurun kaynağı yürektir, imandır, Bekir bey.Yüreğin sesini dinlemektir,başkasının sesini değil. Sevgiliye diz çökmektir.Allah’ ile birlikte sevmektir.Ben, Allah ile arama girme demiştim size. Sizin beni terk etmeniz, Allah ile arama girmekti. Yüreğimi böldünüz. Duygularımı dağıttınız”
Hatice’nin isyan gibi gelen sesi, Bekir’in göz bebeklerinde pırıldamaya başlayan göz yaşlarını fark edince, daha da alevlendi. Koca adamın ağlamasına, tahammül edememişti.
“ Neden geldiniz? Buraya neden geldiniz o zaman.”
Bekir’iz sesi ölgün ve teslim olmuş bir halde geldi;
“ Nereye gidebilirdim ki Hatice?”
Sonra, Şeyhin mezarına baktı. Burnunu koluna sildi çocuk gibi. Fatma Nur ve diğer kızlar şaşkın bakıyordu. Bekir,gözlerini mezardan ayırmadan,eli ile işaret ederek ;
“ O çağırdı. Beni o getirdi buraya.”
Hatice, ürperti geçirdi. Bir an söyleyecek bir şey bulamadı.
Bu arada Bekir, Mezarın demir parmaklıklarından tuttu. Bu defa ses tonun da tam bir duygu karmaşası vardı. Bazen sesi yükseliyor, öfkeleniyor, bazen de bir Derviş teslimiyetinde boynunu bükerek Hatice ye bakıyordu. Artık gözünden akan yaşların farkında değildi herhalde.
“ Senden kaçtım. Sen ceza evine girdin, senin yerine girmek için neler vermezdim. Ama yapacak bir şey yoktu. Sonra, eşyalarını götürdüm. Sonra düşündüm, düşündüm ki, ben yaşlıyım.Ben kırk beş yaşındayım Sen, sen daha yirmi yaşındasın. Belki bir heves ti senin ki. Genç kız hülyalarıydı.Belki, babandan ayrı yaşamanın acılarını benimle gideriyordun.Daha önemlisi.senin bir geleceğin var. Senin, yaşamak istediğin, isteyeceğin, hem de hakkın olan güzel günler var. Oysa ben o günleri geçirdim. Yani, sana ayak uyduramazdım. Sonra, babanla konuştum. Baban çok büyük adam biliyor musun Hatice.Gerçekten büyük adam. Ama onu da dinlemedim. Sonra herkesi kaybettim. Necati evlendi gitti. Dostumu biliyor musun? Dostum öldü, öldürüldü biliyor musun.Onu öldürdüler.”
Bekir herhalde dostunun öldürüldüğünde unuttuğu ağlamayı şimdi yerine getiriyordu. Kısa bir an daha durdu. Başını iki yana salladı, derin nefesler alıp veriyordu. Sanki “ Ne konuşuyorum. Her şey beyhude” der gibiydi.Ses tonu gittikçe zayıflıyor ve sanki teslim oluyordu.
“ Onu, olmayan parası için, parası olmayanlar öldürdüler.Meral’de gitti.Sende gittin. Yalnız kalmıştım.”
Tekrar, sustu. Hatice ye bakarak konuştuğunu ya, yeni anladı,yada yeni utandı ki, bakışlarını kaçırdı. Kolu ile tekrar burnunu sildi. Hatice ise hiç kıpırdamadan onu izliyordu.Fatma Nur, ise Meryem’e sarılmış, kızın başını kolunun altına almıştı.Ama kızı korumak için mi, yoksa kendini mi korumaya çalışıyordu bellisiz. Yusufçuk kuşu tekrar ötmeye başladı.Mezarlığın derin sessizliği bütün bütüne hissettirdi kendini.
Bekir, iyice dinlenmiş bir sesle konuşmaya başladı tekrar.Bu defa sakindi;
“ Arif dede vardı, Bildin mi ? Hatırladın mı ? Arif dede işte,onun yanına vardım. Sen tanıştırdın.Tanırsın onu. Beni evine götürdü. Orda neler yaşadığımı bir bilsen. Hayatın anlamını orada anladım..” Kahrolsun Amerikanın” anlamsızlığını orada anladım. Fizik ötesi alemi orada anladım.Kesiksiz huzuru orada anladım.Sonra Arif dede, oda gitti Hatice. Oda kayboldu.Nereye gitti bilmiyorum.evi ile birlikte gitti.Yada ev kendisiyle birlikte gitti.O Arif dede değildi Hatice. O,O Bu Darendeli Şeyh’ti.”
Hatice, donmuş gibiydi. Muhammet Hilmi efendiyi düşünüyordu.Onunla İlgili rüyalarını ve anlatılanları.
“ Ama ben, ömür boyu birliktelik istedim. Bunu anlatmaya çalıştım size.” Bekir halen daha, kızın evlilik değil,sadece platonik düşündüğünü sanıyordu;
“ Öyle güzeldin, öylesine zarif ve vakarlı ki, korktum. Bu kız bana mı gelecek? Hayatını benimle mi paylaşacak? Ben bu kızı hak ettim mi ?Ben bu zarafete dokunamam,ona elimi süremem, böyle bir birliktelik neye benzer Hatice? Nasıl yaşanır senin yanında, sana dokunmadan? Eğer sadece gözlerine dalar gidersem orada kendimi kaybederim.Oysa ben seni kendim olarak seviyorum.Kendimden geçersem ortada sadece “BEN” kalırım ki bu da “Sen”den öteye geçer!”
Hatice,
“ Benden öte geçerse “Ben”liğiniz, “Ben” i aşar biliyorum..O zaman “Ben” de ki ,ALLAH’A ulaşabilirsiniz”
“ Bunu mu istiyorsun?”
“ Evet, Eğer sevgi “AŞK!” için dünyayı tepecek bir basamaksa, sevgimizin bu basamağı teşkil etmesini istiyorum.”
“ O zaman beni, ALLAH’TA kaybetmen gerekecek!”
“ ALLAH’ ve SEN. Başka bir şey istemiyorum! “
“ Ama yarın!”
“ Yarın yok. Bu an var. Bu an başlayıp bitirdiğimiz bir andır. Bundan sonra bana erkek eli değmeyecek. Dünyanın hiçbir sevgisi yüreğime yer etmeyecek. Bu an ve mezar arası süreçte sadece “SEN” ve “BEN” olacağız.Sen, Allah ile arama girmiyorsun ,Allah’a yalnız varılmaz. O sevgiyle ister, sevgili ile ister.O sevgiyi ve sevgiliyi ihata eder, kuşatır, korur. Bu kutlu bir yol. ama tehlikeli.Yollarda devler, devriye gezer, zirveleri karlıdır, kıştır, yarlıdır, yokuştur. Ancak seninle aşabilirim, Ve bende sana yoldaş olurum. Sen ağlayamazsın, ben ağlarım, gözünde yaş olurum. Sen yanamazsan,ben yanarım,gönlünde ateş olurum.”
Sonra, boynunu büktü;
“ Teminat mı istiyorsunuz? Her şeyimle seninim.Burcu ya gönderdiğiniz yüreğin benim. Bu yüreği ya ömür boyu, dalında kurutacaksın, yada, yada sevgi ve saygı ile alıp koklayacaksın.En önemlisi de,Allah yolunda bana yoldaş olacaksın.”
Bekir, titredi sanki. Bundan daha açık,daha net, hem de, burada, Mavera ile yeryüzünün Berzahında.Can ile cananın buluştuğu yerde, Bedenin aslına kavuştuğu yerde. Bundan daha açık, daha net davet olur mu ?
“ Bu yolda ben sana nasıl yoldaş olurum.?”
Hatice,bir “an”,evet o an var ya? Bilirsiniz işte o “an”,gülümsedi..Ama bu defa sadece vakarlı tebessüm değil.İşveli, manalı, nazlı ve davetkar bir eda.
Bekir, bu bakışlardaki farkı anladı.İlk defa, ondaki bu kadınca hal karşısında, ona karşı arzularının harekete geçtiğini hissetti.Kızın da bunu fark etmesinden korkarak bakışlarını kaçırdı..
“ Akşam bize gel.”
Bekir, konu aniden değişince, dikkat kesildi. Tüm kırgınlığı, kızgınlığı, öfkesi, korkusu ve heyecanı kalmamış gibi rahatlamıştı.
“ Neden ?”
“ Bizde bir usul var.”
“ Ne usulü ?”
“ Babamla konuşursun.”Bekir, anlamıştı ve anlarken bakışlarını kızdan kaçırdı.Biraz ileride,halen daha merakla,kendilerine bakan küçük meleklere baktı. Sakalı ve bıyığı arasında zor fark edilen dudakları, tebessümle gerildi.Hatice devam ediyordu. “ Bizde sevgilinin rengine boyanmak gerek derler. Babam da bunu bilir.”
Darendeli Şeyhin mezarından ayrıldılar..Kızlar önden gidiyorlardı. Onların ayrılması ile birlikte mezarlığa derin bir sessizlik hakim oldu. Vakit son ikindi vaktiydi..
Hatice, Top kapıdan, Beyazıt’a yürüdükleri gibi heyecanlıydı. Bir taraftan da anlatmaya devam ediyordu. Sesi, halen daha mezara kadar geliyordu, mırıl mırıl;
“ Bu arada Meral ablanın düğününe davetliyiz.”
“ Tarih belli olmuş mu.”
“ Evet, Ekimin on beşinde.”
“ Beni de çağırmıştı.”
“ Biliyorum, davetiye bize geldi üç kişilik.”
Demek Meral de boş değilmiş!
Güneş, Şehrin batı yakasındaki yüksek,Baş konuş yaylasının tepelerinin arkasına doğru sarkmaya başlamıştı..
Hafif esinti, herhalde dozunu biraz artırmıştı. Ağaçların dalları,daha kuvvetli sallandı. Mezarların üzerinde artık solmaya yüz tutan çiçekler, ölgün bir şekilde ırgalandılar. Şeyh in mezarındaki güller halen daha canlılıklarını koruyorlardı.
Hatice, ara yola çıkarken tekrar döndü, Şeyh in mezarına baktı gülümsedi.
Eylül ikindisi gibi.
Ama bu defa edebi gibi , yüzü de al al oldu cadının !
SON.....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.