MİRAS
ıssız bi yolun kırık kaldırımında ilerliyordum vakit hayli geç olmuştu hava kararınca yold ilerlemek zor oluyordu hele ki kar da bastırınca çekilmezdi..ileride sol tarafta eskimiş olduğunu ve renklerin ayrımına kestiremediğim duvarları olan dar kapılı market, gözüme ilişti bir an hiçbir şey düşünmeden oraya doğru ilerledim kapısı açılırken kulakları rahatsız edici komik bir çan inletiyordu girişte, sanki ses hiç bitmeyecek gibi geldi..marketin içine doğru ilerledikçe bir his beni rahatsız etmeye başladı sağ tarafa yöneldim orada en sevdiğim çikolatalar ve çerezler vardı ama pek te kalmadıklarını çabucak anlayıverdim şöyle içimdeki bozulmayı önlemek için hiç daha önce almadığım et reyonuna yönelmek istedim en azından içimdeki karamsar havayı dağıtmak içindi ama oranında tamamen boş olduğunu görünce afallamıştım sersem bir şekilde unlu mamüller reyonuna yönelmeye koyuldum en azından iki francala alıp günü kurtarmayı yeğliyordum ki algıma tokat gibi çarpan olumsuzluğu yine görmüştüm ..işler kızışmıştı markete karşı savaş açmıştım adeta marketin içlerine doğru iyice ilerliyordum basık tavanı burnuma çürümüş meyva ile boş poşet kokularını çalıyordu kısa bir süre sonra bir anonsun son cümlelerini işitirken burnuma değen ambalaj kokusu bende sıkıntıyı iyice artırmıştı..yok artık şimdi ağlanacak ne var dedim kendime evet ağlamak geliyordu buna engel olamıyordum .kendimi dinlemeyi bırakıp marketin tamamını gezdiğimi düşünüyordum ki birkaç kişinin girdiğini gördüm dört kişiydiler sanırım üçü polisti diğeri ise sivil.sivil olanı yüzündeki şaşkınlığı gizleyemeyecek kadar telaşlı ve korkaktı birilerine birşeyler anlatmak isteyen türden bir hali vardı ...artık savaş daha da kızışmıştı ve ben birilerine bir şey sorma zamanı geldi diyerek onlara doğru ilerliyordum çok uzaklardan kesik kesik kulağıma çalınan siren sesini de artık daha da duyar gibiydim artık içimde kuduran merakın beni aşağılamasına izin vermeyecektim yanımda bittiler . ikisi elbiselerine sığmayacak türden diğeri de onların boyuna yakın zayıf ,çelimsiz polis memuruydular ellerindeki telsiz ikide birde ötüyordu .ben ağzımı açmadan onlar durumu izaha kalkıştılar .............yıkılmıştım içimdeki savaşın lehime biteceğine asla düşünemiyordum...bir süre sonra oradan ayrıldım yolumun üzerinde kimseyi görememek beni iyice şaşkınlaştırmıştı ki arkamdan paçalarıma dolanan- beyaz -ı farkettim içim onlarca sevinç çığlığı atıyordu ki anlatamam birlikte oynayarak şakalaşarak nihayet eve doğru koyulduk garibimin hareketleri gün geçtikçe ağırlaşıyordu marketten sadece ona yiyecek bulabilmiştim bir kaç şişe süt yalnızca ...beyaz beni çok severdi dünyada kimsem olmadığını anlayıp da bana en iyi davranan tek dostumdu .....beyaz,, sibirya kurdu ile çoban köpeği kırması karışımı bir köpekti her sabah o beni işe kaldırırdı saat gibiydi ve öyle anlamlı tepkiler verirdi ki bazen kim insan diye düşünürdüm.bir keresinde yemeği ocağa koymuştum ve bir süre bekleyeceğimi düşünürek ayaklarımı uzatıp televizyon izlemeye koyuldum ardından da küçük terliklerimin bağırdığını duydum nasıl kızıyorlardı bir bilseniz onlardan sonra ütü masam beni adeta tehdit ediyordu üstüme devrilmemek için kendini zor tutuyordu artık hepsi birden bir şeyler söylüyordu tam anlayamıyordum , avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlardı artık bunlara yemek tenceresi de katılmıştı ki benim onun yanına gidip kapatmamı istiyordu evet bunu anlamıştım ki köpeğim- beyaz - adeta ortaya atıldı ve konuşuyor gibi uluyordu elimi yüzümü yalıyor üstümü başımı çekiştiriyordu ki uyandım tam ohh uyandım diyecektim ki yanan yemeğin yanında buldum kendimi .beyazın insansı tavırları bu kadarla kalmamıştı her ayın maaş günü ceplerimi karıştırması ve banyodan sonra bornozumu getirmesi beni hep şaşkınlıktan sonra rutin bir alışkanlığa döndürüyor oradan da onun hep insan olduğunu düşündürüyordu.....beraber akşamları kitap okumalarımız da cabası hele de uykusu gelmesin nasıl da bağırırdı ben onun kitap okuma alışkanlığıma katılmasını köklerindeki sibirya kurdu olma özelliğinden kaynaklandığını düşünürüm..
........ama bugünlerde hiç iyi değil şehrimizin üzerindeki kara bulutların da onun sezilerini nasıl hareketlendirdiğini tahmin ediyorum hamileliğin de onu nasıl psikoza sürüklediğini görmemek elde değil ..veteriner onun artık hiçbir yere kıpırdayamayacağını söyledi daha bugün yine arayıp tekrar uyardı beyaz için çok endişeleniyorum... kapı çaldı bir şehir polisi beni uyardı şehrin boşaldığını bir kaç görevli dışında bir tek benim kaldığımı söyledi ben umarsızca onu dinleyip kapıyı serttçe kapadım...yok aç kalacak mışım yok donacak mışım ..hiçbirini umursamıyordum şehrin de canı cehennemeydi varsa yoksa beyazdı ve onun doğacak çocukları yani müstakbel toruncuklarım .....küçük stokumuz bitebilirdi ve rüzgar da hızlanabilirdi ama umrumda değildi ...iki gün geçmişti heryer toz dumandı kapılarımı pencerelerimi döven uğultu sanırım biraz korkutmuştu artık evin içinde beyazın uğultusu bile duyulmuyordu doğum da yaklaşmıştı ikimiz de direniyorduk ...bir süre sonra dışardan geçen postacıyı yakaladım ve bu yazdıklarımı ona verdim sana atması için bir kaç kuruş da verdim..
.........üç ay sonra bir postacı bir evin kapısını çaldı kapıya çıkan kısa boylu, şişman dolgun yanaklı adam mektubu şaşkınlıkla karşıladı ... bu arada telefon çalmıştı bir adam babasının kaldığı şehrin yok olduğunu söylüyordu ,kapı kapandı ve mektup okundu ardından bir çığlık duyuldu ve ardından bir daha ..şişman adam karısına babam mirası bize bırakmamış dedi karısından iyide babanın senden başka mirascısı yok ki demesine karşın adam ,miras bir köpek yavrusuna bırakılmış dedi....çığlıklar evin heryerini kapladı ,akşam oluyordu şişman oğulun aklından ,telefondaki adamın babasının ölüsünün bulunmadığını söylemesi geçiyordu............