- 821 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YORUMLAR
Sanki ay da onların inadına parlıyordu bu bahar gecesi. Rengi solmuş siyah elbiseli, sakallı, ihtiyar adam omzuna yaslayıp sürükleyerek götürdüğü sarhoş oğlunu kimse görsün istemiyordu. Karanlık köşelerden saklı saklı, evlerine giden yokuşu tırmanmaya çalışıyordu. Şu yaşlı Karadut’un oraya bir varsa... yokuş bitecekti... Hani, insan yükü de ağır oluyor, taşınmıyordu kolay kolay. Nihayet ulaştı. Biraz soluklanmak için oğlanı ağaca dayadı.
Yine böyle bir bahar gecesiydi. Babası, ayakkabı tamirciliğine ek olarak, kaçak tütün işi yapardı. Altı çocukla geçinmek zor. Var yok bilmez ne görse isterler. Mesela taze fırın ekmeği, hem de paşa somunu. Alsan 15-20 tane hiç bırakmaz yerler. Avurduna doldurduğu çivileri eski ayakkabı tabanlarına sıralamakla geçim olmaz. İşte, tütün işine başladığı o ilk gece getirdiği on kilo kıyılmış tütünü, o zamanda yaşlı olan Karadut’un kovuk dalları arasına saklamıştı, eve baskın yapılır korkusuyla. Küçük oğlan akıllıydı, hem tütünün saklı olduğu yeri ve hem de kimlere, kaç paket, nerede verileceğini biliyordu..
Vakit iyice ilerledi... Sabah olacak neredeyse... Omuz verdi oğlana... Kaldıramadı... Tekrar denedi... Bu sefer tamam. Birkaç adım attı atmadı, yukarıdan aşağı gelmekte olan iki sarhoş belirdi. Gerisin geri oğlanı dayadı karadutun yumrulu, kalın gövdesine. Ağacın gövdesi yoldan içerde ama yola yatmış yaşlılıktan. Üst dalları ise yola kadar uzanmakta. Sarhoşlar iyice yaklaştı fakat ihtiyarın gönlü rahat, biliyor ki geceleri netameli derler ulu ağaçlar, kimse yaklaşmaz onlara.
“Sus, sus, sus, kim-se-leeer duyyymasın.”
diyordu sarhoşlardan biri.
Diğeri:
“Ulan hi-yar o senin dediğin şarkı. Hem de öyle
Söylenmez ki...”
Öbürü hala:
“Sus, sus, sus, kimseler duymasın... Öf ülen öfff...”
diye basıyor narayı.
Bir ara düşmemek için olmalı omuz omuza verdiler
başladılar sallanmaya. Kısa boylusu:
“Şu ağacın altına bi işesem mi ?” dedi.
Diğeri:
“Çüş ayı...Karadut’a işenir mi lan? Çarpılın valla..”
“Yook arkadaş gönlümü kırdın. Bana...çüşşşş ayı
dedin. Söle ben eşşşek miyim, yoksa ayı mı? Ben neyim ha?
“Oğlum biz bu mahallenin horozuyuz. Biz horoz...
horozuz... horoz.”
“Gel ölese ötelim de sabah olsun.”
“Ü ürü üüüüüüüüüüü!”
Katip amca mahalleli daha fazla rahatsız olmasın
diye, her zaman yaptığı gibi açtığı pencereden dışarıya:
“Hanım, hanım ver şu benim keskin bıçağı da, keseyim şu erken öten horozların başını!”
“Gördün mü? Katip amca bizi yine horoz sandı! Kesecek... Hadi gidelim evimize anam “badı saba olmadan yürü yürü...”
Bizim çocukluğumuzda da gündüzleri toplantı, buluntu yeriydi Karadut.
“Nerede buluşalım?”
“Karadut’un altında.”
“Nerede sigara içelim?”
“Karadut’un dalları arasında.”
Yaşlar oldu onüç-ondört Karadut’un olgun zamanı.
Mahalleye yeni taşınan sarışın afet Aysel Ablanın geldiğini görünce, şimdilerde emekli olan Ali, parmakları arasında ezdiği karaduta kan havası verip, ağzının kenarlarını, dudaklarından aşağı karadutla boyadı. Tutunduğu daldan aşağı sarkarak ahlar, vahlar arasında bıraktı kendini yolun ortasına. Ali sırt üstü yatıyor yerde. Çıt çıkmıyor dallar arasındaki bizlerden. Aysel Abla koştu geldi. Çok şaşkın. Ne yapacağını bilmez halde önce Ali’yi
İzledi. Sonrada yardım istemek için başladı bağırmaya:
“Komşular yetişin! Çocuk daldan düştü kanlar içinde ölüyor. Ne olur yetişin!..”
Alinin gözler açık, baygın yatıyor havalarında...
Bankacının hanımı pencereden olayı görünce:
“Git kızım, git sen evine. Ayrıl durma orada. Kalk lan sende. Hala bakıyor utanmadan. Eşşek herif o senin ablan sayılır... Şimdi gelirsem yanına...” demesiyle Ali tabanları yağladığı gibi yokuş aşağı koşmaya başladı.
Tekrar buluştuğumuzda Ali, Aysel Ablanın bacaklanının güzelliği ve beyaz renkli fanila donunu anlatıyordu.
Bu Karadut Ağacı daha neler biliyordu neler... Nelere şahit olmamıştı ki! Fazilet Hanımların büyük oğlan askerden geldiğinde; adet gereği ilk cumasına mevlit okutulacak ama hafız bulunamıyor. Memlekette 12 hafız var. Ancak hepsi de ya mevlitte, ya da hatim duasında. O zaman yaşlar onbeş-onaltı, ses güzel. Makam dersen arada Musiki Cemiyetine koroya gidiliyor. Irmak boyu şarap sohbetlerinde aranılan kişi. Neden mevlitte okuyamasın
ki! Hem bu işte para da var. Önce Karadut’un dalları arasında bir denediler. Olacak gibi...Bir daha, bir daha derken bu iş oldu. Üç beş kişilik arkadaşlar arası birde ilahi gurubu. İki şişe şarabın da verdiği cesaret-hoşluk ve Fazilet Hanımların mevlitle başlayan hafızlık, hemde değme hafızlara taş çıkartırcasına uzunca süre devam etti.
Anılar peş peşe geliyordu. Kasım ayının sonu olmalı bir gece. Üç arkadaş Karadut’tun dalları arasında oturmuş sohbet ediyorlardı. Önce yukarıdan aşağı Rafet Abi, ardından Gülizar Abla karanlık köşelerden saklıca gelip buluştular ağacın altında. Kucaklaştılar, sarıldılar bir birlerine, tek bir vücut oldular sanki... Rafet Abi sıkıştırıyor olmalı ki, Gülizar Ablanın inlemeleri geliyor hafif hafif... Dallar arasındaki bizlerden çıt çıkmıyor korkudan. Rafet Abi değil mahallenin, memleketin belalısı. Külhanbeyi ağzıyla:
“Kız Gülizar ver bir alt dudakta emiyim anam!”
Gülizar biraz uzaklaşıp, tekrar sarıldı Rafet’e. Nefesleri bir birine karışıyor olmalı. Bir ara Gülizar ani bir hareketle baş parmağını soktu Rafet’in ağzına.
“Sen evlenmeden emsen emsen, ancak benim
parmağımı emersin!...”
Rafet pek bozulmadı ama, Karadut’un dalları
arasından kopan kahkaha ile Gülizar Abla ile Rafet Abi önce korkup kaçtı. Sonra kendine gelen Rafet abi, yukarıda ki üç kişiye, kimseye söylemesinler diye haftada bir atacağı seri dayakların ilkine o gece başladı.
Evlendi daha sonra Rafet Abi, Gülizar Ablayla. Oğulları olmadı. Dört kızı var. Üçü kocada. Büyük kız güzeldi. İsteyenleri beğenmedi evde kaldı. Babası ile birlikte oturuyor şimdi arsa karşılığı müteahhitten aldığı
dairesinde.
................
Bir ara kendine gelir gibi oldu oğlan.
“Baba...” dedi. “Baba...”
“Ha, haaa. Ulan it ben sana sorarım ama...”
Gerisini getiremedi. Evet işte o “Ama” var ya... soramazdı oğlana...nasıl sorsun ki? Şimdi iyice yaşlandı. Geçim kolay değil.
Eski gençlik alemleri de kalmadı. Gerçi içkiyi sevmez, ayıplamasınlar diye içerdi. Arkadaşı Fıçı Necmi’ye doktor bir ay içinde ameliyat olması gerektiğini, aksi halde öleceğini söylemiş. Ameliyat öncesi de kesinlikle içki bırakılacak. Kırkbeş yıllık sarhoş Necmi ölüm korkusuna rakıyı bıraktı, ameliyatını oldu. Şimdi sağlığı yerinde. Muziplik olsun diye de içen arkadaşlarının karılarına, içkiyi ayakkabı tamircisinin yazdığı muska ile bıraktığını, ama tamircinin kimselere söz etmemesini tembihlediğini söylemiş. Bir iki zorlamadan sonra muska yazılmaya da başlandı. Yazılan muskalarla bırakanlar da oldu, bırakmayanlar da. Bırakanlar bir ise, etrafa onla, yüzle anlatıldı.. Ünü birden büyüyen “Sarhoşlara Muska Hocası” na komşu illerden de günü birlik gelir oldular.
Karadut’a gelince. Karadut’un bulunduğu arsa çok küçük olduğundan müteahhitler almadı. Öylece duruyor yerli yerinde.
Sarhoş Muskası Duasını merak ediyorsunuz değil mi? Ayakkabı tamircisi amcanın okuma yazması yoktu. Bir dondurma karşılığı muskalarını ben yazardım. Sarhoş yakınınız varsa sizde yazarsınız belki:
Sarhoş Muska Duası:
Sen ne büyüksün karadut,
Sen de çaldık hem saz hem ut,
İçirme gel sen şu ite,
Bir kez olsun sözümü tut.
Bu muska hocanın tarifi üzere bal mumuna batırılmış beze iyice sarılıp, sarhoş bunu boynunda asılı olarak gezdirecek. İçkiyi bıraktıktan sonra da ilk karşılaştığı derin suya üç besmele çekip atacak. Eğer muskayı açacak olursa......