- 922 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Üç Mevsimlik Aşk
Adı Yazgı’ydı.
Tabi ki bu O’nun tercihi değildi.
Dünyaya gelirken sorulmadığı gibi,adını da seçememişti.
Geçmişti yılları sessizce Yazgı’nın.
Gülmüş, ağlamış; sevmiş, sevilmiş; üzülmüş, mutlanmış; beklemiş, özlemiş;
terk etmiş, terkedilmiş; ayrılmış, kavuşmuştu açılan pencereler içerisinde
yaşamda.
Şimdi yorgundu, dinlenmesi gerekti, ama nasıl?
Arkadaşım, dostum dedikleriyle çevresi kalabalıktı.
Her zaman, hepsine gülümserdi bir şey olmamışçasına..
Onu asıl saransa, kimsenin göremediği çelişkileriydi.
Çoğu kez kendisiyle kavgalı olurdu, “keşke” lerde dolanmayı sevmese de..
Eskiden hep sevmek ister, buna da ulaşırdı.
Ya şimdi?
’’Başaramıyorum, beceriksizleştim’’ diye düşündü...
Nasıl böyle olmuştu şaşıyordu. Oysa ne kadar da kolaydı
bir zamanlar sevmek, sevebilmek, sevilmek, sevinmek...
.
Yaşamı ”neden”, “niçin” lerle sorgulamak istemiyordu,
yaşadığı hiçbir anı unutmayı istemediği gibi.
Yaşanmıştı işte o anlar iyi ya da kötü, kendi isteği dışında, ya da isteğiyle.
’’Geriye dönmek ister misin? ’’ diye sorulsa ’’asla’’ diyeceği kesindi.
O yollardan tekrar geçmeye yoktu ne gücü, ne de tâkâdı.
.
Bir zamanlar birini tanımıştı baharın ilk uyanışlarında.
İlginçliği çekmişti O’nu. Kendine çok güvenen, her şeyi bildiğini sanan,
bunu da açıkça belli eden, kısaca ’”kalâ” denilebilecek biriydi.
Kafasını taktı O’na, haddini bildirmeliydi. Bu düşüncelerle yaklaşmıştı gülümseyerek.
Bir süre konuştular, ancak ’’dediğim dedik’, inatçı mı inatçı biriydi..
kimseye inanmıyor, hiç bir düşünceye katılmıyordu.
Tartışa, tartışa geçti gelen günler.
Her geçen zaman diliminde farkına varmadan, içlerindeki boşluklarda
oluşuyordu sevgi kırıntıları...
Onu görmeden, onunla tartışmadan olamıyordu Yazgı.
Alışmıştı O’nun bağırmalarına. Açıldılar birbirlerine, bir tartışma anında;
’’seni inatçı, seni seviyorum’’ dedi adam.
Yazgının ağzından kaçıverdi sözcükler,
’’seni ukalâ adam, seni çok’un içinden de çok seviyorum’’
Ne demekti ’çok’ un içinden çok sevmek? O an oluşan sözcüktü işte.
İkisi de güldüler, gelen günlerde, çokça güldükleri gibi bu sözcüklere..
.
İyi biriydi, ancak Yazgı’yı iyice tanımamış olması eksiğiydi.
Kendince haklıydı da belki, yaşam O’na olumsuz o kadar çok şey göstermişti ki.
Günler eskidikçe, sevgileri ayrımsamadan dönüşmeye başlıyor gibiydi sevginin ötesine.
Geceleri birbirlerini düşlüyor, sabahları görmek için bahaneler arıyorlardı.
Gözler birleştiğinde yürekler yerinden çıkarca çarpıyordu..
Her yer, her şey ikisini anlatıyordu onlara.
Göremeyince özlemleri büyüyor, sığamaz oluyordu içlerine.
Birbirlerine koşmak, sarılmak, kucaklaşmak, kokularını doymaya doymaya
içlerine çekmek istiyorlardı. Hiç bir şeyi umursamaz oldular adeta.
Aşk mıydı, neydi bu var olan bilemediler; fakat arttıkça yaklaşım
bencillik, kıskançlık da geliyordu birlikteliklerine.
Seven tabi ki kıskanırdı sevdiğini.
Ancak sakınma, koruma bencilce ve suçlamalara yönelmeye başlarsa
kaçınılmaz olurdu ayrılık.
.
Yazın gelmesi, sıcağın artmasına inat, söylenen sözler Yazgı’nın içini ürpertmeye,
üşütmeye başladı. Geçmişte yaşadıklarından mı bilinmez, bir gün terk edileceği düşüncesi
çıldırtıyordu sevdiğini. Sevdiği bu muydu O’nun? Sevgi bu olamaz diye düşünmeye başladı çoğu kereler. Sevda da emek olmalıydı ama güven de şarttı. Kuruntular, acabalar, "ne derler", varsayımlar arttıkça, arttı. Tabuları aşamıyor, geçmişinden sıyrılamıyordu "seviyorum" diyen adam. Eski yaşanmışlıklar peşini bırakmıyor muydu?
Her an beyninde kıyaslamalar, nedenler, niçinler nereye koşuyordu?
O’na göre özgürlüğüne çok düşkündü Yazgı.
Oysa bu aklına hiç gelmemişti. Özgürlüğü herkes isterdi, ama bencilce olmamalıydı.
Özgürlük tek yanlı yaşanırsa özgürlük olur muydu? Bir şeyler eksilmeye başlamıştı sanki.
Ağır gelmeye başladı sevdaları. Yazgı seviyordu, gerçekten seviyordu, ancak gururluydu da.
Yapmadıkları için suçlanması, her şey için sorgulanması, uzaklaştırıyordu onu sevdiğinden.
Bahar çoktan gitmiş, yaz da bitmek üzereydi bu tartışmalarla.
Geliyordu Sonbahar... Yazgı sevmezdi ’sonbahar’ sözcüğünü.
"İkincibahar" derdi sonbaharlarında hüznü silmek için.
Giden baharların sonu olamazdı. Her yaz ve kıştan sonra yine gelecekti mutlaka.
İşte yeni bir ikincibaharda sallanıyordu sevdası. Oysa, dolmamıştı sevgiyle sevdatasları.
Çelişkilerle, acabalarla boğuluyorlardı.
.
Gene o ’’terk edeceksin beni biliyorum’’ dediğinde, Yazgı "bu gerekiyor, bitmeli"
diyebildi, yüreği titreyerek. Kaybetmek değildi bu ikisi için de, vaz geçmekti belki bir şeylerden, sevdayı daha fazla yıpratmamak, daha çok üzmemek, üzülmemek uğruna, bitmesi gerekti, bitmeliydi. Üç mevsim yaşadığı aşkını o gün, o ikincibahar günü, sakladığı yaşlarıyla gömdü yüreğine Yazgı.
Gülümsedi Yazgı yıllar sonra.
Pişman değildi. Sonsuz olmasa da güzeldi aşkı yaşamak, güzeldi sevgi sözcüklerini duymak.
Suçlu da yoktu aslında. Çünkü böyle gelmiş, böyle gidecekti, böyle yazılmıştı bu yasa.
.
11 . 09. 2001
Nesrin Göçmen